“Erkin olduğu yerde direniş vardır.” Foucault
herhep özgür canlara…
4 soru, hiç yanıt!
Yüzyılların yoz kalıtını bir solukta silmenin adı mıdır devrim? Bir insan yaratısı olup, yine insanı sömürmesinin adı mıdır siyasa? Hiçbir şeyin hiçbir şeye dayatma yapmadan yaşam sürmesinin adı mıdır özgürlük? Bir sevincin, bir erincin ve bir solukluk mutun adı mıdır yaşam? …
Susmaların Beşiğini Sallayan Bir Çağ
…Sorular, sorular, sorular… Çağımız susmaların beşiğini sallıyor daha da; eleştirmemelerin, sorgulamamaların ve yazgının… Sokrates’in, yaşamını yitirmesine neden olan yaşam felsefesi/at sinekliği, eşdeyişle, ‘eleştirilmemiş, sorgulanmamış bir yaşam, yaşanmaya değmez’ uyarısı, neredeyse hiç kimsenin umurunda değil artık! Bir ezilmişliğin, bir bıkmışlığın, bir mutsuzluğun ve umutsuzluğun boyun eğdirmesinin tutsaklığı ya da yazgısallığın gizeminde sürüklenme: Biraz soluk, biraz ekmek, biraz su ve ‘Tanrı, en doğrusunu bilir!…’
“İnsan İnsanın Kurdudur…”
Böyle buyurdu Thomas Hobbes: Hiçbir şey, insanın insanı kemirdiği denli kemirmez bir başka şeyi: Elezerlik, kıyınç ve öldürme…:Hayvansı bile değil: Onlarda ana sorun açlık; ezerlik bizimkisiyse… Freud denli algılamak koşul: Altben-ben-üstben. Yoksa dipteki, bastırılmış ya da ‘ilkel’ diye nitelenen içdürtüyle kemirgenliğimizi bitiremeden, kemirgenlik bitirecek en yakı zamanda türümüzü…
‘Us diye diye’ ya da ‘Yine mi Us?..’
Kendini öteki türlerin üzerinde gören insan, dayanağını -belki /bildiğimizce/kendimizce- en ussal varlık ve değiştirip dönüştürmek koşuluyla doğaya egemen olmasında bulmanın dayanılmaz hafifliğini (!) yaşarken, zaman içinde ve sırasız bir biçimde türleri yok ettiğinin, dahası, kendi türünün de sırasını hızla getirdiğinin ayırdında mıdır? Us, öyle (törebilimsel/etik/ahlak) çok iyi, (esemece/mantıksal) doğruve (güzelduyusal/estetik) güzel bir ayırt olarak en insansal özellikse, neden öyleyse bu kötü, yanlış ve çirkin yaşam?… Yoksa çok mu abarttık her şeyi usa indirgemekle ya da usu en üste koyup, yükseltgemekle?…
Dayatmanın Bir Başka Adı mı ‘Siya(h)set?..’
Siyasa tarihi irdelendiğinde, tekerkli, çokerkli, elerkli, dinerkli… siyasaların topluluklara, toplumlara, uluslara dayatıldığını yadsımak olası mı? Salt siyasayı yürürlükte tutmak ve yönetim dizelgesini yitirmemek için, dahası, söz konusu amaç için, her aracı geçerli saymak, yöneticilerin, eşdeyişle, erk(ler)in ‘olmazsa olmaz tavrı’ olmamış mı (ve de olmamakta mı)? Bir başka deyişle, erek ‘erk’ olmak ve öyle kalmak değil mi tüm siyasalarca?…
Erk
İnsanın insanı yönetme isteğinin/düşününün tarihi, istenç- istenç dışılık karşıtlığı denli eskil. Kendini, öteki insanlardan, dirimlerden, doğadan üstün görenlerin bir yaratısı… Başkalarını yönetme yetisine iye olduklarına (dahası, bunun Tanrısallığına ve de kendilerinin yalvaçlığına) inananların, yönetileceğine inandırılanlarla olan savaşımı… Sonuç: Yengi yok. Ya da, ‘erk, bir hiçtir….’ Bu vargının doğrulanması ya da göstergeleri mi…, yüzyıllarca süren sömürü, yayılmacılık, anamalcılık; dayatmacılık, elezerlik, kıyınç; açlık, yoksulluk ve ölüm.
Anamalcılık Düşüngüsü
Toprak ağalığı düzeneğinin günümüze dek uzanması; bu uzantının petrol ağalığıyla sürdürülmesi; ardına su, gıda, oksijen ve başkaca madenlerin iliştirilmesi, anamalcı düşüngünün tekelci anamalcılığa dönüştürülmesindeki sürecin aşamalarıdır. Yeni Yeryuvar/Dünya Düzeni’nin hiç de yeni olmadığının göstergeleriyse, emeğin sömürülmesi, yayılımcılığın yeryuvarın en uçta kalan yerine dek uzanmasıdır. Bir başka deyişle, anamalcılığın son vargısı olan küreselleşmecilik, yeryuvarı büsbütün kuşatmak, işçi ülkeleryaratıp salt kendi için -gerekirse/çıkar ilişkisi öyle isterse, sınırlı olmak koşuluyla, yandaşlarını da- yaşatmak, her türlü üretim aracına ve gücüne el koymak; tutumsallığın (ekonominin) yanı sıra, ekinsel, yazınsal, bilimsel (bu bağlamda, ‘aydın kimdir?’ tanımlamasına girmeye gerek var mı?…) alanların biricik belirleyicisi olmak; özce, tek kutupluluk içinde yeryuvar jandarmalığına soyunmağı ereklemektedir.
Adres(ler)
Sorunun çıkış imini/kaynağını başka adreslerde ya da saptırılmış yönlerle, başka yerlerde aramak (istenilen de budur) usdışıdır (‘us nedir?’ ya da ve yine(!), ‘en ussal dirim insan mıdır?’ sorularına girmeye de gerek var mı?…) Anamalcılığın sağ kolu, en yakın dostu(!) ve bunu yüzyıllarca kanıtlayanıdır ‘din.’ Salt Orta Çağ skolastik öğretisiyle (ya da günümüz Vatikanıyla) bunu açıklamaya kalkışmak doğru ve yeterli olmaz; dinler tarihini incelemek ve siyasa-din ilişkisini/iletişimini de irdelemek gerekir… Erk, bir başına hiçbir şey -ya da bir hiç– olduğuna ve ‘mutlu insanlık’kaygısını taşımayıp, anamalcılığın daha da güçlenmesi ve (kendi sınıflamasınca) kuzeylilerin -varsılların- güneylilere -yoksullara/işçi uluslara- egemenliğini, dayatmasını içerdiğine göre, tutumsal (ekonomik), ekinsel (kültürel) sömürü yandaşlarını (öteki dostlarını !) yadsımamak koşul. ‘Erk olmak için erk olmak’ anamalcılığın biricik saplantısı ve bundan ödün vermeye hiç niyeti yok (bir karşısav ya da bir başka seçenek, bir başka düşüngü söz konusu değil şimdilerde : Dayatmanın başarısı mı, yazgısallığın baş eğmesi mi, kanıksamanın/çıkışsızlığın sürdürümü mü, usun yetersizliği mi?… Sorunu gerçek anlamınca pek irdeleyen/tartışan -neredeyse bundan yakınan- da yok !!!) Bu saplantı uğruna din, silah, uyuşturucu benzeri yolları seçmesinin yanı sıra, yıldırıyı da/terörü de (bumerang denli -Pentagon ve İkiz Kuleler/Washington ve New York- kendisine dönse bile!) işin içine kattığını görmezden gelmek olası değil (yıldırı öbeklerinin oluşturulmasının ve parasal/silahsal güçlendirilmesinin tarihi de yeni değil.) Öte yandan, erkin bir başka ve bitimsiz olarak savaşın beşiğini sürekli sallaması (-budunsal çatışmaları oluşturmasının yanı sıra-yakın geçmişte Irak-İran, ardından Körfez ve şimdilerde yine Irak…), dostlarına yeni -ne var ki eskimeyen- dostlar katması, ne denli kararlı olduğunu -izleyicileriyle- göstermektedir. Adreslerin bunlarla sınırlı kalacağını sanmaksa, anamalcılığın birden yok olacağını düşlemek denli tansıklıktır.
Bilim ve Bilim İnsanı
Bilimin tarihsel sürecine şöyle bir bakış atmak olası: Çin ve Hint’te M.Ö.2000’li yıllarda başlayan bilimsel etkinlikler, Mısır ve Mezopotamya’dan sonra, M.Ö.600’lü yıllarda Anadolu topraklarında ve Yunan’da sürmüş; 5. ve 10. yüzyıllar arasında (dinselliğin ağına düşürülüp) durağanlaşıp, 8. ve 14. yüzyıllar arasında Doğu’da etkinleşmiş; Batı’daysa, 15. ve 16. yüzyıllarda yaşanan Yeniden Doğuş/Rönesanssırasında yaşam bulup, 16. ve 17. yüzyıldaysa daha da devingen bir konuma ulaşmış; 18. yüzyıldaki üretimsel yapısı, 19 yüzyılın Sanayi Devrimi’ne dönüşmüş; 20. yüzyıldaysa büyük gelişme (Newton-Einstein-Planc-Heisenberg) yaşanmıştır. Anmamız gereken birkaç bilim insanıysa, şöyle sıralamalı: Miletli Thales (M.Ö.624-546), Pythagoras (580-500), Demokritos (M.Ö.460-370)…; Kopernikus (1473-1543), Kepler (1571-1630), Galilei (1564-1642); Bacon (1561-1626), Descartes (1596-1650), Newton (1642-1727); Laplace(1749-1827), Lobaçevskiy (1792-1856), Riemann (1826-1866); Claude Bernard (1813-1878), Comte (1798-1857), Wund (1832-1920); Einstein (1879-1955), Planck (1858-1947), Heisenberg (1901-1977)… Ya sonra?…
Bilimimsi ve Bilim İnsanımsı…
Genel-geçer, yapıcı ve nesnel; törebilimsel (etik/ahlak), mantıksal, sorgusal; yöntemsel, doğrusal, olgusal, dahası, insansal, yaşamsal ve evrensel özellikleri içermesi gereken bilim, özellikle 20.yüzyılın son çeyrek diliminde ve 21.yüzyılın ilk çeyreğinde -şimdilerde- inaksal/dogmatik, yoz ve tutucu bir konumdan sıyrılamadığı, siyasal dinselliğin avuçları içinde tutsaklaştığı, anamalcı düşüngü doğrultusunda sevilgen/popüler bir çerçeveye büründüğü; çıkarın, paranın, ünün ve konumun tatlılığıyla -tatlı su balıklılığıyla (!)- fildişi kulelere sıkıştığı; siyasayla ahbap-çavuş ilişkisine girip, yakayı kaptırdığı; savaşa, açlığa, yoksulluğa ve zamansız ölüme ‘dur’ diyecek yüreklilikten sıyrılıp, dilini yuttuğu için ya ‘korkaklık çağı’na girdi, ya da sonunu getirdi… Bu son, salt bilim için değil, yaşam için de geçerli olacağa benzemekte. Eşdeyişle, bilimin yerine bilimimsinin, bilim adamının yerine bilim adamımsının geçmesi ve bir hiç olan erkin, her şeye dönüştürülme uğraşının çoğun gerçekleşmesi, ‘a’slolan yaşam’ düşününü yok saymaya, dahası, türlerinyokluğa sürüklenmesine izleyici kalınarak, zamanla insantürünün, ardından doğanın ve yaşamın yeryuvardan kazınması sonucuna/sonuna neden olacak…
Gerçek mi, Yazgı mı?
Yüzyılları imbiğinden süzülüp 21. yüzyıla -savaşlara, sömürüye, yayılmacılığa ve açlığa karşın yine de/bir biçimde/nasılsa?!…– ulaşmış bir yaşamın tüm türleriyle ve doğasıyla sonlanması gereğini duyanlar gerçekçi mi, yazgıcımı? Zamanın yeryuvarla özdeş olduğunu savunanlarla, bir başka yeryuvarda -‘öteki dünya?’da- süreceğine inananlar… Cennetin de, cehennemin de yaşamın içinde -yeryuvarda- olduğunu dile getirenlerle, yaşamın/yaşamanın bedelinin ödeneceğini /karşılanacağını ödül ve ceza bağlamınca benimseyenler… Yaşama bağlananlar ve dinselliğe bürünenler… Ussallar ve inançsallar… Açık-seçik(Descartesçe) olanla yaşayanlar ve gizemcilikle özdeşleşenler… Hep burada olanlar, hiç burayı önemsemeyenler… ‘Erk oyunları’ ve oyuncuların savaşımları: Kim için, ne için?… Ve ‘ıskalanan yaşam…’
‘Sonuç’ Yerine…
İnsan mı?: Yeryuvar yaşamında yer alan, yüzyıllar boyu varoluş savaşımı veren; bilimle, sanatla, felsefeyle, tutumla, siyasayla…varlığını 21. yüzyıla taşıyabilen; sınırlı ussallığınca/‘kendince’ yapan-yıkan, silahlar yaratan, savaşlar çıkartan, açlığa sürükleyen, yoksullaştıran; insan doğasını ve dış doğayı yozlaştıran/yokluğa sürükleyen; inanan-yadsıyan; seven-özezer ve elezer olan; doğan, yaşayan ve ölen… Her şeye karşın, öteki dirimlerden/türlerden biri… Erk mi?: ‘İnsana özgü bir usdışılık’ nedeniyle, yaşamın, doğanın ve insanın, ‘insana tutsaklığı…’ Sonuç mu?: Ya bir tansıklık/mucize olacak, ‘usumuz, başımıza gelecek’ ya da sonumuz… Bir başka Umut mu?: Onu da siz düşünün artık…

tan doğan
İstanbul doğumlu tan doğan, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe, Beykent Üniversitesi’nde eğitim yönetimi öğrenimi aldı-verdi. Şiir, öykü dallarında ödülleri olup, edebiyat, sanat, felsefe, psikoloji üzerine çabalarını, 1984 yılından bugüne dek çeşitli yayın organlarında paylaştı, paylaşmakta…