Döşeğimde Ölürken; Faulkner’in en güzel romanlarından biri olarak kabul ediliyor. Tam 15 anlatıcı ile çoklu bakış açısı tekniği ile yazılan bu roman; uzunlu kısalı, farklı olayların, farklı anlatıcıların olduğu 59 bölümden oluşuyor. Bu farklı bakış açıları gerçeklerin nasıl değişken olduğunu gösterip, okura kendi gerçekliğini yaratma imkânı tanıyor. Çok katmanlı, çok çatışmalı bu eser varoluşumuzu sorguluyor…
ELANUR US
Bu yazımda üslubu, kurgu yeteneği, karakter betimlemeleri, toplumsal ve insani sorunları bölgesel ölçekte ama derinlikle ele alması gibi sebeplerle yaşadığı dönemin en ünlü yazarlarından olan William Faulkner ve onun en önemli eserlerinden Döşeğimde Ölürken’den bahsedeceğim size.
William Faulkner 1949 yılında Nobel edebiyat, 1955 yılında Pulitzer ödüllerini kazanmış Amerikalı roman ve öykü yazarı. Genç yaşta askeri eğitim almasına rağmen -ne mutlu ki bize- edebiyatla ilgilenmeyi seçmiştir. Eleştirel fikirlere ve genel duyarlılıklara kayıtsızdır. 1897 yılında, Amerikan iç savaşından otuz iki yıl sonra Missisipi’de doğan yazar, realist romanın eksik kaldığını düşünen Amerikan modernistyazarların öncüsü sayılır. Babası, aynı zamanda yazar olan dedesinin inşa ettiği demiryolunda yönetici olarak çalışmıştır. William’ın doğumundan sonra ailesi Oxford’a taşınmıştır. Her zaman iyi bir okur olmasına rağmen okul hayatında zayıf notlar alan bir öğrenci olmuştur.
17 yaşındayken yazdığı şiirleri beğenen bir avukat arkadaşı, Faulkner’ı yazmaya teşvik etmiştir. 27 yaşına geldiğinde annesine ithafen yazdığı bir şiir kitabı yayınlanmıştır. Bu kitap istediği etkiye ulaşamadığı için şiir yazmayı bıraksa da düzyazılarında şiirsel etkiyi bolca kullanmıştır. 29 yaşında Aşk ve Ölüm’ü, 34 yaşında Kutsal Sığınak’ı, 52 yaşında Nobel ödülü aldığında Ses ve Öfke’yi, Döşeğimde Ölürken ve Abşalom Abşalom’u yazmıştır. Savaşı deneyimlemiş, hava kuvvetlerinde görev yapmış, yaralanmış, sık sık iş değiştirmiş ve tüm bu yaşanmışlıklarını yazım diline katarak romanlarını yazmıştır.
Yazı malzemelerini tarih ve mitlerle harmanlayarak yazan Faulkner’ın metinleri, okurken dikkat gerektiriyor. Yazdıkları geçmişi malzeme yaparken gelecekle de bağlantılı.
“Shakespeare, Honore de Balzac, Homeros 1000 ya da 2000 yıl daha fazla yaşasalardı, yayıncılar onlardan başka kimseye ihtiyaç duymayacaklardı,” diyerek benim en sevdiğim ustalara selam durmuştur. Sevdiği bu yazarlar gibi o da insanın düşüncelerini değil duygularını önceleyerek yazmıştır. Röportaj vermeyi sevmeme sebebini sert cevaplar verme ihtimalinin yüksek olmasıyla açıklayan sıra dışı bir kişiliktir. Aynı soruya başka başka cevaplar verebileceğini ya da hiç cevap vermeyebileceğini de söylemiş. Ne güzel özgürleşmiş.
Kutsal Sığınak için yayıncı bulamazsın dediklerinde eserin tamamını düzenlemiş ve yeni dizgi masraflarını kendisi karşılamış. Bu yüzden Kutsal Sığınak için: “Kitabı o zaman da sevmiyordum, şimdi de sevmiyorum,” demiş. Çok açık sözlü değil mi?
Ünlü yazar; yeniden dünyaya gelse kimsenin ondan nefret etmeyeceği, kıskanmayacağı, kimsenin ona ve onun kimseye ihtiyacı olmayacağı için bir şahin olmak istermiş. Posta memuru olarak çalışırken öğrencilerin mektuplarını dağıtmaz, dinsel yayınları çöpe atar ve pek çok mektubu da kaybedermiş. En sonunda iş sırasında çok kitap okuduğu için işten atılmış. Size enteresan bir insan olduğunu söylemiştim.
ABD Dış İşleri Bakanlığı görevlisi olarak 1954-1961 arasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde konferanslar veren yazar, 1962’de kalp krizi sebebiyle vefat etmiştir.
Döşeğimde Ölürken, XX. yüzyılın başlarında modernizm akımıyla birlikte kullanımı artan çoklu bakış açısı tekniği ile yazılmıştır. Bu çoklu anlatı; içindeki manevi boşluğa anlam vermeye çalışan modern dönem okuyucusuna, romandaki olayları farklı insanların bakış açısıyla değerlendirme şansı verdiği için romana da derinlik kazandırmıştır. Bilinç akışı ve iç monologla yazılmış eserde on beş anlatıcı var. Roman uzunlu kısalı, farklı olayların, farklı anlatıcıların olduğu elli dokuz bölümden oluşuyor. Bu farklı bakış açıları gerçeklerin nasıl değişken olduğunu gösterip, okura kendi gerçekliğini yaratma imkânı tanıyor. Çok katmanlı düşündüren eser çok doğrulu bir anlatıya sahip. Düşünceleri karmaşık olan kişilerin olduğu bölümler de karmaşıkken ruhu çalkantılı olmayanların bölümleri daha açık.
İnsanların ruhlarındaki kaos ve bunun sebep olduğu yıkımlarıölüm ana temasının etrafında işleyen bu tragedya, var oluşu sorguluyor. Ölümün yanı sıra aile olma, varoluş, komşuluk, ebeveyn çocuk ilişkisi gibi temalara da değiniyor.
Faulkner bu romanı bir elektrik santralinde çalışırken geceleri altı haftada yazmış. Bütün sıradan kullanımları sarsan bu deneysel roman ismini, Odysseia’nın on birinci bölümünde Agamemnon ile Odysseus arasında geçen Agamemnon’un karısı ve aşığı tarafından nasıl öldürüldüğünü anlattığı diyalogtan alıyor. Okurken en sevdiği üç yazardan ne güzel beslendiğini rahatlıkla hissediyorsunuz.
Size kitabın konusundan, her biri varoluşlarını gerçekleştirmeye çalışan karakterlerinden, olay örgüsünden hiç bahsetmiyorum çünkü her yerde kolaylıkla bulabilirsiniz. Bu yazının üstüne merak edip de kitabı okursanız ne mutlu bana.
“Analık kelimesini böyle bir kelimenin olmasını isteyen biri bulmuş çıkarmıştı, çünkü çocuğu olanlar bu söz varmış yokmuş pek umursamıyorlardı. Korku’yu da hiç korkmamış kişilerin bulduğunu anladım; gurur’u hiç gururu olmayanların.”
İletişim Yayınları, çeviren Murat Belge, sayfa 171
Elanur Us
Peyzaj Mimarlığı lisans ve yüksek lisans eğitiminin ardından edebiyat tutkusunu hayata geçirmek için girdiği İstanbul Üniversitesi AUZEF’de felsefe bölümü son sınıf öğrencisi. Çeşitli atölyelerde yaratıcı yazarlık, çocuk ve gençlik edebiyatı, çocuklarla felsefe, metin çözümleme, mitoloji ve psikoloji dersleri alıyor. 2015’ten beri kurduğu kitap kulüplerinin yürütücülüğünü ve çocuklarla etkileşimli kitap okuma atölyelerini sürdürüyor.