Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından olan Johann Wolfgang von Goethe’nin ilk romanı Genç Werther’in Acıları salt aşk acısını aktaran bir roman gibi değil; henüz 1770’lerde felsefeden psikolojiye, varoluşsal sancılardan kapitalizme, yaşamdan ölüme kadar çok farklı temaları işleyen bir deneme gibi de okunabilir. Hem de 1774 yılında yazılan ve geleceğe göndermeler yapan bir deneme…
BERİL BOZDOĞAN
“Nihayetinde sevdiğimiz şey arzulanan değil, arzudur.”
Nietzsche
“Haz odaklı, hedonist bir karakter ile mi karşı karşıyayız?” sorusu henüz ilk sayfada aklıma düşen ilk soruydu. İlk mektupta tanıştığımız karakterin kendini ifade ediş biçimi Dorian Gray’i anımsattı bana. Tabii Dorian Gray’in yazım tarihi 1890 iken Genç Werther’in Acıları 1774’te kaleme alınmış. Arada bir yüzyıldan fazla zaman var ki; bu da yaklaşık en az üç yüzyıldır edebiyatta hedonizmin geniş bir yer tuttuğunu bize anlatıyor.
Aynı zamanda duygu durumu uçtan uca savrulan, bipolardan muzdarip hedonist bir ressam ve sanatçı ile karşı karşıya olduğumuzu düşündürdü.
Ayrıca, Werther’in dünyada kendine en çok çocukları yakın bulduğunu okuduğumuzda, çocukların aslında en büyük hedonistler olduğunu; tüm dürtülerinin hayatta kalmaya paralel olarak arzuları ile ilintili olduğunu da hesaba katarak bu savın güçlendiğini düşünebiliriz.
Romana dair beni en çok etkileyen farkındalıklarımdan ilki şu oldu; Genç Werther’ın Acıları, benim okumaya başlamadan önce sandığım gibi salt bir aşk acısı metni değil. Şöyle ki; Honore De Balzac’ın Vadideki Zambak romanındaki veya Alexandre Dumas’nın Kamelyalı Kadın romanındaki gibi elbette alt metninde sosyal statülere, sınıf farklarına ve insan doğasına eleştirilere ve göndermelere yer verilmiş olsa da merkeze aşk acısını almış romanlara bir örnek olacağını sandığım bu metin Goethe’nin felsefi kimliği ile beni yanılttı.
Bu özelliğiyle, ana hedef kurgu olmaksızın; bir roman kurgusu vasıtasıyla felsefi düşüncelerin, psikoloji biliminin, varoluş sancılarının, kapitalizmin, yaşam, anlam ve ölüm temalarının cevap arayışlarının vurgulanmak istendiği bir deneme tadı verdi bana. Özgüven, arkadaşlık ilişkileri, aile bağları, intihar düşüncelerinin temelini oluşturan bakış açıları gibi insanın kendini anlama arayışı yoğun olarak işlenmiş. Karşılanmamış arzuların, fiziksel bir hastalıkla eşdeğer tutulduğunu da ilk kez burada görüyoruz. 3 Kasım tarihli mektup ise adeta çöküşün başlangıcını simgeliyor.
İş Bankası Kültür Bankası Yayınları’nın Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi baskısında sayfa 43’e geldiğimizde, duvarda asılı duran tüfekle ilgili bir muhabbet okuyoruz. Bu bana Anton Çehov’un “bir öyküde duvarda asılı bir tüfek varsa er ya da geç patlamalıdır – patlayacaktır.” sözünü hatırlattı. Fakat buradaki etkileyici güzellik, Anton Çehov’un 1860 yılında doğmuş olması! Yani Çehov, bu kitabın yazımından yaklaşık 100 yıl sonrasında bile yalnızca 14 yaşında bir ergendi.
Okuduğumuz bu sahnenin hemen ardından Werther’in “kontrol dışı bir hareketle tabancanın namlusunu sağ gözümün üstünde alnıma dayadım” cümlesine denk geliyoruz. Bu da romanın sonuna bir foreshadowing (bir filmde ya da bir romanda bir romanda, gelecekte olacaklar hakkında bazı ipuçları verme)olarak değerlendirilebilir. Teknik detaya girdiysek, buradan romana teknik açıdan bakmak da isterim.
Dikkatimi çeken bir diğer noktada leitmotif (romanın farklı bölümlerinde, çeşitli nedenlerle tekrarlanan ifade kalıbı) olduğu çevirmen tarafından da dipnotta verilmiş olan “sınırlanmak” ifadesi, mesleklerin getirisinin yalnızca yeniden tüketime yönelik kullanıldığını görüyoruz. Burada da teknik, kapitalizm eleştirisine araç olarak değerleniyor.
Kapitalizm ile ilgili ilk vurgu henüz 9’uncu sayfaya kadar başlarda karşımıza çıkarken, “ikinci kitap” başlığıyla başlayan bölümde iyice önem kazanıyor ve Werther’ın, soyluların katılacağı akşam yemeğinden tabir-i caizse “kovulması” ile sınıf farklılıklarını iyice yüzümüze vuruyor.
Bir başka teknik detay, Homeros – Odyssea alıntıları ve atıfları öyle fazla ki, Goethe’nin bu eseriyle Metinlerarasılık yarattığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliyoruz.
10 Ağustos tarihli (sayfa 42) mektupta ilgimi fazlasıyla çeken bir konu var ki değinmeden edemeyeceğim. Lotte – Albert – Werther üçlüsü arasındaki ilişkide Albert tarafında kıskançlık duygusunun eksikliği, özellikle bahsedilen yıllara olan algımız açısından kalıplarımızın dışında.
Alkent’teki Minoa Cafe’ye gidip de müzik eşliğinde kitabı okumaya oturmadan önce yaptığım alışverişte Psikoterapist Adam Phillips’in “Tekeşlilik” kitabını satın almıştım. Kendi yazarlığımda iyi bir kaynak kitap olacağını düşünmüştüm. Kitabın arkasındaki tanıtımın ilk cümlesi “iki kişiden ancak arkadaş olur; çift üç kişiden oluşur” idi. Bu görüş aynı zamanda Psikanalist Jacques Lacan’ın aşk üçgeni olarak nitelendirilebilecek tanımını da doğruluyor. Lacan’ın görüşü de şu ki; bir aşkın oluşması için bir arzu edilen nesne (kişi), bir arzu eden ve onunla yarışan başka bir arzu eden nesne (kişi) olmalıdır. Edebiyatta – klasik edebiyatın erken döneminde çokeşlilik ima eden bir aşkı ilk kez okumuş olabilirim. 1774’te yazılmış olmak için epey modern duyulan; Lotte ve Albert’e “sevgililerim” gibi bir hitapla 10 Şubat (sayfa 66) mektubunda karşılaşıyoruz.
Henüz psikoloji insanlığa bilim dalı olarak girmemişken, Dostoyevski vasıtasıyla Raskolnikov karakteri üzerinden psikanaliz okumadık mı? Burada da durum aynı. Bu sebeptendir ki Freud her daim psikoloji biliminin atasının edebiyat olduğunu vurgulamıştır.
Yine de Lotte’ye dair merak etmekten vazgeçemediğim bir şey var ki, o da neden Werther’in aşkının büyümesine izin verdiği; hem de geçmişinde Heinrich gibi bir örnek varken…
Beril Bozdoğan
Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra ilk çocuğunun doğumuna kadar aktif olarak teknolojik danışmanlık ve eğitim sektörlerinde çalışmaya devam etti. Üniversite ve iş hayatı boyunca asıl ilgi alanı olan sanat tarihi, çizim ve yaratıcı yazma eğitimlerini sürdürdü. Anne olduktan sonra ise çocukluk hayallerinin peşinden giderek, edebiyata ve resim sanatına ağırlık verdi. “Blöf – Aşkın Aşınmış Hali” adlı romanın yazarı olar Beril Bozdoğan, eşi, çocukları Burç ve Boran ile İstanbul’da yaşıyor.