Ethan ve Joel Coen Kardeşler’in yazıp, yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği 1991 yapımı Barton Fink’te olaylar, bir senaristin yazamama serüveninin etrafında döner. Meteforlarla dolu bu kült filmi büyük bir yalnızlık hikayesi olarak izlemek ve yalnızlığın insana neler yaptırabileceğini farklı boyutlarıyla gözlemlemek mümkün.
ALPERHAN BENLİOĞLU
Ünlü yönetmen ikilimiz Coen Kardeşlerin Miller Kavşağı (Miller’s Crossing) filminde yaşadıkları yazarlık tıkanması üzerine 3 günde kaleme alıp yönetmeye karar verdikleri ünlü filmi Barton Fink ile yazarlığın karanlık dünyasına doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Zaman ve mekandaki düşsel yapı, absürtlük ve tabi ki kardeşlerin vazgeçmediği suç unsuru gibi Coen sinemasının ortak yönleri de Barton Fink’te bir araya gelmiş durumda.
New York’ta ünlü bir oyun yazarı olan, idealist karakterimiz Barton Fink bir yapım şirketinden bir güreş filmi senaryosu teklifi alarak Los Angeles’ın yolunu tutar. Coen Kardeşlerin sertçe eleştirdiği yapımcı rolünü üstlenmiş karakterle karşılaştığı anda büyük bir hata yaptığını anlayan Barton için artık her şey çok geçtir. Beyninin içinde henüz ortaya çıkmamış fikirlerin bile sahibi olduğunu iddia eden yapım şirketinin malıdır artık. Yazarımızın kasvetli bir otele yerleşmesiyle birlikte biz de olaya daha çok dahil olmaya ve karanlığa doğru ilk adımı atmaya başlıyoruz. Otelde kendisini yer altından çıkarak karşılayan resepsiyonistle başlayarak, derin bir tünel hissi veren koridorları gördüğümüz anda Barton’ın kendi bilincine doğru ilerleyerek düş ile gerçeklik arasında bir yerde kendimizi buluyoruz. Sürekli dökülen duvar kağıtları, sıkıcı duvarlar sanki Barton’ın yazmasına engel olarak özel kurgulanmış gibi onun zihnini yavaş yavaş ele geçirirler. Barton bir türlü senaryoyu yazamaz. Yine düş mü gerçek mi olduğunu bilmediğimiz bir karakter olan şişko kapı komşusu Charlie Meadows da Barton’a yazamama serüveninde eşlik edecektir.
Barton çıktığı güreşçi filmi yazma serüveninde ünlü bir yazarla ve onun sekreteriyle tanışacak ve ilham almaya çalışacaktır. Coen Kardeşlerin bize sezdirmeden doğrudan içine attığı yeni karakterlerle Barton ilişkisi hızlı gelişecek ve sekreterine büyük bir ilgi duyacaktır. Barton’ın hayatında hiç kimsenin olmaması onun yalnızlığı ve güçsüzlüğü, ona göre çok güçlü olan sekreterin ölmesiyle daha da gün yüzüne çıkmakta Coen Kardeşlerin olmazsa olmazı suç sosunu da filmimize eklemiş bulunmaktadır.
Küçükken TRT’de denk geldiğim film başlamadan önce sinema eleştirmenlerinin film, yönetmen ve oyuncular üzerine olan sohbetleri film bir an evvel izlemek için içimde büyük bir heves doğururdu. Coen Kardeşler gibi net tarzı olan yönetmenlerin filmini de izlemeden önce bu tarz bir sohbeti dinlemiş olmak filmden keyif alma açısından eminim yönetmenin tarzına alışık olmayanlar için faydalı olacaktır. Barton gibi hepimiz hayatta bazen tıkanma yaşayıp, şartların bizi istemediğimiz seçeneklerle yalnız bıraktığı durumlarla yüzleşiyoruz. Bu tarz bir durumla karşılaşıp yaratıcı çözümlerini arayanlar olursa, umarım fikir duvarları sökülen kasvetli yalnızlık duvarlarından uzak durarak kendilerini Barton’ınkinden daha çabuk bulurlar. İyi seyirler.