ya da
“sessizlik ve gürültü“ üzerine birkaç söz
tan doğan
(1)“öğrendiğim yeni sessizlik bu: etrafımda kopardıkları gürültü bir örtü seriyor düşüncelerimin üzerine.
bağrışıyorlar kendi aralarında: ‘ne ister bizden bu kara bulut?
dikkat edelim de bir salgın hastalık getirmesin bize! ” / nietzsche
“silentium est aureum / sessizlik altındır” – bir latin deyişi
(2)“zōon logon echon / insan konuşan hayvandır.” / aristotales
(3)“bir hiç için bir sürü gürültü.” / sartre
llkin ‘sessizlik’ vardı, ardı pek sonra geldi [‘gürültü’ dâhil!] / t.d
I / imdaaattt!
kakophōnia: ses-söz, hece-kelime, cümle-kelâm; kháos ve her kafadan ses; kulağı tırmalama, beyni yeme, rûhu daraltma; cangıl, çengel, çığlık çığlığa ömür törpüsü!
*
II / az ses-çok lâf!
doğanınki doğal… insanınki zorlama!
‘dilemenin ötesi, zevzeklik!
konuşmak için konuşmak; ‘hasta bir dil oldu’ çoğumuz!
boş söz, karşılıksızdır -çoğun.
modern zamanların dilli düdükleri ne çok: dedikoducular dünyası: içi dışına çıkmış rûh fenâââ! çekiştire çekiştire uzuyor yalan…
rüzgâr olsa, fırtına olsa, kasırga olsa, neyse; ya bu boş esi neyin nesi?!
taş düşse, kaya yarılsa, dağ eğilse anlarız. anlamadığımız yerli-yersiz ses: gürültü!
düzensiz, uyumsuz, huzursuz şamata! ne diyeceğini şaşırmış tür biziz!
kuş sesini dinlemeye hasret kaldık, kaba-saba çirkin sesler cirit atarken.
aslan, kaplan pars ya da suaygırı, fil, deve nerde?!
çirkin sesin güzel yankısı olmaz.
kimse yoksa kendiyle konuşuyor milyonlar: ‘ben’ çığırından çıkmıştır ––ey narsist
nergis! [doktorlar koşuuunnn!]
bir yaprak düştü yere, ‘çıt.’ incelik, zefâfet, hassâslık… önce yeşil, sonra sarı ve kızıl!
yüzü kızarmalı herkesin ne ki, edep kalmamış gayrı insanda: basıp geçiyor üstünden nârinliğin!
doğanınki doğal, insanınki zorlama! uykusunda dahi çene çalan çok!
**
III / bir güzel ‘kaçış!’
kafam şişti!
kaçtım kentten!
bana kalsa robinson hâli: …çarşamba, perşembe, ‘cuma” da istemem: günsüz, dünsüz, yarınsız nefes: yüreğim pek sıkıştı!
ot, it, at; çiçek, böcek, meyve ziyâdesiyle yeter. ağaçtan bir kulübe, çayır-çimende bir yatak…
yaşar giderim sessiz-sitemsiz…
göğün suyu, denizin tuzu, ağacın kabuğu.. ölmem. hem ölsem de ne gam, kurtuldum ya patırtı-gürültüden!
okumam-yazmam; okuyup-yazdıklarıma sayarım kalan ömrümü! kimseciklerle konuşmam: dip sessizlik. dişlerimle kemiririm zamanı, mekânı tırnaklarımla: dilim dinlensin!
suspus olurum doğaya: onlar konuşsun bir güzel. kulak olurum sırf. daha n’olsun!
***
IV / çocuk, genç, yaşlı ‘bir sesli-sessiz harf!’
çocukken de sessizdim: huy ve tercîh. ebeveyn az konuşmaz ve sülâle boyu lâf! okullarda öğreticiler, işlerde idâreciler, iş-dışında ‘klişe kişiler! ve sözler ve sözler ve sözler: susmak erdemdir!
yazmak da öyle: en az kalem-kâğıt, en fazla ‘daktilonun tuşları / sanki ağaçkakan kuşları’
gençken az konuşmadım.. orta yaşlıyken: bir öğrenen öğretmen! emeklilik iyidir, susmaya gebe!
şimdi (usu-gönlü-ömrü) burkan yazı-birkaç söz: içten içe-dışa harfli yolculuk! e bu da biter er-geç nasılsa!
sonrası dip sessizlik!
****
V / ‘antikite’den ‘şimdi’ye ve ‘yarın’a…
(4)“insan ancak bilinçliliği aracılığıyla betimlenebilir
ve tanımlanabilir .”/ ernst cassirer
antik yunan’ın kent/pólis devlet’i nire, şimdinin mêtropólis’leri nire? iç içe geçmiş nice banliyö kentler ve sonrasında ‘megakent’lerde ‘hayat’ sürmekte milyonlar!
köyden kente göçüşün tarihi yeni sayılmaz. kentsel iş talebi, sanayileşme, sosyo-kültürel benzeri olgular, küçük kentleri ‘büyük kılarken, ‘nüfus’sal ya da demografik yapıyı da belirledi.
dil, din, siyasa; yaş, cins, etnik ve kültürel durum; eğitim-öğretim, meslek, gelir hatta doğum-ölüm konumu belirleyici olurken bu birleşik yapılanmada, iş sektörleri, üretim araçları ve kentsel gelir düzeyi de işlevselliğini sergilemektedir.
ilk bakışta her bakımdan ‘verimli’ görülen nice kent ve sonrasında megakent, zaman geçtikçe ‘yozlaşma’ya mâruz kalmış, insan ve toprak sömürüsü ile, “taşı-toprağı altın” dönemlerinin -çoğun- sonuna yaklaşmıştır. bunda siyasal, yönetimsel etmenlerin yanı sıra, sivil ve ‘bireysel bilinç yoksunluğu’ da belirleyici olmuştur/olmaktadır…
göç, beraberinde nüfus artışını, iş ve barınma sorununu getirdiğinden; toprağın ‘altın’ hâli, suyun temizliği, handiyse ‘insanın sâf’lığı da tükenmeye yüz tutup, ‘mutlak çıkar’ gruplarının yayılmasıyla, beklenen ‘mutlu hayat’ elden/kentten kayıp gitmiştir/gitmektedir.
‘bireysel’liğin yittiği, us insanı olmanın değer yitirdiği, duyguların törpülendiği bir çağda, artık insan, insanlıktan, ‘kendi olma’ düşününden uzaklaşıp, sıradanlaşmış, birer lâf ebesi konumunda ne kente ne topluma ne de kendine yâr olmuştur/olmaktadır artık.
bu bağlamda gürültülü kentler kadar gürültülü kişiler de çoğaldığından, kendini kaybeden, birey olmanın ötesine geçen; ‘söz’ü değil, birer lâf safsatası/salatası durumuna düşen dirimler hâlini alan ‘insan grupları/öbekleri/kitleleri’ (“yığın / sürü anlayışsızdır.”/ nietzsche) sarıp sarmalamıştır/sarmalamaktadır kentlerce dünya’yı!
açlık, yoksulluk, savaş ve . siyasasının bu ‘bireysel kayboluş’ta payı azımsanamayacak denli büyüktür. ne ki ‘iyi’leri, ‘sâf/temiz yürekli kişi’erin, ‘kendi’ olan insanların günden güne azalması, salt kötü kentler değil, ‘kötü bir dünya’yı da beraberinde getirdi. şimdilerde azınlığa düşen iyi-doğru-güzel tin ve us iyesi bireylerin tahammülü handiyse azaldı bu ‘kötü gidiş’e. mega ya da ultra olsun-olmasın, kentlerden kaçış, köylere dönüş,(durumuna göre) yalnızlığa bürünüş söz konusu maddî-mânevî. ‘kirlilik çağı’nın ‘korku kültürü’ ile bezeli konumu, tahammülsüzlüğe, insanın insandan sıtkının sıyrılmasına, dinlemeye-duymaya katlanamamasına, bir söz bile işitmekten gına getirmesine neden olmakta. bunca sorun ve sıkıntı, şimdilerde birinin diğerinin cakasını, gürültüsünü, boş sözünü çekecek halden çıkardı, değil ki derdini dinlemekten!
kentsel gürültüden kişisel lâfazanlığa varan tuhaf bir sürede yaşarken, ‘bireysel sessizlik’ var olmak, bir başka varoluş süreci de olabilir! kim bilir belki insan, ‘birey’ olma konumuna yeniden ulaşıp, bu ‘çoklu gürültü’den sırf anlamsal değil, eylemsel de sıyrılmanın nihâyetinde ‘kendi olma’yı açık-seçik keşfedip, bireyselden toplumsala, oradan evrensele ulaşabilir, yirmi birinci yüzyıl ya da ‘çağcıl bir rönesans’ adıyla/altında! belki o vakit, antik yunan metrôpolíslerine geri döner, felsefe, edebiyat, sanat sacayağında descartes’çe “düşünüyorum, öyleyse varım” diyebilirim; nietzsche’ce “insanca, pek insanca” gürültüsüzlüğünün “kendini bil”ine varabiliriz sokrates’çe, kargaşadan/kháos’tan uzak, khósmos’a yakın, sessizlik ve huzur içinde, bir umut!
*****
VI / az-öz
(5)“akıllı düşünceyi gösteren çok konuşmak değildir, / bir tek bilgeliği ara / bir tek onuru seç:/
böylece geveze insanların kesilmek bilmeyen seslerini kıracaksın.” – thales için yazılmış bir antik şarkıdan…
mit ya da masal yâhut sâhi.. ilk insanlardan beri muhtemel ses-söz ve gürültü mevcût. âdem-havvâ kaş-göz mü etmiştir, hâbil-kâbîl el-kol ile mi kapışmıştır, homo habilis-homosapiens ile az-öz mü konuşmuştur veya sümerler akatlar’a neler neler anlatmıştır/aktarmıştır pek bilmediğimiz.
jestler, mimikler.. derken ‘dil.’ evrimsel devrimin tarihi pek eski ve ‘sessizlik’ten ‘gürültü’ye yol uzun…
efsanelerden, destanlar, hikâyeler; koşuklar, sagular, savlar… dil söze, söz söyleme dönüşmüşmüş, derken yazılı edebiyat.
sessizlikten gürültüye varırken dünya, az ses çıkarmamıştır! patlamalar, parçalanmalar, yarılmalar. dinginlik zaman alır!
gel zaman-git zaman: aforizmalar, fragmanlar, maximler en iyisi-doğrusu-güzeli bence. öz-söz(ler) tercîhim gayrı -çoğun-ve lâf kadar insan da yorar!
******
VII / kıs{s}
çoğun gençler, ‘cafe’lerde kentlerde, kanki-kanka muhabbetlerindeymiş! bir de çoğun orta yaşlılar, alış-veriş merkezlerinde hıncahınç, ‘kuru kalabalık’ çoğun ‘fast food’ ile doyarmış! ve lâf üstüne lâf revaçta imiş işte-güçte, sokakta-evde… ağız ishâli olmuş handiyse herkes!
iyi ki iyi/güzel ve ‘kült kitaplar’ var: nefes. gürültüden uzak ‘bir hoş sedâ’ sessizliği. iç okuyuş, dip düşünüş, öz yazış: hayat böyle de tüketilir!
*******
VIII / tuz ile buz arası ve…
çalışmış-çabalamış ve ’emekli’ olmuş biri, ‘tuzu kuru’lardan sayılmaz elbet. herkese iş, aş ve aşk lâzım, yoksa aç-susuz neye yarar yaşamak! yâni zaman alır sessizlik, gürültüden dinliğe varmak için. ‘dinginlik’ dediğim de tam ve mutlak değil: [tuz buz olana; ten soğuyup morarana] ölene dek sürecek akıl-rûh çırpınışı!
********
IX / gürül gürül gürültü ve acı ‘ses’-siz-lik!
kendiyle savaşık tür, doğayla barışık olamaz, değil ki hayatla, dünya’la, kâinâtla ve hakîkatle var olduğu süreçte zaman-uzamda! herakleitos’un dediği “savaşım her şeyin babasıdır” yanlış mı anlaşıldı, ne?! iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış savaşımı/mücâdelesi, ‘savaş’a dönüştü zamanla daha da! “insan insanın kurdudur” sözü hobbes’in, günümüz dünya’sında hâlâ geçerli, hayret! insan insana zulmediyor ve dahi aç bırakıp öldürüyor siya[h]seten. bütünün refâhı değil, bir grubun menfaati, akıl-rûh öte,’sözde’ ve dahi keyfince yaşıyor!
bir avuç suda fırtına, ‘gürültü’ koparan söz konusu ârsız grup, insanlığın birikimini, emeğini sömürürken, geri kalan çoğunluk ‘sessizlik’ içinde harâp-bîtâp, aç-susuz. bir de böylesi işte ‘insan’ ın iki yüzü: gürültücü grup/gürûh ve sessiz-sitemsizler!
yüzyılların imbiğinden süzülen ‘ses’, siya[h]setin erklerince (ki erk, bir hiçtir!) petrol, toprak, silah, savaş tüccarlığınca çığlıklanırken, zâlimin zûlmüne mârûz kalan mağdûr canlar, ölümün beşiğinde nefessiz: ağır ağıt! artık gözyaşlarından kan damlıyor ve sağırlık mârifet olmuş ‘insanlık’ta!
*********
X / fīnis
–– ‘ses’ dediğim bach, händel, vivaldi…
‘adagio’ elbette.
sözsüz müzik akla-rûha can.
erinç ve dinginlik ‘klasik’te.
‘barok’ güzeldir, ‘romantik’ de öyle: chopin ve nocturne.
–––– kafam gürültü çekmiyor. hiç olmazsa, sessizlik.
–– doğa da var (her şeye rağmen hâlâ!) dere, çay, ırmak, deniz… kuşlar ötüyor ya, o da kâfî. çalı hışırtısı, tomurcuk patlaması, kedi miyavlaması… şimşek çaksa, gürültüye yeğlerim.
–– hayat pek yorar. bir adım dahi atmak istemez ayak; parmak kıpırtısız, göz kapanmasız, hatta kalp, evet kalp çarpmasız olsun ister insan. sonrası mâlûmun ilâmı: sonsuz sessizlik.
–– dünya yangın yeri, insan kıyâmet, hayat cehennem mi, ne, şu yüzyılda, şu yılda, şu ayda, şu haftada.. bugün-burada, tam şu anda?!
– kâğıtta yer, kalemde uç, bende hâl kalmadı!
{ş}imdi rüzgâra gebeyim; yaprak olup düşmeye…
**********
alıntılar/notlar:
(1)böyle buyurdu zerdüşt, çev. mustafa tüzel, s.166, iş bankası yay. vıı. basım: 2015, istanbul.
(2) politika, çev. mete tunçay, s. 9, remzi kitabevi, ikinci baskı 1983, istanbul. [“insan arının ya da topluluk içinde (sürü halinde) yaşayan başka herhangi bir hayvanın olmadığı anlamda bir siyasal hayvandır.” çeviri böyleyken, eşdeyişle, (“phusei politikon zôon /doğası gereği insan siyasal/politik bir hayvandır“ ya da) “zōon logon echon” iken, üzerinde durulası söz, insan us iyesi/akıl sahibi hayvandır, denmiş olması -çoğun.- ne ki (hatırlamadığım bir yerden okuyup not aldığım) heidegger’in ‘logos’ yorumunda , dile sahip olan hayvan, olarak ele alınmış ‘echon ‘ ‘zihin/anlak (anlama yetisi) olan ‘nous’ ise -çoğun- tinin/rûhun anladığı/algıladığı/bildiği kısım, diye anlaşılmakta. yâni, tinin us iyesi (‘logos’a iye) bir bölümü söz konusudur bu bağlamda. aristotales’e göre akılcı-hayvan, toplumsal hayvandan (homo sapiens) sonraki süre(ç)tir/konumdur. -siyasal/politik söylem bir yana- (pek kuşku götürse de!) ‘anlayan-anlatan hayvan’ mı, ne demeli, insan için ?!…
(3) özgürlük yolları 1- akıl çağı, çev. gülseren devrim, s.437, can yay. 12. basım: 2015, istanbul.
(4) insan üstüne bir deneme, çev. {sevgili hocam} necla arat, s.17, remzi kitabevi, birinci basım: 1980, istanbul.
(5) diogenes laertios, ünlü filozofların yaşamları ve öğretileri, I. kitap (notlar, s. 62, not 93: ‘thales’e yakıştırılan anonim bir skholion -dipkenar/çıkarım-), çev. candan şentuna, s.24, yky, 3.baskı: 2007, istanbul.

İstanbul doğumlu tan doğan, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe, Beykent Üniversitesi’nde eğitim yönetimi öğrenimi aldı-verdi. Şiir, öykü dallarında ödülleri olup, edebiyat, sanat, felsefe, psikoloji üzerine çabalarını, 1984 yılından bugüne dek çeşitli yayın organlarında paylaştı, paylaşmakta…