Close Menu
    Son Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Salı, Temmuz 15
    X (Twitter) Instagram Facebook
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    • YAŞAM
      1. Aktüel
      2. Beslenme
      3. Felsefe
      4. Fitness
      5. İlişkiler
      6. Kişisel Bakım
      7. Kişisel Gelişim
      8. Psikoloji
      9. Sağlık
      10. Seyahat
      11. Sürdürülebilir Yaşam
      12. Teknoloji
      13. View All

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025

      ‘Boykot bir hak mı? Suç mu? ‘ sorusuna yanıt arayanlar için 10 film

      Nisan 2, 2025

      Sinema tutkunları için yepyeni bir mecra: Yeni Sinema Dergisi 

      Şubat 28, 2025

      İnovatif makarnacı Pastavilla 32. yaşını ödülle kutluyor

      Nisan 22, 2024

      Buğday Derneği ‘zehirsiz kentler’ için harekete geçti

      Aralık 23, 2021

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Institut français, Fransız yazar, felsefeci ve filolog Barbara Cassin’i ağırlıyor

      Şubat 25, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Ergen ebeveynleri için kılavuz

      Eylül 23, 2024

      Aşkın Lotus Hali… 

      Temmuz 4, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      ‘Rekabetçi Aile’yi izlerken kendimize de gülebilir miyiz?

      Ağustos 27, 2023

      Parfümde şişe tasarımı kokudan önemli olabilir mi?

      Mart 28, 2023

      Saç bakımına ilişkin merak edilen 6 soru ve 6 yanıt

      Nisan 17, 2022

      Stresten Huzura: Deneyimlenmiş bir dönüşüm süreci

      Mart 6, 2025

      Yeni Eril: Dr. Nil Keskin’den kapsamlı bir dönüşüm rehberi

      Mart 4, 2025

      Cansel Oruç’un ‘Başarmaktan Korkma’ kitabı okuyucuyla buluştu

      Aralık 26, 2024

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Kimdir bu “Narsist Sapkınlar?”

      Mayıs 29, 2025

      Borderline: Bir Kişilik Bozukluğunun Biyografisi

      Mayıs 6, 2025

      Dementor – Ruh Emici: Narsisizmin gölgesinde bir yok oluş ya da yeniden doğuş hikâyesi

      Şubat 17, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      ‘Hepimiz Narsistiz’ kitabının yazarı Şule Öncü: Sanıldığından yaygın!

      Mayıs 17, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      Prof. Dr. Körükoğlu’ndan sağlıklı ve genç kalmanın sırları

      Mayıs 7, 2023

      Salmonella’dan korunmak mümkün mü?

      Nisan 27, 2022

      Kadim bir kültür kenti: Denizli

      Mayıs 21, 2025

      Kayıp bir çantanın peşinde Patagonya’da edebiyat

      Şubat 20, 2025

      Sevdalinkalar ülkesi: Bosna Hersek

      Şubat 7, 2025

      ‘Baumit ile Olasılıklar’ kitabı ile geleceği yeniden düşünüyor

      Eylül 20, 2023

      Heykeltıraş Varol Topaç’ın çelik üretim atıklarından yarattığı eser Contemporary İstanbul’da

      Eylül 17, 2023

      Jeotermal enerjiyi çocuklara anlatan kitap: Damla Adamlar

      Ağustos 31, 2023

      Çocuklar ileri dönüşümü eğlenerek öğreniyor

      Haziran 21, 2023

      Kim Korkar Yapay Zekadan

      Haziran 8, 2025

      Türkiye’nin mutfak ve kültür mirasından seçkiler dijital erişime açılıyor

      Ekim 20, 2023

      Mevzular Açık Mikrofon, artık GAİN’de

      Eylül 1, 2023

      Akıllı makineler ve robotlar denilince akla gelen filmler

      Ağustos 31, 2023

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Zeynep Sönmez’den Wimbledon’da Tarihi Başarı!

      Temmuz 3, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025
    • KÜLTÜR – SANAT
      1. Kitap
      2. Müzik
      3. Öykü
      4. Sanat
      5. Sergi
      6. Sinema
      7. Şiir
      8. Tiyatro
      9. Video
      10. View All

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Peki biz neden hala kaçmıyoruz?

      Temmuz 10, 2025

      Gece Yarısı Kütüphanesi: Ya diğer olasılıklar gerçekleşseydi?

      Temmuz 8, 2025

      Haziran ayı için film önerileri

      Haziran 1, 2025

      Yaz ortasında melankoli: Slowdive İstanbul’a geliyor

      Şubat 20, 2025

      Arter’den avangart bir müzik festivali

      Şubat 11, 2025

      Borusan Quartet’in “Oda Müziğinin Ustaları” konseri ENKA Sanat’ta

      Şubat 10, 2025

      Öykü: Sessizliğin İçinde Nefes

      Temmuz 9, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      Öykü: Erik Ağacı

      Temmuz 7, 2025

      KEMAL TAHİR ROMANLARINDA KADIN İMGELERİ – III

      Temmuz 1, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Rüyaların Ressamı: Remedios Varo’dan 6 büyülü tablo

      Haziran 10, 2025

      Balenin Rus yıldızları Bodrum’da

      Ağustos 12, 2024

      Pera Müzesi Yazar-Editör Sohbetleri’nde sanat tarihine müzecilik penceresinden bakış

      Şubat 20, 2024

      İstanbul’da devam eden 16 sergi

      Temmuz 10, 2025

      Ressam Ömer Onay’ın ‘Bilinç Akışı’ sergisi AKM’de

      Haziran 20, 2025

      ‘Mumi’lerin yaratıcısı Tove Jansson eserleriyle Aynalı Geçit’te

      Mayıs 8, 2025

      Handan Özbek’in “Çıplak Kıta” sergisi Goba Art & Design’da

      Mart 12, 2025

      2000 yılından sonra çekilen en iyi film hangisi?

      Haziran 29, 2025

      Telefon Kulübesi: Bir telefon, bir ses ve bir yüzleşme

      Haziran 26, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      Mühür: Gece Eşiği filmi yakında sete çıkıyor

      Haziran 17, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      GÜRÜLTÜNÜN ORTASINDA SESSİZLİĞE YOLCULUK: MODERN DÜNYADA DİNGİNLİĞİN PEŞİNDE

      Temmuz 1, 2025

      Şiir: Ne Zaman

      Haziran 10, 2025

      şiir: küf lekesi

      Haziran 7, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      “Bulaşıkçılar” yeni yorumuyla İstanbul, İzmir ve Ankara’da

      Mayıs 21, 2025

      Molière klasiği ‘Cimri’ye alaturka dokunuş

      Mayıs 19, 2025

      Kadıköy Oda Tiyatrosu “Kalabalık Fasıl” ile açılıyor

      Mayıs 12, 2025

      Parazit – Sınıfsal uçurumların sarsıcı anlatımı

      Haziran 30, 2025

      Garfield’in resmi posteri yayınlandı

      Aralık 19, 2023

      Napolyon bu kez Jaquin Phoenix’in yorumuyla sinemada

      Kasım 23, 2023

      Freud’s Last Session filminden fragman

      Ekim 27, 2023

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025
    • SD+
      1. Röportaj
      2. Haber
      3. Makale
      4. Portre
      5. Diğer
      6. View All

      DÜNYAYA BİR KRİSTALDEN BAKMAK… HER IŞILTIDA BAŞKA DÜNYALARA YOL ALMAK…

      Haziran 28, 2025

      Booky Kitabevi: Bir insan, butik bir kitabevi, kocaman bir topluluk

      Haziran 22, 2025

      Ediz Dikmelik ile Sorgulayan Çocuklar: Çocuklarla Felsefe El Kitabı 

      Haziran 11, 2025

      Kilitli Hatıralar Kitabı: İstanbul’un altı ayrı dönemine tanıklık eden öyküler

      Nisan 19, 2025

      Yeşilçam’ın köklü şirketi Erman Film’de yollar ayrıldı

      Şubat 6, 2025

      Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar: Herkes kendi hikayesine sahip çıksın!

      Kasım 16, 2024

      İstanbul’un plajlarına otobüs seferleri başladı

      Ağustos 7, 2024

      Biletinial’da ‘yorum ve reyting’ uygulaması

      Nisan 17, 2024

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Romalı tarihçilerin yazmadığı Kleopatra: Hükümdar, alim ve filozof bir kadın

      Haziran 10, 2025

      Bir antikahramanın portresi: MARLA SINGER

      Nisan 30, 2025

      Çocukluk çağı, ilişkiler ve diktayı kitaplar üzerinden okumak

      Nisan 29, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Rüyanın kalemle buluştuğu kadın: Nazlı Eray

      Haziran 22, 2025

      Gülhane Parkında sarnıç olduğunu biliyor muydunuz?

      Nisan 2, 2023

      Klasik mobilyada en çok tercih edilen ağaç türlerini biliyor musunuz?

      Nisan 1, 2023

      Mart ayında Türkiye’nin en çok konuştuğu başlıklar

      Nisan 1, 2023

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Sinan Saygı’nın yeni kitabı: İletişim Bir Süreçtir

      Temmuz 3, 2025
    • PODCAST

      Podcast: Hayati Tavsiyeler ‘Bahar ve Mitoloji’ ile yayında

      Mayıs 5, 2023

      Denenmiş, test edilmiş, onaylanmış: Hayati Tavsiyeler

      Mayıs 5, 2023

      Meraklı bünyeler için podcast kanalı: Suare Online

      Mayıs 1, 2023

      Akla takılan sorulara yanıt arayan podcast: Neymiş?

      Nisan 9, 2023

      Hayati Tavsiyeler: Kendine yatırım yapanlara özel podcast

      Nisan 9, 2023
    • YAZARLARIMIZ
    • FELSEFECE VE…

      tan doğan: sap-saman

      Temmuz 14, 2025

      tan doğan: seğir[t]meler

      Temmuz 3, 2025

      on kırık iz!

      Temmuz 1, 2025

      noudelmann ile tan

      Haziran 27, 2025

      …ve …

      Haziran 25, 2025
    • SuareMag
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    Buradasınız:Anasayfa » Louis Althusser
    FELSEFECE VE...

    Louis Althusser

    Mayıs 7, 2025Yorum yapılmamış12 dk Okuma Süresi
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaş
    Facebook Twitter Pinterest WhatsApp Email LinkedIn

    ya da 

    Bir Dâhi, Bir Deli 

    ve Bir Başka Kâtil

    tan doğan

    __________________________________

    “Analiz ince kumla dolu ağır bir kamyonu boşaltmaktı.
    Bir kol damperi yavaş yavaş kaldırıyor, arkaya doğru eğimliyor. Önce hiçbir şey dökülmüyor,
    sonra yavaş yavaş birkaç kum tanesi düşüyor. 
    Derken birden bütün yük kayıp yere akıveriyor.”
     “Bilinçaltı örgü gibi bir şey…”

    ____________________________________________

    “Bu, Ötekiler Gibi Değil…”

    Adı: Louis Althusser (Annesiyle nişanlanan, ne var ki Birinci Dünya Savaşı’nda ölen amcasının adı.) Doğum Yeri:Cezayir (Fransız Cezayiri’ne on beş kilometre uzaklıktaki Birmendreïs kentinde “Boulogne Ormanı” denen yerde bir ormancı evi.) Doğum tarihi: 1918 (16 Ekim, saat dört buçuk… Ve doğumunu sağlayan ebenin ilk sözü: “Bu, ötekiler gibi değil…”)

    Okul, Savaş, Sayrılık Yılları… 

    Cezayir’e göç etmiş bir ailenin oğlu olarak (babası –Charles– savaşta olduğundan) annesi (Lucienne), kız kardeşi (Georgette -annesinin genç yaşta veremden ölen arkadaşının adı), dedesi (Pierre Berger)  ve ninesiyle (MadeleineNecroux) geçen ilk çocukluk… İlkokuldan sonra ortaokulu da (Lyautey lisesi) Cezayir’de okuma… (Savaş sonrasındabankacılığı seçen babası, annesi ve kız kardeşiyle süren yılların ardından) babasının ölümü ve önce Marsilya’ya (1930-1936), sonra da  -anne, oğul, kız- (“Yüksek Öğretmen Okulu”na) Lyon’a yolculuk (1936-1939)… Paris’te, ENS’de (Ecole Normale Supérieure) öğrenim… İkinci Dünya Savaşı’nda askerlik ve Alman savaş tutsak / esir kampına düşüş… ve“Yorgun Tutsak”ın eve dönüşü… ENS’ye geri dönüş… “Freud’un ve Lacan’ın Kuyularında Yolculuk…”Psikoterapistlik…  Tinsel /ruhsal ve bedensel sayrılık… Bitmek-tükenmek bilmez “Sayrıevi/Hastane-Okul Zamanlar”ı…Elektroşoklar… Psikoterapiler… “Ortodoks Düşünce ve Marksizim…”  ’68 Olayları…  Yine “sayrılık”, yine “felsefe” ve…  “Hélène…”

    Kitaplar, Kitaplar, Kitaplar… ve Bir “Uyarı”

    Louis Althusser’e ‘yaklaşabileceğimiz’ (‘tanıyacağımız’ demek güç); onun düşünce, duygu, düş, imge, duygulanım,etkilenim, eylem…yapısına ilişkin ‘ipuçları’ edinebileceğimiz (Türkçe’ye çevrilen Montesquieu Siyaset ve Tarih, Marx İçin, Yeniden -Üretim Üzerine, Sanat Üzerine Yazılar 1- Felsefi ve Siyasi Yazılar, Lenin ve Felsefe, John Lewis’e Cevap,Güncel Müdahaleler, Felsefe ve Bilim Adamlarının Kendiliğinden Felsefesi, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları,Tutsaklık Güncesi, Özeleştiri Ögeleri, Makyavel’in Yalnızlığı ve Başka Metinler Althusser’in Mirası, Kapital’i Okumak, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları  ürünlerinin yanı sıra) en önemli ürünü -‘ki yaşamını / kendini anlattığı’-“Gelecek Uzun Sürer” kitabına yönelim zamanı şimdi (Gelecek Uzun  Sürer, Louis Althusser, Özyaşamöyküsü, Fransızcabaskıyı yayına hazırlayan ve sunanlar Olivier Corpet ve Yann Moulier Boutang, Fransızca aslından çeviren: İsmet Birkan, Can Yayınları, İstanbul, 1996.) [Bu yay ayraçta, “Özyaşamöyküsü” imlemesine karşın Althusser, “Uyarıyorum:okuyacağınız ne günlüktür, ne anı, ne de özgeçmiş. Her şeyi feda edip, yalnızca yaşamıma damgalarını vuran ve biçimini veren temel duygulanım ve etkilenim durumlarının (affects) üzerimdeki etkisini yakalamak istedim. Ben kendimi bu biçim içinde tanıyorum, sanırım başkaları da orada beni tanıyabilecektir” diyerek, “okur”u Althusserce uyarman gereğini duyuyor.]

    “Sunuş” ve “Yargı” Olgusu Üzerine…

    Kitabın “Sunuş” bölümcesinde Althusser için şu sözlere / saptamalara yer veriliyor: “Üstün zekâlı ve meslekten filozof bir entelektüelin kendi deliliğini, bunun resmî psikiyatri kurumu tarafından ruh hastalığı olarak ‘tıbbîleştirilmesini’ vebüründüğü psikanaliz giysilerini nasıl ‘mesken tuttuğunu’ bize anlatması anlamında, olağanüstü bir belge. Bu anlamda, ana çekirdeği daha Olanlar’da açıkça görülen bu özyaşam öyküsü bloğu, hiç kuşkusuz Michel Foucault’nun DeliliğinTarihi adlı yapıtının vazgeçilmez arkadaşı ve tamamlayıcısıdır. Yargıdan bağışıklık kararıyla filozofluğu fiilen elindenalınmış bir insan tarafından yazılmış, ‘olguların’ ve ‘yapıntıların’ ayıklanması olanaksız bir karışımı niteliğindekiGelecek Uzun Sürer’, Foucault tarafından yeri gösterilen şeyi etten ve kandan yoğrulmuş bir varlıkta, deneysel olarak,açığa çıkarıyor: delilikle akıl arasındaki ayırıcı sınırdaki dalgalanma.” (…) “Louis Althusser, yaşamının tarihinikoyduğu bu iki metinle, ölüm-sonrası yazgısında kuşkusuz bunlardan kurtulmuş bulunuyor.” (…) “Elbette ancakbunların okunması -ki ister istemez çoğul, çelişkili ve tartışmalı bir okuma olacaktır bu- bize bu metinlerin yapıtıbütününde ve yapıta yöneltilen bakışlarda ne gibi çalkantılara, sarsıntılara neden olduğunu gösterebilecektir. Buçalkantıların doğrultusu ve genliği üzerinde şimdiden yargıda bulunmak olanağı yoktur.”  

    “Yargı”, (hele böylesi bir durumda ve konumda) öylesi kolay bir karar olmadığından, şimdilerde bile ‘açık-seçik birvargıya ulaşıldı’ demek olası değil -sanırız.

    Peki, Althusser ne diyor bu “Yargı” olgusu ve kitabı için…: “Bu kitap, başka koşullarda zorunlu olarak verilmesigereken hesabın gönüllü olarak verilmesidir. Bütün istediğim, bana bu olanağın tanınması; o koşullarda bir zorunluluk olacak olan şeyin şimdi bana özgürce verilmesidir. Elbette burada sunmaya çalışacağım yanıt, ne -gerçekleşmemiş- bir yargılanmanın kurallarına uyacak, ne de böyle bir oturumda alacağı biçime bürünecektir;bunun bilincindeyim. Ama düşünüyorum da, yargılanma fırsatının bir daha ele geçmemek üzere yitmiş olması; kurallar ve formaliteler gibi öğelerin eksikliği, söylemeye çalışacağım şeylerin kamuoyunun özgür yargısına ve değerlendirmesine daha geçerli bir yoldan sunulmasını sağlamaz mı acaba? Bilmem, ama benim dileğim bu işte. Birtedirginliği ancak bitmez-tükenmez başka tedirginliklere düşerek yatıştırma düşüncesi benim yazgım artık…”

    “Gelecek Uzun Sürer”

    Söz konusu kitap “Sunuş”, “Gelecek Uzun Sürer” ve “Olanlar” diye üç bölümden oluşmakta (özgün yazımında birkaç sayfa dışında, üç yüz yirmi üç yaprak, A-4 boyutundaki kâğıtlara daktiloyla yazılmış.)

    Kitap irdelenmeye çalışıldığında, Olivier Corpet ve Yann Moulier Boutang’ın “Sunuş”da dile getirdikleri sözleri yinelemek kaçınılmaz: “Bu iki metinle fantezinin, sanrının yazı-dünyasına giriyorsak bunun nedeni, bunların ‘konusunun’ delilik olmasıdır: başka deyişle, özne için kendini deli, sonra katil, buna karşın her zaman filozof ve komünist olarak ‘çekimlemenin’ tek yolu budur. Burada delilik üstüne olağandışı bir tanıklıkla karşı karşıyayız. Freud’un incelediği Başkan Schreber’in Anıları, ya da Michel Foucault’nun sunduğu Pierre Rivière’in Anıları (Annemi, kız kardeşimi ve karımı boğazlayan ben, Pierre Rivière) gibi ‘nosografik belgelerdeki’ anlamda değil, üstünzekâlı ve meslekten filozof bir entelektüelin kendi deliliği…”

    Althusser’in (yaşamına) ‘yaşamsal deliliğine’ göz attığımızda, karşımıza çıkan temel kavramları, saptamaları, olguları… artarda sıralamamız olası: Sinir bunalımları… Yanılsama/sanrı… Çelişkiler-çalkantılar-sarsıntılar… İntihara eğilimi/şantajları… Karabasan(lar)… Yarım-bilinçlilik durumları… Kendi duygulanım ve etkilenim durumları (affects)…Mani… Hipomani… Megalomani… Depresyon(lar)… Nesnesiz bunaltı nevrozu… Nevroz… Sado-mazoşistlik… Çılgınlık… Yineleme içgüdüsü… Diyalektik anlayış/duygu… Tarihsel materyalizm… Politik kimlik/particilik-eylemcilik… Felsefe profesörlüğü… Ünlülük… Psikanaliz kuram… Deontoloji-farmakoloji-tıbbî biyoloji… Fiziksel/kimyasal deli gömlekleri… Hırsızlık… Sahtecilik… Yapmacılık (artifice)… Özüne hayranlık (narsisizm)…Şeytanca düşgücü… Benliğin örselenmişliği/çiğnenmişliği… Perde-yapıntılar (ècrans-fantasmes)… Anne sorunsalı… Ölüm korkusu… Ruh doktoru ve psikanalist… Erken bunama… Ağır melankoli… Delilik-akıllılık sınırı… Men-imuhakeme (yargıdan bağışıklık)… Tinsel/ruhsal dengesizlik… Zihin bulanıklığı… Sayrılı sayıklama(lar)… Dâhilik-delilik-kâtillik… ve yine Hélène…

    Hélène

    Althusser’in yaşamında  “Hélène”in ‘ağır’lığı ne denliyse,  Hélène’in yaşamında da “Althusser” öyle… Bunu salt bir“sevi” olgusu olarak algılamak olası değil. Birlikteliklerinin içinde ‘düşünsel/felsefik, düşüngüsellik/ideolojik, politik, eylemsellik, psikolojik ve psişik olgular’ın ‘ağır’lığıda bir ‘harmanlanmışlık durumu’ söz konusu. Tek yanlı bir sayrılık gibi görülen konumun, -zamanla- “ikili sayrılığa” dönüşümü de karşımıza çıkmakta. 

    Althusser’in karlı bir Paris gününde Hélène’le ilk karşılaşması, soğuk ellerini avucuna alması ve “sessizlik”le süren ‘uzun yürüyüş’ün zamanla ‘gizli bir çığlık’a dönüşüm süreci, ilişkinin yapı taşlarını oluşturmakta. 

    ‘Hélène kim?’ diye bir soru sorulduğunda, Rusya-Polonya sınırından Fransa’ya göçmüş bir Yahudi ailesinin kızı olduğu, (erkek çocuk bekleyen, hiç emzirmeyen, bir kez bile kucağına almamış, kötü, kindar, hırçın, saldırgan)‘anne’siyle ilgili çok acı anıların belleğine kazındığı, -sevmeyi değil- “sevilmeyi beceremeyen korkunç bir cadıdan başka bir şey olamamak korkusu” ile büyüdüğü, “bilge kişi” olarak görülen ve bir manav dükkânı olan “baba”sıyla ilgili olumlu anıları biriktirdiği ve  “kanser” olduğunda ona bakma yükünü sırtladığı, babasının ölümünden bir yıl sonra aynı duruma düşen (“kanser) annesine de baktığı, yaşamını kazanmak için iyi-kötü çeşitli işlerde çalıştığı, Sorbonne’da dersler izlediği ve “felsefe”yle “tarih”e ilgi duyan “zeki” bir öğrenci olduğu, “komünist parti”e girdikten sonra “olağanüstü bir militan”a dönüştüğü -olağanüstü militanlarla dostluk kurduğu- ve “faşistlerle savaşım”da bulunduğu, “işçi sınıfı uğruna” çalıştığı, bir zaman sonra önüne gelen herkese “partinin işçi sınıfına ihanet ettiği” ni söylediği, sinema sektöründe bir çok filme yardım ettiği, o dönemde (Malraux, Aragon, Eluard, Lacan gibi) dostlar edinip, onların eserlerinin özgün baskılarını satarak, sonraki dönemdeyse diploma tezlerini birkaç kuruşa daktilo ederek geçinmeye çalıştığı ’tablo’sunu çıkarıyor karşımıza Althusser…

    Althusser-Hélène 

    “Gelecek Uzun Sürer”de, ‘Althusser’in Hélène tablosu’nunun ardından,    ‘Althusser-Hélène tablosu’nu izleme zamanı şimdi. –Yine ve- elbette ressam (yazar): Louis  Althusser:

    “Hep onun çağrısı üzerine, ara sıra tekrara görüştük. (…) Angeline’e hâlâ kur yapıyordum, Nicole hâlâ beni seviyordu, bense hâlâ onu sevmiyordum. (…) Angeline’i Hélène’le tanıştırmak fikri, daha doğrusu fikir değil dayanılmaz bir istek, doğdu içimde. (…) Onları evimde, yani revirdeki küçük odamda çay içmeye davet ettim. Ben aşağı-yukarı otuz, Hélène otuz sekiz, Angeline de ancak yirmi yaşlarındaydı. Neler konuşulduğunu  pek hatırlamıyorum, ama sonunu iyi biliyorum: Sophokles üzerine bir görüş alışverişiyle bitti toplantımız. Hélène (…) sert ve uzlaşmaz, hatta kırıcı oldu ve tartışmayı bir kavga sahnesine çevirdi. (…) Angeline yüreğinden yaralanmış, ağlamaya başlamıştı. (…) Angeline gitti, ben öylece sessiz kalakaldım. (…) Nitekim bu kızı bir daha göremeyecektim. Hélène artık bana karşı olmasa da, şiddet kullanarak hayatıma girmişti.”

    “Birkaç gün sonra, gene revirde küçük odada, yatağın üstünde yan yana otururken Hélène’in birdenbire beni öpmesiyle dram hız kazandı. O âna kadar (otuz yaşında!) hiçbir kadını öpmemiştim, daha önemlisi, hiçbir kadın tarafından da öpülmemiştim. İçimde istek uyandı, yatağın üstünde seviştik; etkileyici, coşturucu, şiddetli ve yeni bir şeydi. Hélène gittikten sonra içimde bir daha kapanmayacak derin bir korku uçurumu açıldı.”

    “Ertesi gün Hélène’e telefon edip sert bir sesle bir daha kendisiyle asla sevişmeyeceğimi söyledim. Ama artık çok geçti, korku ve bunaltı beni bırakmıyor, geçen her gün daha dayanılmaz oluyordu. (…) Derinlerden homurdanan olağanüstü şiddetli, benim bütün dinsel ve ahlâksal kararlılığımdan daha güçlü bir tiksinti duygusu sarmıştı benliğimi. Günler geçtikçe yoğun bir sinir bunalımının ilk belirtilerine düştüm. (…) Bunaltım da çok geçmeden nedenini ve nesnesini yitirmiş, sanırım uzmanların ‘nesnesiz bunaltı nevrozu’ diye adlandırdıkları duruma dönüşmüştü.”

    “Kaygılanan Hélène bir uzmana başvurmamı önerdi. Dönemin büyük ruh doktoru ve psikanalisti Pierre Mâle’den randevu aldık. Doktor beni uzun uzun dinledikten sonra ‘erken bunama’ (!) durumu gösterdiğim sonucuna vardı ve derhal Saint-Anne hastanesine yatırılmam gerektiğini söyledi.”

    “Hastanenin Esquirol pavyonunda geniş bir ortak koğuşa yatırıldım ve hemen dış dünyayla bütün ilişkim kesildi; bütün ziyaretler, dolayısıyla  Hélène’inkiler de, kesinlikle yasaklandı. (…) Bir kadın ruh doktoru (…),hasta olmuşsam bunun suçunun Hélène’de olduğu fikrindeydi. (…) Hélène’in kıvrak zekâsı sayesinde onunla haberleşmenin yolunu bulmuştuk. (…) Okul’a geldiğim sırada tanışmış olduğum Julian Ajuriaguerre’ya ulaşmaya çalışması konusunda Hélène’le anlaştık. (…) Koyduğu tanı: erken bunama değil, ağır bir melankoli. O zaman yeni olan, ama bu tür durumlarda başarıyla uygulanan şok tedavisini önerdi. Ruh doktorum da buna katıldı. O geniş ortak koğuşta, iki günde bir olmak üzere, yaklaşık yirmi dört şok yedim. (…) Uykuya dalıp kendimi unutmayı o kadar isteyen ben -ne çare!- ancak iki dakika uyuklayabiliyordum, her defasında ‘Neredeyim ben?’, ‘Bana ne oldu?’ gibi sorular soruyordum. Tedavi ilerledikçe benim korkum (ölüm korkusu) da büyüyordu. Sonunda iyice dayanılmaz oldu, bu idam törenini bütün gücümle reddettim; ama bu kez beni karyolama sımsıkı bağladılar.”

    (…) “Ajuria’nın önerdiği yöntem yavaş yavaş da olsa etkisini gösterdi diyebilirim; şokların ardından uzunca bir süre daha hastanede kaldıktan sonra, (Esquirol’e gireli birkaç ay oluyordu) kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Hâlâ biraz sallantıdaydım, ama korkum ve bunaltım hafiflemişti; taburcu oldum. 

    Hélène kapıda beni bekliyordu. Ne büyük sevinç!” 

    (…) “Bir arkadaşından öğrendim: tek cinsel ilişkimizden hamile kalan Hélène, kendisiyle sevişmiş olmamın bende uyandırdığı akıl almaz dehşeti düşünerek, bir daha depresyona girip acı çekmeyeyim diye, gidip çocuğu İngiltere’de aldırmıştı. Böyle özveri nerede bulunabilir? (…) O olmasaydı belki de ömrümün sonuna dek tımarhanede kalacağımdan emin olarak, kendisini sonsuz bir sevgiyle kucakladım.”

    (…) “Ben gerçek bir kadını, hem de ne nitelikte bir kadını! Sevmek (üstelik o da beni seviyordu) gibi eşsiz bir ayrıcalığa sahiptim.” (…) “Kısacası, olağandışı bir kadındı (en azından ben onu böyle algılıyor ve duyumsuyordum.)” (…) “Ben bu gençliğimi ömrümün sonuna dek sevgili Hélène’ime borçluyum işte.” (…) “Bu kadar gençsem ve kendimi öyle hissediyorsam, Hélène benim için hem iyi bir anne (sonunda!), hem de iyi bir baba olduğundandı bu.”

    “İyi Anne” ve “İyi Baba”dan Sonra Hélène…

    Althusser’in ‘yüce’leştirdiği Hélène, bu kez -ve yine-  (bir anlamda) Althusserce ‘cüce’leştirilir:

    “Durmadan yinelediği korkulu-kaygılı isteğe nasıl karşılık verebilirdim? Bana bir şey söyle! Başka deyişle: bana her şeyi ver! Ömrünün sonuna dek yalnız, duyduğu sevgiye denk bir sevgi tanıması olanaksız, korkunç bir cadı olmanın dayanılmaz bunaltısından en sonunda kurtulabilsin diye, gerekli olan her şeyi istiyordu!…” (…) “Bu içler acısı çağrının ardında neyin gizlendiğini de hem Hélène hem de ben pekâlâ biliyorduk: onun içinden hiç çıkmayan, kötü bir kadından, korkunç bir anneden, kendisini seven ya da sevmek isteyenden başlamak üzere herkese kötülük yapan, her yaptığını da kötü yapan bir cadıdan başka bir şey olmamak korkusu, bu kuruntunun doğurduğu dehşet! (…) Bir sado-mazoşist çiftin -o kadar kolayca kabul ediliveren- bütün belirtilerini gösteriyorduk.”

    “Ellerinden bir şey gelmeksizin tanık olan dostlarımızı (yerine göre) dehşete düşüren ya da isyan ettiren o korkunç ‘aile kavgası’ sahnelerimiz de buradan kaynaklanıyordu. Babam gibi Hélène de, suratı mermere ya da kâğıda kesmiş, kapıyı çarparak çekip gidiyor; ben ise, çoğu kez hiç suçum olmadığı halde onun tarafından terk edilmenin, bazen günlerce sürebilen bir ayrılığın dayanılmaz kaygı ve korkusu içinde peşinden koşuyordum.”

    (…) “ ‘Gönül ilişkilerim’ de aynı şekilde yürüyordu. Hélène’in yanı sıra kendime bir “yedek kadın parkı” oluşturma ve bu işe girişmek için de onun açık onayını istememe ihtiyacını hep duydum. (…) Son zamanlara gelinceye dek Hélène’in açık onayını almadan hiçbir şeye kalkışmadım. (…) İsviçre’de (Claire) ya da İtalya’da (Franca) (…) Ama aldığım bu coğrafî önlem, Hélène’den onay alma ve ona sığınma törenlerimi gereksiz kılmıyordu.” 

    (…) “Arada gelen bu sinir bunalımlarının hepsi de aynı türden değildi elbet. (…) Psikanalizcim istediği kadar bunların tipik olmayan nevrotik ve ‘sahte depresyonlar’ olduğunu söylesin, bir şey değişmiyordu. (…) Psikanalistim (…) şöyle dedi: Depresyon mutlak güç demektir. (…) Hastane (…) komik ilaç fetişizmi hüküm sürer burada. (…) Krizden hipomaniye çabucak geçiyordum.” (…) “Aynı iki yüzlü kuruntu (bunun çift anlamlılığı) böylece, gâh depresyonun gerçekdışı tüm-gücünde, gâh hipomaninin megalomanyak tüm-gücünde, benim zihnimi sürekli işgal ediyordu. (…) Terk edilme korkusunun bende neden depresyona yol açan derin bir bunaltı süreci başlattığı sanırım anlaşılmıştır. Annem tarafından bırakılmak korkusuna, babamın geceleri çekip gitmesinin yarattığı eski korkular da ekleniyor, bunlar Hélène’in öfke içinde kalkıp gitmesiyle yeniden canlanıyor ve ben bunlara dayanamıyordum; her biri benim için bir ölüm tehdidiydi (ölümle nasıl sürekli olarak eylemli bir ilişki içinde olduğum biliniyor.)”

    (…) “Bir süre sonra, 1974-1975’e doğru, durumumuz daha da karmaşıklaşacaktı. ‘Karakter’ bozuklukları açıkça görülen Hélène de bir kadın doktorla psikanalize girmeyi kabul etti. Hanım analizci yaklaşık bir buçuk yıl kadar, haftada bir kez, Hélène’le yüz yüze görüşme yaptı. (…) Analizcime, intihar şantajı da dahil, baskı yaparak bir çözüm bulmasını istedim. Hélène’le haftada bir kez yüz yüze tedavi görüşmesi yapmayı kabul etti (benim istediğim de zaten buydu). Böylece ikimizi birden, paralel olarak, ‘üstlenmiş’ oldu. Çok seyrek olarak meslekte hiç rastlanmamış bir durum değildi bu (Lacan bile bu yöntemi sık sık uyguluyordu). Hélène’in ölümünden sonra, analizcime karşı bu yüzden hem meslektaşları arasında hem de bazı dostlarımızda ağır kuşkular doğdu. Hatta içlerinden biri ‘cehennem çemberi’, ‘üçlü evlilik’, dramdan başka bir yere götürmeyen ‘tam çıkmaz sokak’ gibi deyimler bile kullanıldı. Elbette analizcim bana ‘atipik’ bir olay olduğumu (ama her ‘özel durum’ zaten böyle değil midir?), Hélène’in de, aramızdaki ilişkinin de öyle olduğunu her zaman söylemişti.”

    (…) “Analiz ince kumla dolu ağır bir kamyonu boşaltmaktı. Bir kol damperi yavaş yavaş kaldırıyor, arkaya doğru eğimliyor. Önce hiçbir şey dökülmüyor, sonra yavaş yavaş birkaç kum tanesi düşüyor. Derken birden bütün yük kayıp yere akıveriyor.”

    (…) “Hélène dehşetli acı çekiyordu, çünkü bu hipomani durumlarının hiç de iyilik belirtisi olmadığını; tersine, hem benim hem de onun için bir sürü yeni acıyla birlikte gelecek olan yeni bir depresyonun habercisi olduklarını biliyordu; üstelik, benim bu akıl-almaz davranışlarımın kişisel olarak kendisine yönelik olduğunu da hissediyordu (ve artık iyice biliyorum ki bunda yanılmıyordu).”

    (…) “Hélène nasıl bir cehennem dönemi yaşattığımı biliyorum. (…) İki kişilik bir cehennem kurulmuştu. (…) Benim bir ‘canavar’ oluşum ve kendisine çektirdiğim insanlık dışı acılar karşısında, kendini öldürmekten başka çıkış yolu göremediğini açıkça bildirdi. (…) Sanki seçimi bana bırakıyormuş gibi bunları sayıp döküyordu. (…) Derken bir gün düpedüz benim kendisini öldürüvermemi isteyerek, hepsinin üstüne tüy dikti!”

    “Hélène’i boğdum, Hélène’i boğdum!”

    (…) “Hélène’in yüzü dingin ve huzurlu, hiçbir kımıltı yok; açık gözleri tavana dikili. Birden dehşete kapılıyorum: gözleri çakılı oldukları yerden hiç oynamıyor ve daha da önemlisi, dişleriyle dudaklarının arasında beklenmedik bir şey, küçük bir dil parçası, öylece kalakalmış. Elbette daha önce ölü gördüğüm olmuş, ama boğazı sıkılarak ölmüş birinin yüzünü o âna dek hiç görmemişim. Yine de karşımdakinin böyle ölmüş biri olduğunu hemen anlıyorum. Peki, nasıl olmuş da…? Birden doğrulup bağırmaya başlıyorum: Hélène’ boğmuşum!” (…) “Hélène’i boğdum, Hélène’i boğdum!”

    (…) “Ve ben gecenin içine dalıyorum. Artık bilmem ne zaman, Sainte-Anne akıl hastanesinde ‘uyanacağım’…”

    “Dram” Üzerine Sorular ve Düşünceler…

    Şu sorular çivilenmiş olabilir -kimi- uslara: Althusser’in “çok candan bir dost olan bir kadın” diye betimlediği biri, bir gün ona der ki, “sende beğenmediğim yan, kendini yok etmek istemen.” Bu “yok etme isteği”, salt kendini ya da Hélène’i değil, “Hélène’de Kendini-Kendinde Hélène’i Yok Etme”ye dönüşmüş olamaz mı? Her ikisini derinden yaralayan “(Çoğun) Anne (kendilik nesnesi) ve Baba (idealize edilen kendilik nesnesi) Sendromu”nun bir uzantısıolamaz mı “Hélène’in ölüm isteği- Althusser’in Hélène’i öldürmesi?” “İki Sayrılıklı / Hastalıklı Kişiliğin Birlikte Bir Başka İntiharı” denilemez mi bu “ölme-öldürme olgusu”na? Althusser’in Hélène’i öldürmesi, “Hélène’in Ölme Türesini / Hakkını (‘Ötenazi’yi) Kullanması” olarak değerlendirilemez mi? “Yanlış-Eksik Sağaltım / Tedâvî Yöntemlerinin Bir Vargısı” diye açıklanamaz mı söz konusu sonuç? Yoksa, ‘kolaycı’ bir yaklaşımla, ‘olay’a “cinayet”, Althusser’e de  “kâtil” deyip geçmek mi gerek?

    Şu düşünceler de dolaşmakta olabilir -kimi- uslarda: Sorunlarla örülü bir geçmiş, savaş ve açlık yılları, felsefe ve psikoloji yoğunluklu bir yaşam, ağır tin/ruh sayrılıklı derin ve bir uzun bir zaman… Bir “dâhi”yi önce “deli”ye, ardından “kâtil”e dönüştüren “bir başka yazgı…” 

    Althusser’i bir kalemde silip atmak olası değil. Kuyunun dibine inmeksizin ve irdelemeksizin, “Temel Duygulanım” ve “Etkilenim” süreçlerini ‘Anlama’ksızın, ‘Bir İnsanı’ yok saymak ne acı…  “Yargılamak”sa en kolay!

    İki Söz ve Bir Şiir

    Andre Green / Psikanalist: 
    “İçinde Bir Çocuk Vardı.”

    Marie – Antonietta Macciocchi / Gazeteci:
    “Hélène,  Althusser Cehenneminin Yarısıydı.”

    Cemal Süreya / Şair: 
    “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte. // Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. //  Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir… // Üstü kalsın…”

    Althusser ve ‘Siz…’

    1948 yılında tanıştığı ve 1976’da (‘28 yıl sonra’) evlendiği Hélène Rytmann’ı, Kasım 1980 yılında ‘öldüren’, “Ruhsaldengesinin bozukluğu yüzünden” yargılanmayan (şöyle de denilmekte: “Yüksek yerlerden gelen korumalar sayesindekurtulmuş olan”), ardından, uzun bir zaman dilimi “akıl hastanesi”nde gözetim altında kalan, 22 Ekim 1990 yılında “kalp krizi”nden ölümüne dek “Gelecek Uzun Sürer”i yazan Althusser  -yine de- diyor ki:
    “Ah Hélène, Hélène’im benim!…”

    Ya ‘siz’ ne diyorsunuz şimdi ?…

    tan doğan

    İstanbul doğumlu tan doğan, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe, Beykent Üniversitesi’nde eğitim yönetimi öğrenimi aldı-verdi. Şiir, öykü dallarında ödülleri olup, edebiyat, sanat, felsefe, psikoloji üzerine çabalarını, 1984 yılından bugüne dek çeşitli yayın organlarında paylaştı, paylaşmakta…

    tan doğan yazıları

    tan doğan öyküleri

    kötü kitap
    ben rüya görmem,

    tan doğan şiirleri

    alâmet
    ayna masalı
    silik söz

    Related Posts

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025 FELSEFECE VE...

    tan doğan: seğir[t]meler

    Temmuz 3, 2025 FELSEFECE VE...

    on kırık iz!

    Temmuz 1, 2025 SUAREMAG

    noudelmann ile tan

    Haziran 27, 2025 FELSEFECE VE...
    Yorum Yap
    Yorum yazın Cancel Reply

    Yeni Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025 FELSEFECE VE...

    ya da “yazar”, yazan ve… * yazar hep ‘yaz’, ömrün kış olsa da! * ne…

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025

    Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

    Temmuz 12, 2025
    Sosyal Medya'da Biz
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    • YouTube
    Bu Haberleri Kaçırmayın

    Üç Kızın Hikayesi’ne İtalya’dan en iyi film projesi ödülü

    Kasım 14, 2023 Film

    Yıldız Holding’in ‘Konuşan Yazılar’ sergisi

    Mart 28, 2023 KÜLTÜR - SANAT

    LGS sürecine hazırlanan çocuklar için stres yönetiminin yolları

    Eylül 6, 2024 Betül Çakıroğlu
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Film, kitap, sanat, hayat ve daha fazlası için haber, röportaj, makale, podcast, güncel bilgiler içeren e-dergi.

    Email : editor@suaredergi.com.tr

    Künye

    Son Eklenen Yazılar

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    X (Twitter) Instagram Facebook
    © 2025 Tüm Hakları Saklıdır. Do Medya & Ekipbizz İçerik İşbirliğiyle hazırlanmaktadır.

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.