Killers of the Flower Moon (Dolunay Katilleri), Martin Scorsese tarafından yönetilen ve David Grann’ın aynı adlı kitabına dayanarak Eric Roth tarafından senaryolaştırılan bir film. Osage Ulusu’nun gerçek hikayesini anlatan epik bir suç draması.Bir yarda Osage Cinayetleri diğer yanda FBI’ın Doğuşu. Scorsese’nin mesaj yüklü film, insan doğasının kusurlarına da dikkat çekiyor. Mesla açgözlülüğe yenilmemiş, Osages kabilesine yardımcı olacak tek bir insanın bile olup olmadığını merak ediyorsunuz. Ya da düşünüyorsunuz; çekilen tüm acıları bitirebilecek bir kişi olsa o kişi siz olur muydunuz?
Alperhan Benlioğlu
Martin Scorsese yönettiği ve tabi ki çete üyeleri 😊 Robert De Niro ve Leonardo Di Caprio’nun oynadığı, 1800’lü yılların sonu 1900’lerin başında Oklahoma’da yaşanmış gerçek olaylara dayanan Killers Of The Flower Moon-Dolunay Katilleri; izleyiciye ABD’nin ırkçı beyazlarının kanlı ellerini anlatmayı amaç edinmiş bir film.
Ekim 2023’te vizyona giren filmin ismi ana temayı oluşturan Kızılderili kabilesi Osages’ın bahar çiçeklerini yok eden ve dolunay zamanı ortaya çıkan yabani otlardan gelmekte. Orijinal ismi “Killers of the Flower Moon: The Osage Murders and the Birth of the FBI” olan David Grann’in romanından uyarlanmış olan Dolunay Katilleri topraklarında petrol çıkmasıyla zenginleşen Otages kabilesinin başlarına gelen katliamları suçluların gözünden anlatan pek çok Scorsese sinema özelliğini de barındıran bir yapıt. Her filminde olduğu gibi çıkış ve çöküş yaşan karakterler, suç, kendisinin mutlaka bir sahnede gözükmesi, etkileyici müzikler ve tabi ki de tepe çekimleri bu filmde de mevcut.
Filmimizde, ABD’nin ülke bazında petrol sahibi olan ülkelere çektirdiği acıları bu kez de Kızılderili kabilesinin yaşadığı acılar üzerinde görmekteyiz. Güç erkek karakter olan Robert De Niro oldukça kötü bir zengin rolünde. Leonardo ise taşralı bir genci canlandırmaya çalışırken eşin rolünü ise gerçek bir Kızılderili olan Lily Gladstone üstlenmekte. Filmi izlerken sevgili Leo’nun hala Wolf Of Wall Street’teki borsa simsarı havasında bulduğumu ve taşralı rolünü pek de veremediğini düşündüm. Bunun tam tersi de Lily’nin başarılı performansının yeni filmlerle de devam edeceğini düşünüyorum.
Scorsese’nin mesaj yüklü filminde müzikleri ve görüntülerin gerçekten çok başarılı olduğunu belirtmek gerek. Ancak Andy Warhol’un da dediği gibi bir şey sürekli tekrarlanırsa etkisini azaltıyor. Filmin uzun olması ve benzer sahnelerin tekrarlanması bence hem yorucu olmuş hem de etkileyiciliğini düşürmüş. Film içinde dramatik boşluklarda var bana göre. Leo’nun eşiyle olan aşk durumunu filmin son sahnesine kadar çözemedim. Bir de Robert dedemizin ben 32. Derece Mason’um çıkışıyla Leo’yu küçük çocuk gibi poposundan tokatlamasındaki ironiyi mesajı anlayamadım diyebilirim.
Film boyunca ABD’deki ırkçılıkların yıllardır süre gelen ve insanlara ne kadar büyük acılara mal olduğunun düşünmeden edemiyor insan. Geçen sene George Floyd’un kameralar önünde bir polis tarafından boğularak öldürülmesi ırkçılığın sadece siyahilere yönelik sürdüğünü düşündürse de Dolunay Katilleri ABD’liler tarafından “Vahşi” olarak adlandırılan Kızılderililerin de acılardan bolca nasiplerini aldıklarını gösteriyor. Kitabında bu vesile ile FBI’ın kurulmasının ve olaylara nasıl müdahil olduğunun anlatılmasına rağmen filmde bu oldukça arka planda kalmış.
Tabi insanın düşünmeden edemediği bir nokta da; para açgözlülüğüne yenilmemiş, Osages kabilesine yardımcı olacak tek bir insanın bile olup olmadığı durumu. Tanık olduğumuz süregelen olan ne olursa olsun, çekilen tüm acıları bitirebilecek bir kişinin olduğu, onun da belki biz olabileceği hiç düşündünüz mü? Film boyunca düşünmeniz dileklerimle.