Senaryo ve yönetmenliğini Pal Sletaune’un yaptığı Naboer (Kapı Komşusu) başarılı bir gerilim filmi. 2002 Kopenhag Film Festivali’nde En İyi Aktör seçilmiş Norveçli aktör Kristoffer Joner tarafından canlandırılan John’un zihin oyunlarına eşlik ederken, yalnızlık üzerine bolca düşünmek de mümkün. Filmi izlerken şu soruya yanıt arayabilirsiniz; John’un yerinde olsanız siz ne yapardınız?
ALPERHAN BENLİOĞLU
2024 yılının ilk film yazısıyla beraberiz. Herkese sinema ile dolu muhteşem bir yıl dilerken, bu sene daha çok gerilim filmi yorumlayacağımı da duyurmak isterim.
Senaryo ve yönetmenliğini Pal Sletaune’un yaptığı, başrolde 2002 Kopenhag Film Festivali’nde En İyi Aktör seçilmiş Norveçli aktör Kristoffer Joner’in yer aldığı bir gerilim filmiyle birlikteyiz: Naboer – Kapı Komşusu.
John (Kristoffer Joner) kız arkadaşı tarafından terk edilmiş psikoloji dağılmış, depresif bir insan olarak karşılar bizi. Norveç’in griliği John’un yaşadığı daireyle birleşmiş, onun çaresizliğine ortak olmuştur sanki. Kendisini terk eden kız arkadaşı Ingrid eski eşyalarını almaya geldiğinde yaşadığı tedirginlik ile John’dan korktuğunu hissettirir. Hatta Ingrid korkmakla kalmamış yeni sevgilisini de binanın önüne kadar getirmiştir. Çalan kornaya el sallayarak karşılık veren Ingrid, kendisinin iyi olduğunu teyit etmek için bunu yaptığını söylemesiyle birlikte kafamızda John’a karşı ilk “acabalarımız” başlamış olur.
John bir gün asansörde komşusunu Anne ile karşılaşır. Anne kendisinden ufak bir yardım isteyerek John’u evine götürür ve burada kız kardeşi Kim ile de tanışmış olur. Evdeki karanlık hava Anne’in John’dan dış kapının önüne bir dolap çekmesini istemesiyle daha da tuhaflaşır. Kendini rahatsız hisseden John, eve geri dönse de tuhaf komşularının kendisini dinlediklerinden bir onun hakkında sandığından daha çok bilgi sahibi olduklarını öğrenmiştir. Filme ismini veren Naboer’in de Norveçce “yan komşu” anlamına geldiğini buraya bir dip not olarak düşelim.
John o gün kaçma şansı bulsa da, Anne’in tekrar gelmesi ve Kim’in evde yalnız kalmaktan korktuğunu iddia ederek onu tekrar eve götürmesiyle, kendimizi kız kardeşlerin tuhaf evinde buluruz. Kim evin içinde karanlık koridorlarda bir kaybolup bir belirerek John’la oynamaktan zevk alır. Anne’in söylediği gibi evde yalnız kalmaktan korkmadığını hatta sandığından farklı bir kız olduğunu söyleyerek John’la tutkulu ve kanlı bir seks yapar. Burada John’un ve Kim’in sado mazoşist dürtüleriyle birbirlerine yumruk atışlarına ürpererek tanık oluruz.
Ingrid’in yaşadığı korkuyla bize ipucu verdiği John’un şiddet dürtüleri film ilerledikçe karakterimizin yaşadığı depresif zihninin karanlık dehlizlerinde bizi gezinmeye zorlar. John iyiye gitmemekte her geçen gün daha kötü halde bulmaktadır kendini. Filmin lineer olmayan yapısı bizi hem parçaları birleştirmeye hem de John’un yaşadığı gizemi çözmeye zorlar. John komşularının kim olduklarını çözmeye çalışır ancak bir sonuç olamaz. Bilinmeyen numaralar servisini her aradığında oturduğu kattaki daire olarak kendi numarasını almaktadır. John’un bozulan zihin yapısı bununla da kalmaz ve bir akşam geldiğinde yan tarafında daire yerinde bir duvar görmesi artık iyiden iyi kendinde olmadığının işareti olacaktır.
Bir tarihte sosyal medyada akıl hastanesindeki hastalar tarafından yapılmış resimler görmüş ve onların iç dünyalarına doğru ürpertici bir yolculuk yapmıştım sanki. Sinema dünyası tarafından da son yıllarda çok popüler olan zihinsel ve ruhsal hastalıklar izleyici olarak insanı sadece germekle kalmıyor aynı zamanda insana kendi o durumda olsa nasıl kurtulacağı çaresizlik sorusunu sordurarak onu dipsiz kuyulara bırakıyor. Kişinin çaresizliğinin yalnızlıktan geldiğini her defasında tekrar hissettiğim bu tarz durumlar için sizin John’un yakın bir arkadaşı olduğunuz bir senaryo ile baş başa bırakayım. Siz John’u kurtarmak için ne yapardınız? John olduğunuz durumda kurtulma şansınız başka bir size bağlı olabilirdi çünkü. İyi seyirler.