Moda Sahnesi’nin tiyatro sanatına yaptığı katkıların yanında toplumsal hareketlere verdiği destek nedeniyle İstanbul seyircisinin gözünde özel bir yeri var. 10 yıldır Kadıköy’de “mahallenin tiyatrosu” olarak perdelerini seyirciye açıyor, oyunlar sahneliyor, sinema gösterimlerine ve konserlere ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda gelen fahiş elektrik faturasını ödemeyi reddedip, politik bir tiyatro metnini sahneye koyarak bir direniş ortaya koyuyor, “Babamı Kim Öldürdü?” oyununun gelirini maden işçileriyle dayanışmaya bağışlayarak, onların sesini sanat alanında duyulur kılıyor. Shakespeare’in ülkemizdeki en yaratıcı ve yenilikçi yorumcularından biri olarak da şehrin sanat damarını beslemeye devam ediyor. Politik ve sanatsal duruşuyla özel ve farklı bir yerde duran Moda Sahnesi’ni Yönetmen Kemal Aydoğan ile konuştuk.
EZGİ AKTAŞ
– Moda Sahnesi, kolektif bir ekip ruhuyla eski bir tiyatro sahnesinden dönüştürülerek yeniden faaliyete geçtiği günden bu yana 10 sene geçti. Aradan geçen bu uzun yıllarda Moda Sahnesi neler yaşadı?
Epeyce bir oyun sahneledi. Sayısı 40’a yaklaşmıştır. Çokça konuk tiyatro, müzik grubu, dans gösterisine ev sahipliği yaptı. Pandemiye kadar sinema salonu açıktı, Başka Sinema’nın salonu olarak yüzlerce film gösterildi sinema salonunda. Yine pandemiye kadar edebiyat, felsefe, tiyatro gibi alanlara ait seminerler düzenledi. Çocuklara dair atölyelere ev sahipliği yaptı, çocuk oyunları sahneledi.
– Moda Sahnesi’nin etkinlik repertuarının şekillenmesinde hangi ilkeler, nasıl bir sanat anlayışı etkili oluyor? Bizzat sizin sahneye koyduğunuz oyunların yanında başka ekipleri de ağırlıyorsunuz, seçki nasıl oluşturuluyor?
Politik ve sanatsal olarak yan yana durmayı seçtiğimiz ekiplerle sahnemizi paylaşıyoruz. Irkçı, ayrımcı olmayan, nefret suçuna bulaşmamış, sanatsal açıdan ağırlığı olan topluluklarla sahnemizi paylaşmayı tercih ediyoruz. Farklı pencerelerden aynı yere bakan topluluklar ile yollarımızı birleştirmek için gayret ediyoruz.
“Shakespeare içinde kaybolmayı zevkle isteyeceğin bir lunapark”
– Bugüne kadar pek çok Shakespeare uyarlaması sahneye koydunuz. Klasik anlayıştan uzak, yeni, çağdaş yorumlarla sahneye taşıdınız. Shakespeare’in sizin için önemi nedir?
Shakespeare’in inşan kavrayışı, modern insanın çocukluk dönemine denk düşüyor. Yeni oluşmakta olan bir insan var ki günümüzde hala o insan arz-ı endam ediyor. Freud’dan Dostoyevski’ye epeyce bir etkilenen düşünür yazar var. Modern insanın bu ilk halini ve onun atılımını takip etmek, şimdiki insanın ve toplumun devamlılığını takip etmek, onun ne olduğunu anlamaya çalışmak ve bu çocukluk çağına dönmek önemli bir kavrayış üstünlüğü sağlıyor. Ayrıca oyunları “oyun duygusu” açısından çok güçlü. Oyunculara türlü zevkler vadediyor. Aynı şey yönetmenler için de söz konusu. Shakespeare tiyatro lunaparkı gibi. İçine dalınca kaybolmayı zevkle isteyeceğin bir lunapark.
– COVID-19 salgını sırasında evlere kapandığımız dönemde Moda Sahnesi’ni ayakta tutabilmek, absürtlüklere, tuhaflıklara direnebilmek için tiyatro sahnesini canlı yayınlarla evlere, odalara taşıdınız. Bu yeni seyir biçimi pek çok seyirci için “hayat devam ediyor” demenin bir yolu oldu. Sanatla bağımız kopmadı ve yeniden hayata karıştığımızda yabancılaşma duygusunu nispeten yaşamamış olduk. Sizin açınızdan bu dönem nasıl geçti?
Dediğiniz gibi, çürümek istemedik. Umudumuz yitsin istemedik. Yaşamaya dair beklentilerimiz bitsin istemedik. Neşemiz solsun istemedik. Bu nedenlerle sahneden naklen bize de çok iyi geldi. Ancak ekonomik açıdan çok zor geçti. İnsafsız bir dünyadayız. Maliye Bakanlığı devletin kararıyla 3 ay kapalı kalan tiyatro mekânından kira stopajı aldı mesela. Kültür Bakanlığı, Kadıköy ve de İstanbul Büyükşehir Belediyesi destek olmadı. Mal sahibi eylülde tüm kiraları istedi. Çaresizliğin ne olduğunu deneyimledik. İyi bir şey değil. İnsan aynı zamanda dayanışmayı, kol kola, omuz omuza girmeyi de bilen bir canlı. Bu yanın epeyce bir erozyona uğradığı bir dönemdi.
“Tiyatrolara devlet ya da yerel yönetimler müdahale etmemeli”
– Sizin tiyatronun bir kamusal gereksinim olduğuna dair bir görüşünüz var. Bunu okurlarımız için biraz açabilir misiniz?
Tiyatronun tanımını özel, ödenekli ayrımından kurtarıp sadece tiyatro başlığı altında toplamak, kamusal bütçeden ödenekli tiyatrolar gibi özel tiyatroların da yararlanmasını sağlamak demek. Bunun içinde kamusallık ilkeleri çerçevesinde oluşturulmuş ve “kamusal tiyatro modeli” gibi bir başlık altında toplanmış bir mevzuat yapmalı. Tiyatroları faaliyetlerine göre değerlendirip eğer kamusal tiyatro kriterlerine uyuyorsa ona destek sağlanmalı. Mesela kar etmeyen kuruluş gibi bir statü altına girmek kamusallık kriterlerinden biri olabilir. Bu yapılar özerk olmalı, devlet ya da yerel yönetimlerin müdahalelerine açık olmamalı. Şimdiki halde bazı tiyatrolar imtiyazlı tiyatrolar olarak görülüyor. Devlet Tiyatroları ya da Şehir Tiyatroları’nda çalışanlar imtiyazlı vatandaşlar, özel tiyatroda çalışanlar ise tüccar gibi bir algı var. Devlet Tiyatrosu’nda bir seyirci 1000 TL’ye mal olurken 60 TL’ye bilet satıyorlar. 940 TL’sini devletin sağladığı bir tiyatro faaliyeti bu. Özel tiyatrolar ise her türlü masrafını bilet satışı üzerinden karşılamak zorunda. Vatandaşlık haklarının gasp edildiği yer tam burası. Neden özel tiyatrolar kamusal bütçeden destek alamıyor? Neden ikinci sınıf vatandaşlarmış gibi davranılıyor özel tiyatrolara? Bunun bir açıklaması günümüzde artık yok. Bu soruyu sorduğumuz kimse açıkça bu soruları yanıtlayamıyor.
“Tiyatroya olan aşkımız baki”
– Tiyatro sahnelerinin alışveriş merkezlerine hapsolduğu, kapısı sokağa açılan sahnelerin sayısının giderek azaldığı bir dönemdeyiz. Ancak yine de İstanbul’da ısrarla bağımsız sahneleri ayakta tutmaya çalışan oluşumlar var. Onlardan biri olarak bunu nasıl mümkün kıldığınızı sorabilir miyim?
Bunu sağlamanın tek koşulu var, onu da Neşet Ertaş söylemişti: “Ne zaman aşk biter o zaman yorulur insan.” Tiyatroya olan aşkımız hâlâ baki.
– Moda Sahnesi, toplumsal olaylarda direkt tavır koyan, bizzat direnişler planlayıp uygulayan, sendikalarla, işçilerle, depremzedelerle dayanışmak amacıyla oyunlar sahneye koyan bir alan. Bağımsız bir tiyatro olarak sizin dayanışma istediğiniz alanlar, talepler neler?
Kamusal tiyatro kimliği kazanmak için verilen mücadelede dayanışma ve desteğe ihtiyacımız var. Tüm özel tiyatroların haklarının savunulması seyircilerin haklarının da savunulmasıdır. Günü geldiğinde bu desteği açık açık isteyeceğiz.
– Moda Sahnesi bugün geldiği konum itibarıyla arzu ettiğiniz gibi bir sanat alanı olabildi mi? Gelecek günler için neler hayal ediyorsunuz?
Fena gitmiyoruz sanki içeriden ama dışarıdan nasıl görünüyoruz bilmiyorum. Teknik teçhizat sıkıntısı çekmediğimiz, çalışanların emeklerini karşılığını yeterince aldıkları, sanatsal açıdan denemeler yapma imkânlarının olduğu günlere kavuşsak fena olmaz sanki.
– Sahnenin İstanbul ve Kadıköy ile olan bağını nasıl anlatırsınız?
Biz kurulurken mahallenin tiyatrosuyuz demiştik. Hâlâ da mahalledeyiz.