Esra Kahya’nın ilk kitabı “Benim Rüyalarım Hep Çıkar” 12 öyküden oluşuyor. Esra Kahya öykülerini, hurafelerle harap edilmiş çocukluk ve gençliğe mistik bir başkaldırı ile donatmış adeta. Her birinin havası birbirinden dokunaklı, fakat lezzetli öyküler önce okunmayı sonra çözümlenmeyi bekliyor…
BERİL BOZDOĞAN
Mavinin en sevdiğim tonu bir kapak; Prusya mavisi ile donanma laciverti arası bir renk kodu kullanılmış. Şamanizm esintilerinde çizgiler; doğa anayı ve spiritüalizmi çağrıştıran bir illüstrasyon. Sanatçı Seda Mit’in kapaktan “beni al” diye çağıran tasarımı… Kapağa vuruldum.
“Benim Rüyalarım Hep Çıkar” başlığında, her gecenin sabahında “beynimin içinde ne acayip hikâyeler dönüyor” diyen herkesi vuracak o cümle. Kitabın ismine de vuruldum.
Değerli Tülin Kozikoğlu’nun yüz yüze eğitiminde tanıştığım, İletişim Yayınları ile sektörde yetkin bir isim olan değerli Dilek Büyük’ün paylaşımında bu kapağa ve isme rast geldim. Hemen ihtiyaç listeme aldım.
İstanbul Tüyap Kitap Fuarı’nda kitabı elime aldığımda dikkatimi ilk çeken şey, arka kapaktaki kısa ve fakat güçlü cümlelerdi. Eve geldim, çocuklar uyuduktan sonra evin sessizliğinde kapağını açtım. İlk öykü “Mercan’ın Saçları.” İlk beş cümleyi okudum. Aynı şekilde kısa ve vurucu. İçimden “Artık kısa cümleler kuruyorum” söylemeye başladım. Kitabıma eşlik edecek şarkıları da seçtikten sonra battaniyemin altına kuruldum.
12 öyküden oluşan bir kitap. İlk öyküyü okudum, kitabı bir solukta bitirmeyeceğimi anladım. “Mercan’ın Saçları” öyküsündeki saçların acısını kafa derimde hissettim. Bu topraklarda, bu öyküden buram buram çıkan deliliğe şahit olmamış var mıdır acaba? İkinci öyküyü okudum, kitabı yine kenara koydum. Bu kez hissettiğim öfkeydi. Yine bizim topraklara özgü bir tanıdıklık. “Cahilliğin, hadsizliğin, gelenek göreneklerin ağır çirkinliğinin minik örnekleri işlenmiş öyküler seçkisi” dedim, içimden. Çocukken büyüklerimizin, artık gerçekten inandıkları için midir yoksa bizi hizaya sokmak için midir bilemem, anlattıkları doğa üstü korku hikâyelerinin içerdiği hezeyanlara inandığımız saftirik zamanlarımıza bir gittim geldim.
Hurafelerle harap edilmiş çocukluk ve gençliğe mistik bir başkaldırı ile donatmış Esra Kahya öykülerini. Her bir öyküde ama az ama çok değinilmiş batıl inançlar bana zamanda yolculuk yaptırdı. “Gece tırnak kesilmez”, “klozete saç atılmaz” yalnızca hatırladıklarımdan iki tanesi. Ne enteresandır ki büyüdükçe çoğunun altında rasyonel bir anlam bulmuşumdur. Kör kandilde tırnakla birlikte et parçasını da kesme riskini eskiler “sana büyü yaparlar” diye açıklardı. Kanalizasyon filtresine takılmadan denize dökülecek saçların karetta karettaların yüzgeçlerine dolanıp da kangren ettiğini hayal etmişliğim vardır mesela. Oysaki eskiler bunu “tuvalet gece üç harflilerin evidir; klozete saç atarsan yemeklerine düşer, sinirlenir sana dadanırlar” diye anlatırdı.
Şamanizme bulanmış hurafeleri ayırt edemeden büyüdük biz. Merdiven altından geçmemek en mantıklısı mesela. İş güvenliği önemli fakat o iskeleler, dış cephe tadilatlarında az çökmedi. KYK yurtlarında asansörler düşüyor her hafta hâlâ mesela; sene olmuş 2023…
“Kara kedi uğursuzluk getirir” gibi mantığa oturtamadığım inanışlar da var tabii. Bunu kültürümüze dayandırmak için Şamanizm üzerine okumaları sıklaştırmak gerekebilir; ki yazarımızın hem kültürümüze hem gelenek göreneklerimize hem de mistisizme aşina hatta hâkim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Dönelim öykülere… Beş duyunun hepsine dokunan fakat en çok da koku tarif eden metinleri seviyorum. Koklamadığın bir şeyin kokusunu duyumsamak mümkün mü? İşte böyle metinlerle mümkün gerçekten de. Seçkide bir öykü var ki, iki cümlede bir kitabın kapağını kapadım nefeslenmek için. “Şeytan Aldı Götürdü”, Pembe’nin öyküsü. Gözlerimin mecazen değil fiilen dolduğu öykü. “’Konuşamasan da göster, şeytanın adını göster. Numarasını tut aklında, soran olursa.’ Pembe’ye soran olmadı.”
Yazarın dili kullanımı çok ustaca. Sesteş kelime oyunları olsun, öykülerin geçtiği atmosferi yaratan üslubu olsun, metafor ve sembolleri kullanma yoğunluğu olsun; hepsi öykü seçkisinin bütününü mükemmelleştirmeye yönelik ve yerli yerinde.
Yasın deliliğe bulanmış halini yansıtan öyküler de mevcut. Deliler de boşa delirmiyor ya. Aklı başındakilere ne denli korkutucu görünürlerse görünsün, bir de dalga geçenlere veya görmezden gelenlere bir iki cümleyle değinmiş yazar. İnsan, insanlığını tam olarak nerede, ne zaman yitirdiğini sorguluyor.
Her birinin havası birbirinden dokunaklı fakat lezzetli öyküler okudum. Bir kitap kulübünde bu öyküleri çözümlemek acayip keyif verir mesela. Veya benim yaptığım gibi evin sessizliğe büründüğü saatlerde bir battaniye altında, loş ışıkta zamanda yolculuk niteliğinde okunabilir. Yazar Esra Kahya’nın ilk kitabı fakat son olmayacağına eminim. Şimdiden okuyacak herkese keyifli okumalar dilerim.
Beril Bozdoğan
Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra ilk çocuğunun doğumuna kadar aktif olarak teknolojik danışmanlık ve eğitim sektörlerinde çalışmaya devam etti. Üniversite ve iş hayatı boyunca asıl ilgi alanı olan sanat tarihi, çizim ve yaratıcı yazma eğitimlerini sürdürdü. Anne olduktan sonra ise çocukluk hayallerinin peşinden giderek, edebiyata ve resim sanatına ağırlık verdi. “Blöf – Aşkın Aşınmış Hali” adlı romanın yazarı olar Beril Bozdoğan, eşi, çocukları Burç ve Boran ile İstanbul’da yaşıyor.