Bu çok yıkıcı bir ideoloji… Vatandaşlığı sadece “oy vermek” olarak görüp, kendimizi başka hiçbir şeye layık görmediğimizde deprem yıkıyor, sel alıp götürüyor, kimse hesap vermiyor ve ne yazık ki hiçbir sorun çözülmüyor.
“Devletimiz bizim yanımızda. Allah razı olsun. Biz yük olduk, hakkınızı helal edin.”
(Hastanede yatan depremzedenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sözleri.)
“Param yok, ne olur beni özel hastaneye götürmeyin.”
(Enkazdan çıkarıp ambulansa alınan depremzedenin sağlık ekiplerine söyledikleri.)
“Burası tatil köyü değil.”
(Tuvalet ve su sorunundan yakınan depremzedeye laf sokan başka bir depremzede.)
Ne zaman şehirli insanların varoluşsal sancıları üzerine bir şeyler yazmak istesem, beni alıp yerden yere vuran olaylar yaşanıyor ve birileri zihnime çivi gibi çakılan cümleler kuruyor. Böyle zamanlarda kendi küçük dünyam yetmiyor bana, kabuğuma çekilip kitap okumak, film izlemek, şarkı dinleyip kedilerimi sevmek şımarıklık gibi geliyor. Bunların da ihtiyaç olduğunu fark etmesem, yurdum insanını yutan değersizlik batağına saplanıp gideceğim. Özdeğerlerime sahip çıkayım diyorum, bu sefer de çaresizlik hissi ele geçiriyor.
Benim gibi hisseden insanlar adına, birbirimize sorduğumuz o soruya yanıt arıyorum: Bir şey yapabilir miyiz? Bu topraklarda birlikte yaşadığımız, aynı ülkenin kimliğini taşıdığımız, ortak dertlerimiz, kederlerimiz olmasına karşın kendisine ve tabi doğal olarak da size, bize, ötekine zerre kadar değer vermeyen insanlar için bir şey yapabilir miyiz? Hele de kimsenin bizden böyle bir talebi yokken…
Ortak noktası “değersizlik” olan üç cümleyi yazının başına koydum ki ilkine söylenmeden, ikincisine acımadan, üçüncüsüne kızmadan (ki bunları sosyal medyada bol bol yapıyoruz), elimizden geldiğince anlamayı deneyelim. Çünkü inanıyorum ki bizi birbirimize bağlayacak olan tek şey; anlamak, en azından anlamaya çalışmak.
Layık görmeme halleri
Psikolojide kendini önemsiz, yetersiz bulma, sevilmeye, başarıya, hatta haklı olmaya bile layık görmeme hissine değersizlik deniyor. Haliyle bu his devamında olumsuzluk, umutsuzluk, çaresizlik getiriyor. Uzmanlar “Kendi değerini başkaları üzerinden ölçmenin” bu duyguya temel oluşturduğuna vurgu yapıyor. Bu bilgiyi cepte tutarak, hemen her afet sonrası ortaya çıkan ve buram buram değersizlik kokan o cümleleri başka bir yer vere bağlamak istiyorum. Bireylerin kendilerini değersiz hissetme, layık görmeme hallerinin türlü türlü nedenleri olabilir ama yukarıdaki örneklerin gözümüze soktuğu çok önemli bir neden daha var: Vatandaşlık bilinci eksikliği.
Khan Academy’nin YouTube’da bir videosu var (1) “Vatandaşlık nedir?” sorusuna yanıt veriyor. Kavramı bir ülkeye odaklanmaktansa, genel olarak toplum ve siyaset bilimindeki şekliyle ele alan videoda ilk olarak hukiki bir tanım yapılıyor. Buna göre vatandaşlık; “Bir kimseye bazı haklar, sorumluluklar ve ayrıcalıklar getiren, o kimseyi devletin bir üyesi yapan hukuki statüdür.”
İyi vatandaş olmaktan da söz eden videoda bir de şöyle bir cümle var: “Demokrasilerin en iyi işlediği durumlar vatandaşların bilgili, aktif olduğu ve siyasi fikir alışverişine katıldıkları durumlardır.”
Özetle; bir ülkenin vatandaşı olmak beraberinde bazı haklar, sorumluluklar ve ayrıcalıklar getiriyor. İyi bir vatandaş toplumun bilinçli ve aktif bir parçası olmak demek.
Bir yere bir işaret koyup eve gitmek
Haklar!.. Sorumluluklar!.. Avantajlar!..Bunların ne yazık ki Türkiye’de pek çok insan nezdinde karşılığı yok. Bu karşılıksızlık belki de yaşadığımız tüm sorunların temelindeki en büyük eksiklik. Haklarını bilmeyen sorumluluk üstlenmiyor, sorumluluğun farkında olmayan ayrıcalıklarını hiç bilemiyor.
Tarih Öğretmeni Dan Falcone ve İngilizce Öğretmeni Saul Isaacson’ın dilbilimci, filozof, aktivist ve daha bir sürü unvanı olan Noam Chomsky ile yaptıkları bir röportaj var. (2) Hocalardan biri öğrencilerin vatandaşlığı sadece seçimlere katılmak olarak algılamasına dikkat çekince, Noam Chomsky bu saptamayı doğruluyor ve şöyle bir yorumda bulunuyor: “Vatandaşlık her dört yılda bir, bir yere işaret koyup eve gidip dünyayı başka adamların yönetmesine izin vermek demek. Bu çok yıkıcı bir ideoloji.”
Evet bu çok yıkıcı bir ideoloji… Vatandaşlığı sadece “oy vermek” olarak görüp, kendimizi başka hiçbir şeye layık görmediğimizde deprem yıkıyor, sel alıp götürüyor, kimse hesap vermiyor ve ne yazık ki hiçbir sorun çözülmüyor.
Yazının başlarında yanıtını aradığım bir soru vardı: “Bir şey yapabilir miyiz?” Galiba yapabileceğimiz en önemli şey vatandaşlık bilincini yerleştirmek. Bunu yapamazsak hiçbir şey değişmeyecek. Depremde yaralanan kendini devlete yük olarak görecek, enkaz altından çıkan parasının tedavisine yetip yetmeyeceğini düşünecek ve sorunlarını dile getiren, hakkını talep eden azarlanacak. Öyle ya burası tatil köyü mü?
- https://youtu.be/nZvaej0a6Ac
- https://chomsky.info/anti-intellectualism-terrorism-and-elections-in-contemporary-education/
Nilgün Karataş kimdir?
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olan Nilgün Karataş, uzun yıllar ekonomi gazeteciliği yaptı ve 1990 yılından bu yana Dünya, Günaydın, Akşam, Hürriyet BusinessWeek Dergisi, Para Dergisi ve Hürriyet Gazetesi’nde çalıştı. İletişim alanında eğitimler veren ve danışmanlık yapan Karataş, “Bir Solukta – Tükenmeyen Nefesle Geçen 50 Yıl” adlı kitabının yazarıdır. Halen DoMediLife’ın Genel Yayın Yönetmeni olan Karataş, SolunumTV’de “Hekim Hikayeleri” podcastini hazırlayıp sunuyor. Ayrıca, öykü, roman ve senaryo üzerine çalışmalarını sürdürüyor.