Hırstan anlama uzanan ruhsal yolculuğu ele alan The Sift, bazı kitaplar gibi durup durup izlenmesi gereken bir başucu filmi . Filmde kahramanımız Dr. Dyer; “Pek çok insan, olmadıkları, hiçbir zaman varamayacakları bir yerde olmaya çabalamakla, denemekle yaşamını sürdürür” sözleriyle içinde bulunduğumuz duruma işaret ediyor.
ELİF GÜLÜNAY
Hepimiz birer KAR TANESİYİZ.
ÇIĞ olabiliriz birlikte, … dokumuz BİR çünkü.
Israrla birbirimize benzemeye çalışırken veya karşımızdakinden beklerken, başkalarıyla mukayese çabası ile cebelleşirken, aslında
BİZ, potansiyelleri FARKLI olan varlıklarız;
“Her şeyi paketledim.
Mezeleri alacağım.
Reçeteyi takip edeceğim.
Köpeğin maması,
Araba ödemesi.
Komşuları arayacağım,” diye kafasındaki listeyi sıraladıktan sonra, oyuna hipnotize olmuş oğlunun yanına da gider,
“Kahvaltını yapmalısın.”
Tanıdık geldi mi!?
Her şeyi yapmaya, yetişmeye çalışan, KENDİNİ UNUTAN karakter, filmde anneye verilmiş. Öyle öğrenmiş… öyle YAPILMIŞ anne. (Zihni)
Baba rolü ne mi yapıyor? Tabii ki,
“Biraz süt alabilir miyim?” diyor, oturduğu yerden…
Defalarca uyarı gelecektir (“Dilsiz dudaksız binlerce söz söyler Tanrı”; Mevlana) bu ev kadını olduğunu sanan, menzilden sapmış kahramanımıza.
Hayran hayran doğaya bakarken, “resim yapmayı çok istediğini” paylaştığı bahçıvanın, bilirmiş gibi “yapacaksın” demesi, birinci dürtülmesiydi Tin tarafından.
Otel odasına çıktığında şifonyer üzerinde, daha önce orada görmemesinin mümkün olmadığı, kimin koyduğunu bilmediği kalem, silgi ve kağıt, ikinci dürtülmesidir.
Sohbetleri esnasında, kahramanımız Dr Dyer’in “müzik, resim gibi” diye kuracağı cümle ise, üçüncü dürtülmesi olacaktır.
Bu ailemizi ve evrilişini, film boyunca zaman zaman göreceğiz.
Nereye mi evriliyor?
Olması gerektiği yere… İzlemeyi seçen, bilecek.
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Yapılmış tarafımızı (zihin) gözlemleyebileceğimiz diğer aile ise; Bir ağaç için kazancından olmak istemeyen ama evsizler! için, vakıf olarak planlanmış “Umut ve Söz Evi” toplantısına gidecekken, “hangi arabayı alsak” şeklinde kısa bir düşünme eyleminde sonra, Porsche olmasına karar verebilen, çocuk istemeyen, çok sevdiği eşiyle sohbet bile edemeyen, koşuşturmasının da hep eşi! yüzünden olduğu gibi suçlamada bulunabilen, TUTSAK oldukları peşinde sürüklenirken, menzilden saptığından habersiz “Mutluyum” diyenlerdendir.
Bazılarımız içinse mutluluk tarifi Porsche değildir de, vitrindeki elbisedir hani, belki ha!…
Neyle tanımlıyorsak kendimizi, elimizden alındığında, ne olduğumuz da gider mi?
GİDER…
Nereye mi evriliyor bu aile?
Olması gerektiği yere… İzlemeyi seçen, bilecek.
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
“O, her şeydedir. Bu farkındalık, O’nunla bağlantıda olduğumuz da demektir”, der Dr Dyer.
Açalım;
A, bulunduğumuz; B ise ulaşmamız gereken menzilMİŞ gibi olsun şimdilik… zira hep uzaklardaymış gibi gelir, bir yerden bir yere varış.
Burada B, sahip olduğumuz potansiyelin ortaya çıkması da olabilir, huzur da olabilir, mesleğimizdeki hedef de olabilir ama, varoluş sebebimiz de olabilir.
A’dan B’ye giden en kısa yol, direkt gibi gözükürken (1)… bizler, binlerce alternatifi olan bu hedefi, o kadar… o kadar uzatabiliriz ki!… HİÇ VARAMAYABİLİRİZ bile… (2)
Yarattığımız bir sistemin kölesi olmamız sonrası, Kör ve Sağır gibi ikamet etmekteyiz, Dünya’mızda… sanki!
Sadece yapılmış zihnimizi-ego muzu besleyen, ruhuna kör,
dilsiz dudaksız konuşan yaratıcının söylediklerine, yazılıma sağır gibiyiz… sanki!
“Yaa tam vazgeçtim ve oldu!” gibi defalarca deneyimlememize rağmen, tekrar tekrar, otomatik’e takmış, “Olan, Olduğunda veya Olmadığında” kabul değil, direnç göstererek, bataklığa saplanan duygular üretmekte… ve… bilmeden, “ya olmaktan uzaklaştırmakta ya da uzattıkça uzatmaktayızdır”, olacağı… sanki!
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
İçimize içimize olan yol olmaz mıydı?
Zihne hakimiyette, sessizlikte, orayı bura–burayı ora yaptığımızda, olanı olmuşsa ya da olmamışsa artık kabulde, huzurun içinde…
hep menzilde oluşumuz, farkındalığımızdaki AN’da…ha!, sanki!
Kuran der ki; “Her an yeniden var olmaktasınız.”
Mevlana der ki; “Her an’a ait bir edep var.” (Uyku halinden uzak, kendimizi izleyen gözlemcimizle, farkındalıkta olmamız ile ihtimali daha çoğalan hal.)
Filmde kahramanımız Dr Dyer ise; “Pek çok insan, olmadıkları, hiçbir zaman varamayacakları bir yerde olmaya çabalamakla, denemekle yaşamını sürdürür” der.
Her an’ın, kendi mükemmelliğini taşıması bir yana, başka bir mükemmeliyete de gebe olduğunu bazen “yaa, çok istemiştim ama iyi ki olmamış” aymasıyla biliriz de, yaşamımızdaki her an’ın da öyle olduğunu unutuverir, takılırız… örümcek ağına.
Neyi neden yaşadığımızı, ne öğrenmemiz gerektiğini sormaz, başkalarını suçlama kolaylığına kaçarız da… uzaklaşırız yaşanılanın ve… yaşamın anlamına.
“Biri Bizi Gözetliyor” olsaydı ve bunu da bilseydik… nasıl olurduk mesela? “Şah damarından daha yakınım” demiş… E daha ne desin bize?
Toltek’te SAVAŞÇI, kararını verir ve… arkasına bakmaz. Kabul’dedir olanı, olacağı. Alır, sorumluluğu.
Mevleviler ise, bir eşyayı bile öperek, hürmetle, birlik bilincinde teslim eder karşıya.
Ve,
buradan gelmez mi hayvana, bitkiye, insana sevgi ve… sevginin getirdikleri.
Ve,
Lao Tzu; “Kendinize O’nunla yaşamak için izin verin” dese de biz gene de, zihnimizin söyledikleriyle robotik makina olmayı seçiyoruz… sanki!
“O, her şeydedir. Bu farkındalık, O’nunla bağlantıda olduğumuz da demektir”
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Seçimlerimizi zihinle yapıp yapmadığımızı nasıl anlarız?
O zaman ben nasıl iş hayatında olacağım?
Ufak bir flört bile yakalayamıyorum, neden?
Amacımızın ne olduğunu nasıl bileceğiz?
Sorularımızın ve daha da çok fazlasının cevabının olduğu filmimizde o kadar açılım var ki; The Shift, hatırlamak için, hele yanımızda biz uyudukça dürten de yoksa, zaman zaman dönmek isteyebileceğimiz başucu filmlerimizden… tıpkı başucu kitaplarımız gibi.
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Ve;
Bahçıvan, garson, tamirci, piyanist hem de ??? olan adamı (izlerken görülecek) takip edersek;
“Eşzamanlılık kaderle iş birliği gibidir, ego (zihin) sürükleyici kuvvet olmaktan çıkar”, nasıl olabilir… hissettirecektir🍀
ELİF GÜLÜNAY
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Resim-İş Bölüm, Grafik ana sanat dalından mezun olmuş, mesleğini icra ederken reklam camiasında yer almaya meylederek istifa etmiş, sonrasında fıtratımın öğretmenliğe uygunluğunu idrak ederek geri dönüş yapmış bir resim öğretmeniyim. Mesleğime ilk günkü heyecanımla devam ederken, sadece “istemek” ile herkesin resim yapabileceğine inanıyorum ve bunu deneyimletiyorum. Düşüncelerimizi görünür kılan filmleri ve dizileri ise kendimize olan yolculuğun bir parçası olarak görüyor ve evrilmemize olan katkılarını yorumluyorum.