ya da
iki kitap – iki düşünü/yorum
tan doğan
kitap & düşünü/yorum – I
* “bambaşka bir sartre“
üzerine
bir ilkyaz dili
bamb’aşk’a bir çift güneş!
güneş’in güzelim sıcaklığı kalemi elimden düşürdü altını çizip yanına notlar düştüğüm sayfalarını kapatırken okuduğum bir françois noudelmann kitabı olan “bambaşka bir sartre”ı.
tatlı tatlı ısınırken ensem, boynum, omuzlarım, sırtım, sözde kovup kitâbî fikirleri aklımdan, yumdum gözlerimi göğe: şimdi maviyim.
serçeler, serçeler, serçeler… ılık bir vakitte uçuşuyor gün. açtım gözlerimi, ki mor salkımlar: ömrü sonsuz olsaydı ya ve kokusu…
bir cins bir çift kuş sartre gibi ve ‘kunduz… ‘ kanat çırpışın da bin bir hâli var… uçtu!
bi bırakıp bi başlıyorum cigaraya… ama dudak tiryâkisiyim, dediğim doktor, tebessüm etmişti benden de bî-çâre! suçu ‘hayât’a atmak nâfile, fakat “sıkıntısı” fenâ “varoluş”un!
bulutsu bir duman izi gökte.. kaybol’cak er-geç. kozalağa durmuş çoktan çam -fıstık verir mi bilemedim… eski-öte başka papatyalar ama hâlâ sarı mı sarı! elektrik tellerinde titreşim hafif.. ılık rüzgârdandır, dedim mi dedim. siz bakmayım bu cılız dilime, rûhumu yalıyorken güneş tastamam.
karıncaca
‘sıkı kitap’ zor sanat ki az, pek az; bitmesini istememem bundan sayfaların. balkon, bahçe, kuş-çiçek ve ilkyaz bahâne değil, ne ki sıkı okumanın da bir onuru var.
öyle okurum ki böyle bir kitabı, öle okurum: yârim “yeniden yazdın yine bir kitabı!” der, varınca son noktaya.. doğru: yıldızlar, çiçekler, parantezler, çizikler ve yazılar, şiirler, notlar, notlar… okuyamaz okuduğum kitabı başka biri handiyse, değil ki kendim dahi okuyamazken bir daha!
n’olursa olsun mevsim, ‘sıkı okur’ için zaman ve uzam, dön-dolaş yine ‘sıkı kitap’: “1964’te arlette elkaïm yazarın kızı ve onun yapıtlarının yasal vârisi olur.”(s.12) deyip, “rüzgârdan yapılmış bir adam” başlığıyla “giriş” bölümünde sunduğu nota noudelmann, “özellikle binlerce sayfalık yazışmalardan, yüzlerce saatlik ses kayıtlarından, onlarca kişisel filmlerden oluşan bir arşive erişim”(s.14) tümcesini ekliyor, mânevî kızının ona açtığı handiyse belge-ev ile “bambaşka bir sartre”ı anlamamızın heyecânlı merâkını salmak için iç inimize.. az ‘şey’ mi bu?
az ‘şey’ mi bu, kaleler yerine kumdan tepeler, yuvalar kuran karıncaların yaz hali? peydah oldular işte gözlerimden çok iç inimde yine: dip dehlizler, kör mağaralar, sürüsüne bereket yollar, patikalar, evler, belge-ev ile hemhâl olurken derdim, dertlenmedim desem yalan, ekmek dertlerini düşünürken, düşlerken heyhât…
seksek ve bir kaçak sartre
hava bozdu ansızın. şaşırtır ilkyaz. az yağmur, az titreme, çok traji-komik: gülerken birden ağlar gün, gönül ve ömür! yazının da yazgısı var -‘yaz’ meğer… ne kuş sesi, ne karınca izi: ey güneş âh! kedilerle köpekler dalaşmadan kaçıştı! sığ-sınırlı aklın şehla-şaşı hâli gam. ham insan tam ol(a)madan ‘yokoluş’ta boş ve hiç. sona gelir er-geç baş -ne derdi buna sartre? ‘edebî edep’e bel bağlıyor yine de ‘sıkı okur!’ sonu gelse dünya’nın şu an ne gam. ve fakat her bulut çözülür önce rûhunca. biraz zaman, pek az zaman… zaman da ölür. “var biraz da sen oyalan” hâlince insan [atlaya-zıplaya okumam sürer…] sayfa 24‘te üç dize: “gül, seni tutmalı! / nesir, seni öldürmeli! / artık orospuluk etmemeli!” (15 haziran 1954.)”otomatik şiir” diye nitelediği, “kendini kamuya satmaktan usanmış, sanatını bir kenara bırakıp hayatını yaşamayı düşleyen bir nesirci” hâliyle “tarafından kaleme alınmış ahenksiz birkaç dize”dir buncası ki, “dilinin ve üslubunun değerini alçalttığı için homurdanan filozofun duyduğu tiksintiye işaret eder” sartre’ın fikrince, noudelmann’ın kalemince, üstelik hava hâlâ bozukken ve şaşırtırken ilkyaz günü ve ömrü!
bir taş koyup sekseğin bu karedeki sayfasına, atlayıp-zıpladım s.71‘e {bir ‘okuma oyunu’ işte}: “insanlardan kaçar, çünkü durmadan konuşup ağır sözcüklerle mevcudiyetlerini dayatırlar, oysa o, bir amaç belirlemeksizin hikâyelerin arayışındadır. bu paralel ya da teğet geçen hayatlarla bağıntılı dalgalanmalar, gömülmeler, sapmalar istence ket vurur. alıntıladığımız ‘istiyorum, istemiyorum’ cümlesi, varoluşunun ve özgürlük felsefesinin temel ilkeleri arzu ve seçim olan bir varlıkta, istenci askıya alan o duraksamayı dile getirir. bu bağlamda sartre’ın yaşadığı ve onu ‘pembe olmak istiyorum’ ile ‘yeşil olmak istiyorum’ arasında bocalatan bu yabancılığı queer diye adlandırıyoruz.”
yaz mı yazıya “teğet”, yazı mı yaz’a, bilemedim, “pembe-yeşil”-öte kaç ‘özgür istenç’ yok iken?!
şifâ niyetine…
adında ‘ilk’ var ama bilmem kaçıncı bu ‘yaz?’ fenâ çarpacakmış sıcaklar hemen her ‘şey’i! ‘su, suu, suuu!’ diye inim inim inlemesek, iyi. ne ki hâl harâp dünya içre/üzre. doğa denli ‘insan doğası’ da perperişan! birkaç ‘sıkı kitap’ olmasa ölmüştük çoktan! ya da “bambaşka bir sartre” olmasa neylerdik böyle? sayfa 107‘den bir alıntı ve bir dip not, şifâ niyetine: “edebiyat, düşselliğe olan ilgisine karşılık vererek, okumaları ve ardından yazım üslubu sayesinde sartre için bu işlevi görebilmiştir. kuşkusuz manifesto olan edebiyat nedir? böylesi bir varsayımı kökten yadsır: angaje yazar, kurmacanın sarhoşluğundan ve biçimin çekiciliğinden sakınmalıdır. ama tam olarak böylesi bir kesinleme, sartre’ın hâkim olmakta zorlandığı bir akımın karşısına bir set çekmez mi? savunduğu gerçekçilik, biraz kolaycı biçimde ‘kediye kedi deme’ isteği, uygulamaları ve zevkleriyle yalanlanır.” (…) “yazarın işlevi kediye kedi demektir. sözcükler hastaysa, onları iyileştirmek bize düşer. bunu yapmak yerine birçoğu bu hastalıktan yaşar. modern edebiyat, birçok örnekte, bir sözcük kanseridir.”
yağmur dindi, hava kapalı ama o ‘kedi’ geldi yine bahçeye: miyaaavvv…
haaavvv: şeker gibi köpeğimiz -hem de şeker bayramında!- sizlere ömür -hastalık nedeniyle!- sartre olsa, ‘dilimiz’i duysa, derdimizi bilse, hâlimizi görse, ‘yazarın bir diğer işlevi de köpeğe köpek demektir’ der miydi? [kalem-kitap düştü yine elimden: haaavvv! (kediyle ağlaşıyoruz…)] {bir de “köpek olarak sartre” bölümünden alıntı ş/imdi, s. 121:
” s. de. b.** – hayvanları hiçbir zaman sevmediniz.
j.-p.s. – sevdim biraz, köpekleri, kedileri.
s. de. b. – çok değil.
j.-p.s. – hayvanlar, benim için felsefi bir sorundur bu. özünde. “
ve ek, s.125‘ten (ve de “sözcükler”den): “ben bir köpeğim: esnerim, gözyaşları süzülür yanaklarından, süzüldüklerini hissederim.” kedi, sartre ve ben, kalem-kitap demeden, ağlaşıyoruz bu kez -gel de tüttürme doktor!…}
[…] ve miyav, hav ve cik!
[tümden ayılıp-bayıldığım bir kitap var mı, bu kez ‘okuma hazzı’ndan tüttürdüğüm? yok! nietzsche’nin “zerdüşt”ü, cioran’ın etik/estetik/felsefîk bulduğum afirizmatik söylemi; enis batur’un deneme-dillemeleri dâhil, hepsinde bir eksiklik. ya esrik olacağım bir kitap okumalıydım ölmeden ya da harfi harfine eksiksiz bir (kitap zor) yazı yazmalıydım, diye düşünürken yetindim elimdekiyle.. heyhât! ve fakat ‘sıkı kitap’tı bu -avuntu mu yoksa? (varoluşsal sıkıntının bir çıkmaz hâli belki…]
sabahlardan bir sabah bu sabah ve ilkyaz dediğim böyle olur gibisankiyâni: bir bulut olsun yok, bir esinti, bir kötü koku: masmavi ve mis bir havada martılar, üveyikler, serçeler ve her yerde kediler, köpekler havlaşa, miyavlaşa, ötüşe çiftleşiyor: çoğalıyor zaman şimdi…
sartre bunu hep yapıyor/yaşıyor, yaz-kış demeden, mevsimsiz, zamansız, nice ülkeden nice sevgilisiyle: “(…) arlette elkaïm delambre sokağında, michell vian montparnassee bulvarı’nda, wanda kosiakiewicz dragon sokağı’ndadır (…) abd’de dolorès vanetti, sscb’de lena zonina, yunanistan’da hélène lassithiotakis… bu çokeşliliğin olağanüstü bir yanı yoktur ve adamımız zorlayıcı olmayan yollarla harem geleneğini modernleştirdiği için, cinsiyetler arasındaki dağılımı doğrular.“(s. 68, 69) haaavvv!
ne ki son söyleşilerinden birinde ‘kunduz’unun saptamasını onar:
” s. de. b. – bu cinsel aldırmazlıktan daha çok kadınlarla ilgili olarak söz edilir ama bir de sizin kendi vücudunuzla olan bir ilişki söz konusu… sizde niçin hep şu bir çeşit cinsel soğukluk olduğunu, hem de kadınları olağanüstü severken, anlamayı denemek isterdim. sizi hiçbir zaman çiğ bir arzu sarmış olamaz…”
j.-p.s.– hiçbir zaman.” miyaaavvv!
bir de şu alıntıyı eklemeli bu bağlamda, bu kez noudelmann’ın saptamasınca(s.70): “karşılıklı ilişkiler alışverişte bulunanlarda iz bırakır, onları dönüştürür, yeni duygulanımlara, heyeceanlara, düşsel alanlara erişimlerini sağlar. ilişkisözcüğü bunları adlandırmak için metres, ülke-kadın ya da olumsal aşklar’dan daha uygun düşer.” cik, cik, cik, pııırrr…
sabahlardan bir sabah bu sabah ve ilkyaz dediğim böyle olur gibisankiyâni: …serçeler ve her yerde kediler, köpekler havlaşa, miyavlaşa, ötüşe çiftleşiyor: çoğalıyor zaman şimdi daha da…
[…] ve üslûp ve bir başka baba-kız ilişkisi
[bir ilkyaz gecesi gezintisi kaç kitap eder bir hayat-kaç hayat eder bir kitap?-kıyasın da hâlleri var. ölüm ömre-ömür ölme eş bâzen! tümden güzel bir yaşam düş mü, ne? dünya’ya düşene seçim gam! ham sayfalar ömür törpüsüdür ‘okur’a -yazanına sor (ki bilmez!) bir de ‘âile’ zül özgürlüğe. yalanı-gerçeği kendine ‘yalnız’ın. zaman pek kalaba uzamda -uzadıkça kısalır gelgeç. hangi düşün derinse dert. anlamsız ve değersiz hem baş hem de son -‘ara’ meğer! yıldızsız, ay’sız bir ilkyaz gecesi gezintisi garip, öksüz-yetime. al sana bir koskoca sessizlik. varoluşla yokoluş handiyse teğet! “hiç” diyenin dilli dikenli (gül de kurur.) ıssız bir an korku yerine huzûr {hoş palavra.} ‘kitapsız’ın aşkı da kara.]
üslûp her şeydir hayatta; ‘yazma’ gibi, ‘okuma’da da.
üslûbu hoş bir baba-kız ilişkisi sartre ile arlette’ninki, ki zül olsa da ‘âile’ düşünlerince! “varoluşçuluk”tan haz etmeyen bir öğretmenin yüzünden “denize bir şişe bırakır gibi ona bir mektup gönderir”s.73, okur bunu sartre, yanıtlar; bir zaman dilimi sonunda buluşurlar ve başlar bir başka güzel serüven…
“entelektüel işbirliğinin ve –kesintisiz bir güven anlamında– bağlılığın olağanüstü bir örneği olarak da duran birlikteliği”(s.71) filozof-kunduz ilişkisinde nasıl başkaysa, (“birbirimizi sahiplensek ya?”s.82 sözünün ardından sartre’ın, “arlette’in biyolojik ve resmi babasıyla anlaşmak”s.83 yoluyla.) söz konusu baba-kız (evlat ve “koruyucu anne“) ilişkisi de bir başkadır: aldığı felsefe, sinema, tiyatro eğitiminin verdiği entelektüel boyutun da etkisiyle kitaplar, belgeler, notlar okuyup ‘baba’sına aktarması, “elyazmalarını kısaltmaya yardımcı olması”s.76, editörlük çalışmasından tutun da, (“beyin kanamaları geçirmiş“s.83 olmasının vargısından ötürü) “sartre elden ayaktan düştüğü zaman tekerlekli sandalyesini itme”sine(s.81) varan bir serüven –lâfı kesiyorsam birden, size kalsın ötesi-berisi diyedir…
fin
yaz’a gebe bir vakit -bahar, güz, kış meğer…
“sartre birçok yolu izlemiş, farklı tutumlar takınmıştır ve onun varoluşunun seyri birlikte yol aldığı ya da durduğu kişiler üzerinden yeniden çizilebilir.”(s. 145)
yeniden çiziledursun, ilkyaz diyorum ben -karga’yı (sartre), beauvoir’ı (kunduz) ve küçük çalıkuşunu (arlette) ‘daha fazla bilemem.’ sonsuz bir dalıştayım şimdi serçece, kedice, köpekçe, bir yaprak kadar mı acep bir insan yolu, derken…
ısınsın yeter -belki- börtü böceğe yem olacak iliğim kemiğin şu an. kitapsa kitap.. okudum. yazmaksa yazmak.. yazdım. ekmek yedim-su içtim, düşünüp düşledim henüz ömrüm ‘ölüm’ demeden. ve biliyorum, her şey ‘son’e varacak er-geç, ‘sartre ile tan’ da hikâye iken.
* françois noudelmann, bambaşka bir sartre, çev. şehsuvar aktaş, yky 1. baskı 2023, istanbul.
** simone de beauvoir. –
‘sartre merâklıları’ için IV kitap:
ı: sartre yüzyılı, bernard-henri lévy, çev. temel keşoğlu, doruk yay. 2004, ankara.
ıı. sartre satre’ı anlatıyor, çev. turhan ılgaz, yky. 4. baskı 2004, istanbul.
ııı: sartre ile sartre hakkında (söyleşi; simone de beauvoir, perry anderson, ronald fraser, uintin hoare, çev. yücel göktürk, metis yay. ilk basım: 2016, istanbul.
ıv: filozofların tuşesi, françois noudelmann, çev. yunus çetin, yky. 1.baskı 2025, istanbul

kitap & düşünü/yorum – II
* “filozofların tuşesi” üzerine bir
‘yaz(a)mama’ denemesi!
“müziksiz hayat hatadır.” / nietzsche (s.47)
“müzikte yaşamaya karar verdim.” / sartre (s.133)
“müzik hep susar; herhangi bir söylemle başıma bela olmaz…” / barthes (s.124)
I /
baştan dillemeliyim: çocukluğumdan beri hemhâl olmadım değil ‘piyano’ ile, ne ki kendimce; amatör dahi sayılmam; ‘kulaktan-rûhtan’ işte!
bin kez düşündüm, desem az; bin kez geri çektim kendimi böylesi bir yazıya dalmamak; az kaçınmadım/kaçmadım,kelimelere düşmemek; az yummadım ellerimi-parmaklarımı yumruk kılıp, tuşlarına dokunmamak için harf harf!
sartre’ın evine, nietzsche’nin dağına, barthes’in odasına girdiğim gibi çıktım: başa belâ, ömre gam, akla ziyân üç ‘filozof piyanist’ ile ya “tuşe” olunur ya ‘tuş’.. cayabilirim her an!
*
II /
sıkı okur kült kitabı kaçırmaz!
his-fikir arası -yâhut katışığı-karışığı-karmaşığı/sarmâşığı- bir hâle dûçâr olmuş iken, dediydim bunu kendine. size demem için de bir neden işte: müzik bahâne, kitap şahâne: tam bir akıl-rûh şenliği. ve fakat elim-dilim neden gitmiyor hâlâ, girizgâh sarmışken iç-im-i; içimi, iç inimi?! derin bir ‘es’ zamanı şimdi…
**
III /
-metronom neyse de- “diyapazon” fenâ: çatalında titr(eş)iyor ‘can’ yüz yıllar boyu ki, 1711’den 2025’e dek sürmekte titre(ş)me!
öyle içine bu çekiç çeker ki sizi, sonsuzluğa yolculanır ömrünüz birden; üstelik de tınısıyla üç kült filozofun, nefsince-nefesince-hevesince çoğalıp, “çekiçle felsefe yapmak” neymiş, yaşarsınız!
***
IV /
ve fakat az da olsa sevmelisiniz müziği, “hâtâ” olduğunu anlamak için “müziksiz bir hayat”ın.
yine de bunca lâf güzâf olacak diye, çekincem, kaygım, kuşkum, korkum yok değil!
böylesi bir cosmos-chaos can havliyle, bir chopin’e bir bach’a koştum.. neyleyim?
gayrı biraz rahat bırakın da beni, çukurunda büzüleyim diyapazonun!…
****
V /
alın size bir bahâne daha bendenizi yazmaktan alıkoymaya iten: kitabın yazarı françois noudelman felsefeci ve akademisyen; paris vııı üniversitesi’nde prof. ve dahi bir fotosuna denk düştüm, hem de bir “piyano”nun önünde! kitabının bir yerinde (s.86), “müzikolog belli bir tecrübeye yaslanarak partisyonu ‘okur’, müzikten anlamaksızın müzik hakkında konuşmaya kalkan az sayıdaki filozof ise bir takım genellemeler yapmaya mahkûmdur” der de, yusuflamaz mı kitap üzre-içre yazmaya yeltenmeyi düşleyen don quijote? zaar piyona çalar, partisyon ‘okur’; “sartre, nietzsche ve barthes piyano başında” diye bir alt başlık atacak kadar kitabına yetkin biri dikilirse karşınıza, neylersiniz? el cevâp: şaşı, şehlâ, peltek, kekeme hâlden de öte, suspus! yoksa değil “çekiç”le, balyozla, baltaya kovalar beni prof. alîmallâh!
*****
VI /
dikkatinizi pek celbetti değil mi, hâlâ kitaptan tam dem vuramamış olmam?
hava da bulutlandı zâten; içim karardı! canım cigara-çay çekiyor. bıraksanız beni ölürdüm balkonda! yine de merâk eden bir kişi varsa kitabı, onun yüzü suyu hürmetine yazmalım mı, ne?
ama gecenin körü, elimin körü: küt parmaklar bi şicikler yazamaz! içim geçse, başım düşse de dalsam; rüyamda sartre’ı, nietzsche’yi, barthes’i görsem; emekli/eski felsefe hocası, prof. ve üçü, beşi bir yerde olup da hasbıhâl etsek, dünü güne, günü yarına katsak, fenâ mı olurdu ha hayatın göğsüne yaslanıp?
bir adagio eşlik ederken -tercîhen bach’tan-, hem yazmaktan kurtarırdılar beni hem de size karşı mahçûp olmaktan. ne ki uykumu kaybedeli çok oldu. belki de bunun için okuyup yazmam! ama mevzû bu değil.. derken cigara söndü, çay bitti- dikkatinizi pek celbetti değil mi, hâlâ balkonda titremem!…
******
VII /
bir [çelişik] ikilem: canım hem yazmak istiyor hem yazmamak bu kitap hakkında; hem tuşelemek hem dokunmadan okuyup-geçmek istiyor içim; hem bir dip değerlendirmeye girişmek hem -aslâ-kat’a bir yüzeysel/gelgeç tanıtım yazısından öte- öte kılmak istiyor beni/kendimi aklım; canım hem çekip gitmek istiyor dağlara nietzsche’ce, hem de sartre’ca, barthes’çe çıkmamak istiyor kentlerden, sokaklardan, evlerden, odalardan sayfa sayfa, cümle cümle ve kelime ve hece ve harf harf, elsel-dilsel değil içsel-rûhsal bir hâl olarak duyup-durup, tuşların tuşesini es geçip!
*******
VIII /
piyano ve felsefe. -çoğun- izlek bu kitapta, üç filozof bağlamınca. söz dolaşıp-dönüp müziğe ve tabîî ki dayanıyor ‘tuşlar’a.
çocuk yaşta başlayan ve serüvenlerinin ortak noktası olan ‘piyano’, yaşlanana ve dahi ‘kendi olma’ konumlarını yitirmelerine dek(!) onlarla. piyanist değiller, profesyonel de, müzikte: pek iyi çalsa da üçü söz konusu ‘alet’i, iâşe bedelleri ‘felsefe’den.
ne ki el-ayak, nefes ve hayâtî heves onlara beyaz-siyah tuşlarla bezeli bu ‘yoldaş’ da, bana n’oluyor? işim yoksa notalara dalıp, ses aralıklarda gezinip, diyez-bemol demeden dallanıp- budaklanıp, minör-majör yolculanışlara çıkıp, bir ritim tutturma sevdâsıyla neden gireyim ki altına onca beste-bestecinin ağır yükünü sırtlanıp, bir de üçünün derdini, balkondan semâya dalmak, dünya’ya uzaktan uzanmak, kâinatın hakîkatini yalandan izlemek varken, çay-cigara keyfince?
okudum-bitti.. hepsi bu. dileyen alsın-okusun.. ne gam! üç pedala bir daha basan nâmerttir ve bir daha çekiçle felsefe yapan!
********
IX /
varoluşçu, hiççi, göstergebilimci üç düşünürü ‘piyona’ başında gören şaşmaz mı? bir sacayağı gibiler de, değiller! ortak paydaları ‘parmaklar’ı ve ‘tuşe dili.’ salt icrâ değil, nota okuma, yorum, doğaçlama hatta ‘beste yeti’sine iye üç dehâ ile sohbet azımsanacak bir olgu ve de olay olmasa gerek. üçünün notalarına/porte kâğıtlarının görselliğine, bestelerine denk düşüp ,(heyhât! çok istememe karşın nietzsce’nin icrâsına varamamama karşın) salt sartre ve barthes’in piyano çalışlarının videolarını izleyebildim: pek hoş ve olağanüstü bir güzel heyecan… solfej kâğıtlarda pür dikkat gözleri, parmakları, tuşlarda kuşlar gibi, uçuşuyorlar… âh! yazmak değil, onları izlemek bir derin hazdı o an. o andan sonra uzandım yatağa, diktim gözlerimi tavana; tabure-iskemle ile ve bestelerle hemhâl oluşlarını duyup yeniden daldım- gittim yüz kez yüz yıllarına… yeterdi bu bana, ekmek-su ve hava gibi nefeslenmeme. hayattaydım ve tanıktım bir nevî, onlarla yolculanmalarıma. yaz(a)madım!
*********
X /
düşledim: altı el tek piyanoda: üçü bir arda, yanyana oturmuşlar üç taburede, chopin çalıyorlar: nietzsche ortada, arada bir bıyıklarını buruyor.. solunda sartre, piposunu sarkıtıyor… sağında barthes purosundan nefesleniyor… sonra otuz parmak tuşe. en neşelisi ortada, en kuşkulusu solda, en kaygılısı sağda, en sevinçlisi karşılarında, mest olmuşuz! [bir ara araya 9/8’lik ve ardından (nietzsche’yi halaybaşı, sartre’ı pöççük kılıp mendilleycek; barthes’le aralarında zılgıt atacaktık, noudelmann davul, freud zurna çalarken) halay çekecektik de, olmadı, şu mâlûm ‘klasik müzik’ yüzünden! {rüyaya kaldı düş!}] chopin sürüyor…
**********
XI /
bakmayın öyle sonradan ‘kocaman adam’ olup, birer ‘piyanist-filozof’ diye anıldıklarına: üçü de ‘anneci’ (kim değil ki, değil mi freud?!) tâ çocuk yaşta başladılarsa minicik parmaklarıyla dev piyano tuşlarına tuşelemeye, bunda annelerinin payı yadsınamaz birere gerçek. biri bir başına, başına dikilmişken annesi, diğeri eşliğinde/yönledirmesiyle annesinin, bir diğeri de ”dört el piyano çalma”sıyle, annesiyle notalara gömülmüş. “sartre melodiye, nietzsche tınıya duyarlıdır, barthes’sa bilhassa ritme duyarlıdır”(s.119), diyorsa noudelmann, bu duyarlılığın nüveleri de daha çocukluklarında atılmış/saptanmış denebilir, annelerince. ziyân-zebîl olmadıysa ‘yetenek’leri, yine anneleri sâyesindedir belki (tanrı değil ammaaa oidipus bilir!)
***********
XII /
iknâ oldunuz mu gayrı kitap içre/üzre sanki yazmakta pek gönülsüz olduğuma? yoksa üç filozoftan felsefe tarihine dönecek; freud, jung, adler diye diye psikolojiye dalacak; afro, latin, anadolu demeden folklora banacak; mitolojiden girip siyasadan çıkamayacağıma kânî hâldesinizdir artık! iyisi mi gece hüznüne devâm chopin’ce: nocturne…
************
XIII /
“diyapazon”, şu mâlûm-meşhûr ‘çekiç’ düşmeseydi başıma, -olmasam da ‘piano technician!- akordundaydım ak-kara tuşların tokmakladığı tiz-pes [tozlu, paslı, puslu gevşek-gergin] telleri ‘sâf’ anahtarımla hâlâ! şiş kafayla bu kadar bir şuûr olur ancak: sus ve yaz(a)ma!
üç filozof, bir prof. ve her ‘okur’ bağışlasın beni!
*************
* françois noudelmann, çev. yunus çetin, yky, 1. baskı: şubat 2025, istanbul.


tan doğan
İstanbul doğumlu tan doğan, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe, Beykent Üniversitesi’nde eğitim yönetimi öğrenimi aldı-verdi. Şiir, öykü dallarında ödülleri olup, edebiyat, sanat, felsefe, psikoloji üzerine çabalarını, 1984 yılından bugüne dek çeşitli yayın organlarında paylaştı, paylaşmakta…
____________________________________________________________