Christopher Nolan imzalı 2014 yapımı Interstellar (Yıldızlararası) sadece bilimkurgu değil, ustalıkla kurgulanmış bilimkurgu sahnelerinin temelinde, sevgi ve hislere dayalı, varoluş ve Evren’le ilgili derin mesajlar içeren duygusal bir film. Filmin felsefi ve tasavvufi bakış açısı ile izlediğimizde verdiği birçok mesajdan birinin de “sevgi” olduğunu görürüz. Filmi izledikten sonra şu sorunun yanıtını arayabiliriz: Sevgi, zaman ve mekanı aşabilir mi?
FARAH NASSER
Yıldızlararası, Christopher Nolan imzalı bir belgesel değil, bilimkurgu filmi de değil… Interstellar, ustalıkla kurgulanmış bilimkurgu sahnelerinin temelinde, sevgi ve hislere dayalı, varoluş ve Evren’le ilgili derin mesajlar içeren duygusal bir film. Aslında bu film bize hislerin sandığımızdan daha önemli ve karmaşık olabileceğini anlatıyor. Interstellar, bilimsel konularla edebiyatı, psikolojiyi, felsefeyi harika bir bağlamda birleştiren, aynı zamanda tasavvufi öğeler taşıyan bir film.
İzlemeyenler için filmin kısaca konusuNİ şöyle özetleyebilirim;
Günümüze yakın bir zaman diliminde geçen filmde, Dünya artık insanların yaşaması için gerekli şartları sağlamaktan uzaklaşmıştır. Ekinler ölmekte, insanlar yiyecek bulmakta zorlanmaktadır. Salgın bir bitki hastalığı, insanlığın bütün tarım ürünlerini yok etmiştir. Bu nedenle atmosferde yoğun miktarda azot birikmiş ve bu da oksijen seviyelerini hızla düşürmüş, geniş ve etkili kum fırtınaları insanların yaşamını zorlaştırmıştır. Bu sebeplerden insan popülasyonu büyük oranda kırılmış ve dünya yaşanılmaz bir hale gelmiştir. Filmde, insanlığın içinde bulunduğu distopya, etkili sahneler ve diyaloglarla başarılı bir şekilde veriliyor.
Filmde, tüm dünya yiyecek bulma sorununa odaklanmışken uzay çalışmaları artık gereksiz ya da zaman kaybı olarak görülüyor. Bu sırada kapatılan NASA’dan kalma bir avuç bilim adamı Dünya dışında yaşanabilecek yerler keşfetmek amacıyla çeşitli gezegenlere astronotlar gönderiyorlar. Bu önden gönderilen astronotların bir kısmının Dünya’ya gönderdikleri verilerden yola çıkarak en iyi koşullara sahip olan gezegende yeniden bir yaşam başlatmayı hedefliyorlar.
Eski ve yetenekli bir NASA pilotu olan Cooper, 15 yaşında oğlu (Tom Cooper), 10 yaşında kızı (Murphy “Murph” Cooper) ve kayınpederi ile birlikte bir tarla işletmektedir. O artık bir çiftçidir. Cooper’ın kızı Murphy, odasında bir hayaletin kendisi ile iletişim kurduğunu düşünmektedir. Bir toz fırtınasından sonra, Murphy’nin yatak odasının zemininde açıklanamayacak şekilde garip toz desenleri belirir. Murphy anomaliyi bir hayalete bağlar. Cooper sonunda desenlerin yer çekimi değişimlerinden kaynaklandığını ve bunların coğrafi koordinatları temsil ettiğini düşünür. Tozlar üstünde kalan ikili sistemde yazılı koordinat, Cooper ve kızını NASA’nın gizli bir üssündeki Profesör John Brand’e yönlendirir. Profesör Brand’in “Onlar” dediği, uzaylı bir zekânın Satürn yakınında bir solucan deliğini açtığını, bariz bir şekilde başka bir galaksiye geçerek yaşanabilir yeni bir gezegen bulmamız için bir umut verdiklerini söyler. NASA’nın “Lazarus görevleri” dedikleri operasyon sonucu, dev kara delik olan Gargantua yörüngesinde üç adet potansiyel yaşanabilir gezegen tanımlamıştır; Miller, Edmund ve Mann gezegenleri, isimlerini keşif için giden astronotlardan almıştır. Cooper’ın pilotluğunu yaptığı Endurance uzay aracı ile beraberindeki astronotların görevi, bu gezegenlerdeki uzay istasyonlarından gelen veriye dayanarak hangi gezegenin yaşanabilir olduğunu bulmak olacaktır. Mürettebat, bilim adamları Dr. Amelia Brand (Profesör Brand’in kızı), Dr. Romilly, Dr. Doyle ve robotlar TARS ve CASE’ten oluşmaktadır. Cooper, ayrılmadan önce perişan hâldeki Murphy’ye, geri döndüğü zamana göre zamanlarını karşılaştırması için kol saatini verir.
Bundan sonrası ise filmi izleyenler için felsefi ve tasavvufi bir film okumasıdır. Tabi kendi bakış açımdan…
Aydınlığa karanlıktan ulaşılır
Christopher Nolan, Interstellar’da yeniden doğuş miti ve karanlığın aydınlanması fikrini, metaforlar ve felsefi anlatımlarla katman katman örmüş. Filmde gönül gözüyle görmeyi bilene tasavvufi öğeler de mevcut.
İlk derin mesaj, kitaplık ve kitaplar;
Kitaplık ve raflardaki kitaplar bilgiyi (hakikati) işaret etmekte. Kitaplıktaki uzay aracı maketi ve kitaplığı kaplayan toz, üzeri örtülmüş, saklı bilginin, bir gün evrenin derinliklerine ışık tutabileceğini simgeliyor (Yüzyıllarca üzeri toprakla örtülmüş Göbeklitepe’nin, gün ışığına çıkması ve tarihe, insanlığa ışık tutması da ilginç bir benzerlik).
Yıllarca uzay aracı pilotluğu üzerine eğitim almasına rağmen uzayı hiç deneyimlememiş olan Cooper (Mathew McConaughey), bilgiye (hakikate) ancak bir yolculuk yaparak ulaşıyor. Karşısına çıkan bu zor görev, aslında Cooper için bilgisini deneyimleme imkânı da sunuyor. Bilimin desteği ve mühendislik bilgisiyle yola çıkan Cooper’ın onca yol ve deneyimin ardından vardığı yer ise kitaplığın arkası oluyor. İşte bu çok heyecan verici: “Bilginin varlığına ancak bilginin ardına geçersen tanıklık edersin.” Bilgelik bilgi ile değil, o bilginin ötesini görebilen göz ile geliyor. İlk saniyeden başlayan bu yolculuğun hikâyesi kitaplığın ardında, bilgiden bilgeliğe geçiş ile son buluyor.
Kızı Murphy’nin filmin başlarında babasına (Cooper’a) “seni hayalet sandım” demesi ve filmin sonunda her ikisinin de hayaletin Cooper (babası) olduğunu anlamaları, kişinin bilgiye (hakikate) ulaşmasının, önce kendini bilmekten geçtiğine dair derin bir mesaj veriyor.
Bu bağlamda yaşamın kendisi -Aristoteles’in ifadesiyle- doğal olarak bilme isteğine sahip olan insan için, bir yolculuk halidir. Felsefeyle tasavvufun kesiştiği bu “bilme” isteği, kendini bilmektir. Yunus Emre’ye atıfla söyleyecek olursak “ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır.”
İkinci derin mesaj, yol ve yolculuk;
Cooper uzayın derinliklerine doğru bilinmeyen bir yola çıkıyor… Cooper’ın cesaret göstererek çıktığı bu yolculuğun, dünyayı kurtarmak gibi klişe bir kahramanlık hikayesinden daha derin bir anlamı var. Cooper, Dünya’nın durumu ne olursa olsun bilimin engellenmesine rahatsızdır. Bunu filmde veli görüşmesi sahnesinde çok net görüyoruz. Cooper’ın bu yolculuğa çıkma dürtüsü, hakikate ulaşma ve insanlığa bu bilgiyi aktarma isteği. Aslında yaşam amacını kaybetmiş birinin özüne yolculuğudur.
Felsefe ve tasavvufta ortak bir metafor olan “sefer” (Yolculuk) kavramı, her iki disiplinde birbirine yakın anlamda bilgeliğe, hakikate yönelen kişinin bîrundan derûna (dıştan içe) ve enfûsten âfâka (sübjektiften objektife, bir anlamda nefisten hiçliğe) yaptığı akli ve manevi yolculuğu ifade eder. Sefer kavramı, felsefede insanın doğal olarak özlem duyduğu hakikati ararken ortaya koyduğu entelektüel çabalar, yaptığı aklî soruşturmalar, düşünsel yolculuklar ve sonsuz olan bilgelik yolunda kuşanması gereken “yolda olma” halidir.
Bu yolculuk aynı zamanda insanın varlığını ve yaşamını anlamlı hale getiren varoluşsal bir edimdir. Sefer veya yolculuk kavramı, bu anlamıyla, insanın kendi özünü ve hakikati bulma arayışını ifade etmek üzere tasavvufta ve felsefede sıklıkla kullanılan bir metafordur.
İnsan bu yolculukta kim olduğunu sorgulayan, nereden geldiğini ve nereye gideceğini öğrenmeye çalışan, kendini tanıdıkça da ait olmadığını anladığı bu alemde, asıl vatanını arayan bir misafirdir.
Üçüncü derin mesaj, teslimiyet;
Cooper, kurtarıcı olarak çıktığı yolculukta, duygusal olarak yenilip durduğu bir döngüye giriyor. İlki, evden ayrılırken kızı ile vedalaşamadan buruk bir kalple uzaklaşmasına denk gelmekte. Burukluk hissi, ulaştıkları ilk gezegende hayat imkanı bulunmaması ve bir sonraki varış noktasında hayatta kalma güdüsüyle insanlığını bırakan Dr. Mann (Matt Damon) tarafından aldatılması ile perçinleniyor. Fakat Cooper bu son macera ile çoğu kahramanın geçtiği yoldan geçerek akıllanıyor. Yaşatmanın yaşamaktan üstün olduğunu anlayarak kendini evrenin şefkatli kollarına bırakan Cooper, yenilgiyi kabul edip bilgeliği eline aldığı an, kendini ve dünyasını kurtaran adımı atmış oluyor.
Cooper, yolculuğu boyunca tek tek korkularıyla, kaygılarıyla, kırıklıklarıyla, güvensizlikleriyle sınanıyor, yüzleşiyor. Bu hislerinden arındıkça teslimiyet geliyor. Bilinmeyene, kendinden büyük olana teslimiyet. Filmin sonuna doğru Cooper kendini ufkun ötesine, Gargantua denen büyük karadeliğe bırakıyor.
Tasavvuf, dünya imtihanımızın kalbe zarar veren sıkıntılarından bizi sakındıran, koruyan ve iyileştiren manevi bir terbiye metodudur. Hakikate kayıtsız şartsız teslim olmayı gerektirir. Kaldı ki tasavvuf yoluna ancak hakikate teslim olarak girilebilir. Bu sebeple yolun başı, yani tasavvufun t’si, ilk ve en önemli şartı olan teslimiyettir.
Dördüncü derin mesaj, zaman ve mekan bükülmesi. Karadelik (Öz);
Film, bu sorunu şu anda gerçekten de Evren içerisinde aşırı hızlı seyahat için tek umudumuz gibi gözüken solucan delikleriyle çözüyor. Einstein’ın Görelilik Teorisi’nin çıkarımlarından birisi; bir solucan deliğinin, uzay-zaman düzleminin bir noktasını tamamen ayrı bir bölgedeki bir diğer noktasına doğrudan bağlayan kanallar olduğu düşüncesidir. Filmde solucan delikleri, bir kağıdı elinize alıp, iki kenarını birbirine değecek şekilde katladığınızda, birbirine değen uçlar arasında seyahat edebilmeniz şeklinde anlatılmaktadır. Filmin büyük bir kısmı, Kip Thorne tarafından yaratılan denklemlerle ekrana taşınan dev bir karadelik (Gargantua) etrafında geçiyor.
Cooper’ın bilinmeyenlerle dolu yolculuğu, bir karadeliğin içine çekilme arzusuna dönüşüyor. Karadelik, karanlık ve yokluk maskesini indirdiğinde, işte orada, insanın kendi zihninin aydınlığı bulunuyor. Bilinçaltının bir derin kuyu olduğunu psikanaliz sayesinde biliyoruz. Bu derin kuyu – bu karadelik- bir sadelik ve zarafetle aşıldığında insan bilincine açılıyor. İnsan bilinci, kendi ışığında kendi küçüklüğünü görüp, kendi varlığının en büyük farkındalığı ile kucaklaşıyor. Bu sahneyi Nolan, Cooper’ın dilinden açıklıyor: “Bizi buraya ‘onlar’ getirmedi. Buraya biz geldik.” Kendimiz. Öz. Kendi varlığını fark ettiği an Cooper, dönüş yolu için kapıyı da aralamış bulunuyor. Zaman, mekâna dönüşüyor. Zamanın mekânlaşması ile varılmak istenen yer ise anlamaya uğraştığımız 5. boyut yani bilinmezlik sahası. Karadelik, bilinçaltı oluveriyor bu metaforla: Zamanın büküldüğü, dışarıyı içeriye bağlayan bir tünel.
Tayy-İ Zamân, Tayy-İ Mekân
Tasavvufta bu kavram; bir velinin, yaşadığı zamanın dışına çıkarak daha önce meydana gelmiş hadiselerin yaşandığı döneme gitmesidir… Tayy; dürülmek, kat etmek gibi anlamlara gelir. İkisini birleştirip de yalın olarak tercümesini verdiğimizde; zamanı ve mekanı kat etmek, dürmek (Karadelik) anlamına gelir.
Beşinci derin mesaj, sevgi;
Bir diğer derinlikte tüm evreni, zamanı, mekânı, boyutları ve konumları tek hamlede yenen ve en ulaşılabilir olan: Sevgi.
Cooper ve Brand, yolculuk sırasında iki olası gezegenden hangisine gidecekleri konusunda bir fikir ayrılığı yaşarlar. Gezegenin birisinde Brand’in aşık olduğu kişi bulunmaktadır. İşte buradan hareketle onun ağzından aşk hakkında şunları duymaktayız: “Aşk bizim icat ettiğimiz bir şey değil. Çok güçlü ve ölçülebilir bir şey. Bunların bir anlamı olmalı. Ölmüş insanları bile sevdiğimize göre belki aşk bizim algılayamadığımız bir üst boyutun kanıtı ya da eseridir.
Aşk; bilinçli olarak zaman ve boyutların ötesine geçirebildiğimiz tek şeydir.” Evet, sevgi, yerçekimini, zamanı ve boyutları aşabilen yegâne unsurdur.
Filmde Dr. Brand’in (Anne Hathaway) doğru gezegeni bulması, Murphy’nin, koordinatları başka boyuttaki babasından alarak çıkış yolunu bulması ve geleceği kurtarması, işte bu sevgiden geçiyor. Birbirine kavuşmak için evrenin derinliklerinden geçip ayrıldıkları noktaya dönen baba-kız, onları ayıran zamanı aşarak bedensiz bir kucaklama yaşıyor. Murphy’nin, babasını anlamak için babasının ayrıldığı yaşa bastığı doğum gününde başladığı barışma ritüeli, ayrıldıkları noktada kitapların arasındaki kavuşma ile son buluyor. Onları sevgi buluşturuyor.
Tasavvufi açıdan bakacak olursak; sevgi, insanlarda yaratılıştan itibaren var olan ve onları hakikate ulaştıran bir duygudur. Bu, insanda bir tohum halindedir. Kalpte bulunan bu muhabbet tohumu, nasıl olsa inkişafını tamamlayacaktır (meydana çıkacaktır) ama bir zamana ihtiyaç vardır. Allah nazarında zaman ve mekan olmadığı için bu husus O’nun açısından önemli değildir. Fakat insan için önemlidir.
“En büyük ibadet sevebilmektir.” Yunus Emre.
Son anahtar kelime, STAY (Kal);
Bu kelime filmin başında ve sonunda ortaya çıkıyor. Filmin başında Murphy, odasındaki hayaletin mesajını çözdüğünü ve STAY (kal) kelimesi olduğunu söylüyor. Babasının gitmemesini, kalmasını istiyor. Filmin sonunda aslında bu mesajı Cooper’ın kızına, odayı terk ederken kalmasını istediği için gönderdiğini anlıyoruz. Murphy bu mesaja güveniyor ve odada kalıyor. Murphy “bir his” ile hareket ediyor ve saat yoluyla babasının gönderdiği şifreyi çözerek insanlığı kurtarıyor.
Cooper ise kızına güvenmemişti, mantığına sığmayan hayali bir hikaye olduğunu düşünerek bırakıp gitmişti. Filmin sonunda hakikati gördü. Kuantum verilerini saate yükledi ve kızının çözeceğine tereddüt etmeden güvendi.
Güvenmek, tevekkül, tasavvufta da önemli bir makam olarak yer almaktadır. Tevekkülde, mutlak güven ve teslimiyet esastır.
Cooper, bilgiyi, onca yol kat ettikten sonra aslında kızının STAY (kal) dediği odada, kitaplığın arka yüzünde buluyor. Tıpkı Simyacı’daki Santiago’nun, hayatın anlamını (hazineyi) evinden çok uzaklarda, Mısır çöllerinde arayıp, sonunda yine evinde bulması gibi. Burada STAY (kal) kelimesi, hakikati uzaklarda, dışarıda değil özünde ara mesajını veriyor. Tam burada, “dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır” diyen Jung’u anmadan geçmek istemedim.
Sonuç olarak, Interstellar filmi izleyenin zihnine ve ruhuna anlamlı çentikler atıyor… Hayatın, zamanın, yaşadığımız dünyanın (evimizin) ve sevginin anlamını sorgulatıyor.
Şimdi kendinizi Cooper’ın yerine koyun ve kitaplığın arkasından geçmişe baktığınızı düşünün.
Sevgide kalın…
Farah Nasser
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi, Sahne Görüntü Sanatları, Dekor ve Kostüm Bölümü mezunudur. Reklam ve iletişim sektöründe 32 yıllık profesyonel iş tecrübesinin yanı sıra uluslararası firmalarda marka danışmanlığı yapmaktadır. Halen bir reklam ajansında Yaratıcı Grup Direktörüdür. Fotoğrafçılığı ve yazarlığı tutkulu bir hobi olarak devam ettirmektedir. Lübnanlı bir baba ve Türk bir anneden oluşan ailesinde 3 dil birden konuşulduğu için; Türkçe, Arapça ve İngilizceyi aynı anda öğrenmiştir.
En sevdiğiniz Nolan filmi hangisi?
Çağdaş sinemanın önde gelen isimlerinden Christopher Nolan, 1998 yılında çektiği ilk uzun metrajlı filmi “Following” ile başlayan kariyeri, “Memento,” “Batman Üçlemesi,” “Inception” (Başlangıç), “Interstellar” (Yıldızlararası), “Dunkirk” ve elbette son eseri “Oppenheimer” ile zirveye ulaştı. Suare Dergi olarak biz de Nolan’ın filmlerini gösterim tarihine göre sıraladık. Sizce bu sıralama nasıl olabilirdi?
NİLGÜN KARATAŞ
Nietzsche’nin ‘Üstinsan’ı ve Nolan’ın ‘Onlar’ı
Nolan filmleri üzerine, türlerine göre okumalar yapılabilir. Aynı zamanda atıfta bulunduğu felsefi temalar üzerinden de yorumlamak mümkün. Mesela; Nolan’ın en iddialı filmlerinden biri olan Interstellar’da Nietzsche’nin izlerini sürmek gibi… Nietzsche’nin ‘Üstinsan (Übermensch) kavramını bu filme ‘Onlar’ olarak taşıyan Nolan, felsefenin en yanlış anlaşılan filozofuna tercümanlık yapıyor olabilir mi?