ya da
Bir Dâhi, Bir Deli
ve Bir Başka Kâtil
tan doğan
__________________________________
“Analiz ince kumla dolu ağır bir kamyonu boşaltmaktı.
Bir kol damperi yavaş yavaş kaldırıyor, arkaya doğru eğimliyor. Önce hiçbir şey dökülmüyor,
sonra yavaş yavaş birkaç kum tanesi düşüyor.
Derken birden bütün yük kayıp yere akıveriyor.”
“Bilinçaltı örgü gibi bir şey…”
____________________________________________
“Bu, Ötekiler Gibi Değil…”
Adı: Louis Althusser (Annesiyle nişanlanan, ne var ki Birinci Dünya Savaşı’nda ölen amcasının adı.) Doğum Yeri:Cezayir (Fransız Cezayiri’ne on beş kilometre uzaklıktaki Birmendreïs kentinde “Boulogne Ormanı” denen yerde bir ormancı evi.) Doğum tarihi: 1918 (16 Ekim, saat dört buçuk… Ve doğumunu sağlayan ebenin ilk sözü: “Bu, ötekiler gibi değil…”)
Okul, Savaş, Sayrılık Yılları…
Cezayir’e göç etmiş bir ailenin oğlu olarak (babası –Charles– savaşta olduğundan) annesi (Lucienne), kız kardeşi (Georgette -annesinin genç yaşta veremden ölen arkadaşının adı), dedesi (Pierre Berger) ve ninesiyle (MadeleineNecroux) geçen ilk çocukluk… İlkokuldan sonra ortaokulu da (Lyautey lisesi) Cezayir’de okuma… (Savaş sonrasındabankacılığı seçen babası, annesi ve kız kardeşiyle süren yılların ardından) babasının ölümü ve önce Marsilya’ya (1930-1936), sonra da -anne, oğul, kız- (“Yüksek Öğretmen Okulu”na) Lyon’a yolculuk (1936-1939)… Paris’te, ENS’de (Ecole Normale Supérieure) öğrenim… İkinci Dünya Savaşı’nda askerlik ve Alman savaş tutsak / esir kampına düşüş… ve“Yorgun Tutsak”ın eve dönüşü… ENS’ye geri dönüş… “Freud’un ve Lacan’ın Kuyularında Yolculuk…”Psikoterapistlik… Tinsel /ruhsal ve bedensel sayrılık… Bitmek-tükenmek bilmez “Sayrıevi/Hastane-Okul Zamanlar”ı…Elektroşoklar… Psikoterapiler… “Ortodoks Düşünce ve Marksizim…” ’68 Olayları… Yine “sayrılık”, yine “felsefe” ve… “Hélène…”
Kitaplar, Kitaplar, Kitaplar… ve Bir “Uyarı”
Louis Althusser’e ‘yaklaşabileceğimiz’ (‘tanıyacağımız’ demek güç); onun düşünce, duygu, düş, imge, duygulanım,etkilenim, eylem…yapısına ilişkin ‘ipuçları’ edinebileceğimiz (Türkçe’ye çevrilen Montesquieu Siyaset ve Tarih, Marx İçin, Yeniden -Üretim Üzerine, Sanat Üzerine Yazılar 1- Felsefi ve Siyasi Yazılar, Lenin ve Felsefe, John Lewis’e Cevap,Güncel Müdahaleler, Felsefe ve Bilim Adamlarının Kendiliğinden Felsefesi, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları,Tutsaklık Güncesi, Özeleştiri Ögeleri, Makyavel’in Yalnızlığı ve Başka Metinler Althusser’in Mirası, Kapital’i Okumak, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları ürünlerinin yanı sıra) en önemli ürünü -‘ki yaşamını / kendini anlattığı’-“Gelecek Uzun Sürer” kitabına yönelim zamanı şimdi (Gelecek Uzun Sürer, Louis Althusser, Özyaşamöyküsü, Fransızcabaskıyı yayına hazırlayan ve sunanlar Olivier Corpet ve Yann Moulier Boutang, Fransızca aslından çeviren: İsmet Birkan, Can Yayınları, İstanbul, 1996.) [Bu yay ayraçta, “Özyaşamöyküsü” imlemesine karşın Althusser, “Uyarıyorum:okuyacağınız ne günlüktür, ne anı, ne de özgeçmiş. Her şeyi feda edip, yalnızca yaşamıma damgalarını vuran ve biçimini veren temel duygulanım ve etkilenim durumlarının (affects) üzerimdeki etkisini yakalamak istedim. Ben kendimi bu biçim içinde tanıyorum, sanırım başkaları da orada beni tanıyabilecektir” diyerek, “okur”u Althusserce uyarman gereğini duyuyor.]
“Sunuş” ve “Yargı” Olgusu Üzerine…
Kitabın “Sunuş” bölümcesinde Althusser için şu sözlere / saptamalara yer veriliyor: “Üstün zekâlı ve meslekten filozof bir entelektüelin kendi deliliğini, bunun resmî psikiyatri kurumu tarafından ruh hastalığı olarak ‘tıbbîleştirilmesini’ vebüründüğü psikanaliz giysilerini nasıl ‘mesken tuttuğunu’ bize anlatması anlamında, olağanüstü bir belge. Bu anlamda, ana çekirdeği daha Olanlar’da açıkça görülen bu özyaşam öyküsü bloğu, hiç kuşkusuz Michel Foucault’nun DeliliğinTarihi adlı yapıtının vazgeçilmez arkadaşı ve tamamlayıcısıdır. Yargıdan bağışıklık kararıyla filozofluğu fiilen elindenalınmış bir insan tarafından yazılmış, ‘olguların’ ve ‘yapıntıların’ ayıklanması olanaksız bir karışımı niteliğindekiGelecek Uzun Sürer’, Foucault tarafından yeri gösterilen şeyi etten ve kandan yoğrulmuş bir varlıkta, deneysel olarak,açığa çıkarıyor: delilikle akıl arasındaki ayırıcı sınırdaki dalgalanma.” (…) “Louis Althusser, yaşamının tarihinikoyduğu bu iki metinle, ölüm-sonrası yazgısında kuşkusuz bunlardan kurtulmuş bulunuyor.” (…) “Elbette ancakbunların okunması -ki ister istemez çoğul, çelişkili ve tartışmalı bir okuma olacaktır bu- bize bu metinlerin yapıtıbütününde ve yapıta yöneltilen bakışlarda ne gibi çalkantılara, sarsıntılara neden olduğunu gösterebilecektir. Buçalkantıların doğrultusu ve genliği üzerinde şimdiden yargıda bulunmak olanağı yoktur.”
“Yargı”, (hele böylesi bir durumda ve konumda) öylesi kolay bir karar olmadığından, şimdilerde bile ‘açık-seçik birvargıya ulaşıldı’ demek olası değil -sanırız.
Peki, Althusser ne diyor bu “Yargı” olgusu ve kitabı için…: “Bu kitap, başka koşullarda zorunlu olarak verilmesigereken hesabın gönüllü olarak verilmesidir. Bütün istediğim, bana bu olanağın tanınması; o koşullarda bir zorunluluk olacak olan şeyin şimdi bana özgürce verilmesidir. Elbette burada sunmaya çalışacağım yanıt, ne -gerçekleşmemiş- bir yargılanmanın kurallarına uyacak, ne de böyle bir oturumda alacağı biçime bürünecektir;bunun bilincindeyim. Ama düşünüyorum da, yargılanma fırsatının bir daha ele geçmemek üzere yitmiş olması; kurallar ve formaliteler gibi öğelerin eksikliği, söylemeye çalışacağım şeylerin kamuoyunun özgür yargısına ve değerlendirmesine daha geçerli bir yoldan sunulmasını sağlamaz mı acaba? Bilmem, ama benim dileğim bu işte. Birtedirginliği ancak bitmez-tükenmez başka tedirginliklere düşerek yatıştırma düşüncesi benim yazgım artık…”
“Gelecek Uzun Sürer”
Söz konusu kitap “Sunuş”, “Gelecek Uzun Sürer” ve “Olanlar” diye üç bölümden oluşmakta (özgün yazımında birkaç sayfa dışında, üç yüz yirmi üç yaprak, A-4 boyutundaki kâğıtlara daktiloyla yazılmış.)
Kitap irdelenmeye çalışıldığında, Olivier Corpet ve Yann Moulier Boutang’ın “Sunuş”da dile getirdikleri sözleri yinelemek kaçınılmaz: “Bu iki metinle fantezinin, sanrının yazı-dünyasına giriyorsak bunun nedeni, bunların ‘konusunun’ delilik olmasıdır: başka deyişle, özne için kendini deli, sonra katil, buna karşın her zaman filozof ve komünist olarak ‘çekimlemenin’ tek yolu budur. Burada delilik üstüne olağandışı bir tanıklıkla karşı karşıyayız. Freud’un incelediği Başkan Schreber’in Anıları, ya da Michel Foucault’nun sunduğu Pierre Rivière’in Anıları (Annemi, kız kardeşimi ve karımı boğazlayan ben, Pierre Rivière) gibi ‘nosografik belgelerdeki’ anlamda değil, üstünzekâlı ve meslekten filozof bir entelektüelin kendi deliliği…”
Althusser’in (yaşamına) ‘yaşamsal deliliğine’ göz attığımızda, karşımıza çıkan temel kavramları, saptamaları, olguları… artarda sıralamamız olası: Sinir bunalımları… Yanılsama/sanrı… Çelişkiler-çalkantılar-sarsıntılar… İntihara eğilimi/şantajları… Karabasan(lar)… Yarım-bilinçlilik durumları… Kendi duygulanım ve etkilenim durumları (affects)…Mani… Hipomani… Megalomani… Depresyon(lar)… Nesnesiz bunaltı nevrozu… Nevroz… Sado-mazoşistlik… Çılgınlık… Yineleme içgüdüsü… Diyalektik anlayış/duygu… Tarihsel materyalizm… Politik kimlik/particilik-eylemcilik… Felsefe profesörlüğü… Ünlülük… Psikanaliz kuram… Deontoloji-farmakoloji-tıbbî biyoloji… Fiziksel/kimyasal deli gömlekleri… Hırsızlık… Sahtecilik… Yapmacılık (artifice)… Özüne hayranlık (narsisizm)…Şeytanca düşgücü… Benliğin örselenmişliği/çiğnenmişliği… Perde-yapıntılar (ècrans-fantasmes)… Anne sorunsalı… Ölüm korkusu… Ruh doktoru ve psikanalist… Erken bunama… Ağır melankoli… Delilik-akıllılık sınırı… Men-imuhakeme (yargıdan bağışıklık)… Tinsel/ruhsal dengesizlik… Zihin bulanıklığı… Sayrılı sayıklama(lar)… Dâhilik-delilik-kâtillik… ve yine Hélène…
Hélène
Althusser’in yaşamında “Hélène”in ‘ağır’lığı ne denliyse, Hélène’in yaşamında da “Althusser” öyle… Bunu salt bir“sevi” olgusu olarak algılamak olası değil. Birlikteliklerinin içinde ‘düşünsel/felsefik, düşüngüsellik/ideolojik, politik, eylemsellik, psikolojik ve psişik olgular’ın ‘ağır’lığıda bir ‘harmanlanmışlık durumu’ söz konusu. Tek yanlı bir sayrılık gibi görülen konumun, -zamanla- “ikili sayrılığa” dönüşümü de karşımıza çıkmakta.
Althusser’in karlı bir Paris gününde Hélène’le ilk karşılaşması, soğuk ellerini avucuna alması ve “sessizlik”le süren ‘uzun yürüyüş’ün zamanla ‘gizli bir çığlık’a dönüşüm süreci, ilişkinin yapı taşlarını oluşturmakta.
‘Hélène kim?’ diye bir soru sorulduğunda, Rusya-Polonya sınırından Fransa’ya göçmüş bir Yahudi ailesinin kızı olduğu, (erkek çocuk bekleyen, hiç emzirmeyen, bir kez bile kucağına almamış, kötü, kindar, hırçın, saldırgan)‘anne’siyle ilgili çok acı anıların belleğine kazındığı, -sevmeyi değil- “sevilmeyi beceremeyen korkunç bir cadıdan başka bir şey olamamak korkusu” ile büyüdüğü, “bilge kişi” olarak görülen ve bir manav dükkânı olan “baba”sıyla ilgili olumlu anıları biriktirdiği ve “kanser” olduğunda ona bakma yükünü sırtladığı, babasının ölümünden bir yıl sonra aynı duruma düşen (“kanser) annesine de baktığı, yaşamını kazanmak için iyi-kötü çeşitli işlerde çalıştığı, Sorbonne’da dersler izlediği ve “felsefe”yle “tarih”e ilgi duyan “zeki” bir öğrenci olduğu, “komünist parti”e girdikten sonra “olağanüstü bir militan”a dönüştüğü -olağanüstü militanlarla dostluk kurduğu- ve “faşistlerle savaşım”da bulunduğu, “işçi sınıfı uğruna” çalıştığı, bir zaman sonra önüne gelen herkese “partinin işçi sınıfına ihanet ettiği” ni söylediği, sinema sektöründe bir çok filme yardım ettiği, o dönemde (Malraux, Aragon, Eluard, Lacan gibi) dostlar edinip, onların eserlerinin özgün baskılarını satarak, sonraki dönemdeyse diploma tezlerini birkaç kuruşa daktilo ederek geçinmeye çalıştığı ’tablo’sunu çıkarıyor karşımıza Althusser…
Althusser-Hélène
“Gelecek Uzun Sürer”de, ‘Althusser’in Hélène tablosu’nunun ardından, ‘Althusser-Hélène tablosu’nu izleme zamanı şimdi. –Yine ve- elbette ressam (yazar): Louis Althusser:
“Hep onun çağrısı üzerine, ara sıra tekrara görüştük. (…) Angeline’e hâlâ kur yapıyordum, Nicole hâlâ beni seviyordu, bense hâlâ onu sevmiyordum. (…) Angeline’i Hélène’le tanıştırmak fikri, daha doğrusu fikir değil dayanılmaz bir istek, doğdu içimde. (…) Onları evimde, yani revirdeki küçük odamda çay içmeye davet ettim. Ben aşağı-yukarı otuz, Hélène otuz sekiz, Angeline de ancak yirmi yaşlarındaydı. Neler konuşulduğunu pek hatırlamıyorum, ama sonunu iyi biliyorum: Sophokles üzerine bir görüş alışverişiyle bitti toplantımız. Hélène (…) sert ve uzlaşmaz, hatta kırıcı oldu ve tartışmayı bir kavga sahnesine çevirdi. (…) Angeline yüreğinden yaralanmış, ağlamaya başlamıştı. (…) Angeline gitti, ben öylece sessiz kalakaldım. (…) Nitekim bu kızı bir daha göremeyecektim. Hélène artık bana karşı olmasa da, şiddet kullanarak hayatıma girmişti.”
“Birkaç gün sonra, gene revirde küçük odada, yatağın üstünde yan yana otururken Hélène’in birdenbire beni öpmesiyle dram hız kazandı. O âna kadar (otuz yaşında!) hiçbir kadını öpmemiştim, daha önemlisi, hiçbir kadın tarafından da öpülmemiştim. İçimde istek uyandı, yatağın üstünde seviştik; etkileyici, coşturucu, şiddetli ve yeni bir şeydi. Hélène gittikten sonra içimde bir daha kapanmayacak derin bir korku uçurumu açıldı.”
“Ertesi gün Hélène’e telefon edip sert bir sesle bir daha kendisiyle asla sevişmeyeceğimi söyledim. Ama artık çok geçti, korku ve bunaltı beni bırakmıyor, geçen her gün daha dayanılmaz oluyordu. (…) Derinlerden homurdanan olağanüstü şiddetli, benim bütün dinsel ve ahlâksal kararlılığımdan daha güçlü bir tiksinti duygusu sarmıştı benliğimi. Günler geçtikçe yoğun bir sinir bunalımının ilk belirtilerine düştüm. (…) Bunaltım da çok geçmeden nedenini ve nesnesini yitirmiş, sanırım uzmanların ‘nesnesiz bunaltı nevrozu’ diye adlandırdıkları duruma dönüşmüştü.”
“Kaygılanan Hélène bir uzmana başvurmamı önerdi. Dönemin büyük ruh doktoru ve psikanalisti Pierre Mâle’den randevu aldık. Doktor beni uzun uzun dinledikten sonra ‘erken bunama’ (!) durumu gösterdiğim sonucuna vardı ve derhal Saint-Anne hastanesine yatırılmam gerektiğini söyledi.”
“Hastanenin Esquirol pavyonunda geniş bir ortak koğuşa yatırıldım ve hemen dış dünyayla bütün ilişkim kesildi; bütün ziyaretler, dolayısıyla Hélène’inkiler de, kesinlikle yasaklandı. (…) Bir kadın ruh doktoru (…),hasta olmuşsam bunun suçunun Hélène’de olduğu fikrindeydi. (…) Hélène’in kıvrak zekâsı sayesinde onunla haberleşmenin yolunu bulmuştuk. (…) Okul’a geldiğim sırada tanışmış olduğum Julian Ajuriaguerre’ya ulaşmaya çalışması konusunda Hélène’le anlaştık. (…) Koyduğu tanı: erken bunama değil, ağır bir melankoli. O zaman yeni olan, ama bu tür durumlarda başarıyla uygulanan şok tedavisini önerdi. Ruh doktorum da buna katıldı. O geniş ortak koğuşta, iki günde bir olmak üzere, yaklaşık yirmi dört şok yedim. (…) Uykuya dalıp kendimi unutmayı o kadar isteyen ben -ne çare!- ancak iki dakika uyuklayabiliyordum, her defasında ‘Neredeyim ben?’, ‘Bana ne oldu?’ gibi sorular soruyordum. Tedavi ilerledikçe benim korkum (ölüm korkusu) da büyüyordu. Sonunda iyice dayanılmaz oldu, bu idam törenini bütün gücümle reddettim; ama bu kez beni karyolama sımsıkı bağladılar.”
(…) “Ajuria’nın önerdiği yöntem yavaş yavaş da olsa etkisini gösterdi diyebilirim; şokların ardından uzunca bir süre daha hastanede kaldıktan sonra, (Esquirol’e gireli birkaç ay oluyordu) kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Hâlâ biraz sallantıdaydım, ama korkum ve bunaltım hafiflemişti; taburcu oldum.
Hélène kapıda beni bekliyordu. Ne büyük sevinç!”
(…) “Bir arkadaşından öğrendim: tek cinsel ilişkimizden hamile kalan Hélène, kendisiyle sevişmiş olmamın bende uyandırdığı akıl almaz dehşeti düşünerek, bir daha depresyona girip acı çekmeyeyim diye, gidip çocuğu İngiltere’de aldırmıştı. Böyle özveri nerede bulunabilir? (…) O olmasaydı belki de ömrümün sonuna dek tımarhanede kalacağımdan emin olarak, kendisini sonsuz bir sevgiyle kucakladım.”
(…) “Ben gerçek bir kadını, hem de ne nitelikte bir kadını! Sevmek (üstelik o da beni seviyordu) gibi eşsiz bir ayrıcalığa sahiptim.” (…) “Kısacası, olağandışı bir kadındı (en azından ben onu böyle algılıyor ve duyumsuyordum.)” (…) “Ben bu gençliğimi ömrümün sonuna dek sevgili Hélène’ime borçluyum işte.” (…) “Bu kadar gençsem ve kendimi öyle hissediyorsam, Hélène benim için hem iyi bir anne (sonunda!), hem de iyi bir baba olduğundandı bu.”
“İyi Anne” ve “İyi Baba”dan Sonra Hélène…
Althusser’in ‘yüce’leştirdiği Hélène, bu kez -ve yine- (bir anlamda) Althusserce ‘cüce’leştirilir:
“Durmadan yinelediği korkulu-kaygılı isteğe nasıl karşılık verebilirdim? Bana bir şey söyle! Başka deyişle: bana her şeyi ver! Ömrünün sonuna dek yalnız, duyduğu sevgiye denk bir sevgi tanıması olanaksız, korkunç bir cadı olmanın dayanılmaz bunaltısından en sonunda kurtulabilsin diye, gerekli olan her şeyi istiyordu!…” (…) “Bu içler acısı çağrının ardında neyin gizlendiğini de hem Hélène hem de ben pekâlâ biliyorduk: onun içinden hiç çıkmayan, kötü bir kadından, korkunç bir anneden, kendisini seven ya da sevmek isteyenden başlamak üzere herkese kötülük yapan, her yaptığını da kötü yapan bir cadıdan başka bir şey olmamak korkusu, bu kuruntunun doğurduğu dehşet! (…) Bir sado-mazoşist çiftin -o kadar kolayca kabul ediliveren- bütün belirtilerini gösteriyorduk.”
“Ellerinden bir şey gelmeksizin tanık olan dostlarımızı (yerine göre) dehşete düşüren ya da isyan ettiren o korkunç ‘aile kavgası’ sahnelerimiz de buradan kaynaklanıyordu. Babam gibi Hélène de, suratı mermere ya da kâğıda kesmiş, kapıyı çarparak çekip gidiyor; ben ise, çoğu kez hiç suçum olmadığı halde onun tarafından terk edilmenin, bazen günlerce sürebilen bir ayrılığın dayanılmaz kaygı ve korkusu içinde peşinden koşuyordum.”
(…) “ ‘Gönül ilişkilerim’ de aynı şekilde yürüyordu. Hélène’in yanı sıra kendime bir “yedek kadın parkı” oluşturma ve bu işe girişmek için de onun açık onayını istememe ihtiyacını hep duydum. (…) Son zamanlara gelinceye dek Hélène’in açık onayını almadan hiçbir şeye kalkışmadım. (…) İsviçre’de (Claire) ya da İtalya’da (Franca) (…) Ama aldığım bu coğrafî önlem, Hélène’den onay alma ve ona sığınma törenlerimi gereksiz kılmıyordu.”
(…) “Arada gelen bu sinir bunalımlarının hepsi de aynı türden değildi elbet. (…) Psikanalizcim istediği kadar bunların tipik olmayan nevrotik ve ‘sahte depresyonlar’ olduğunu söylesin, bir şey değişmiyordu. (…) Psikanalistim (…) şöyle dedi: Depresyon mutlak güç demektir. (…) Hastane (…) komik ilaç fetişizmi hüküm sürer burada. (…) Krizden hipomaniye çabucak geçiyordum.” (…) “Aynı iki yüzlü kuruntu (bunun çift anlamlılığı) böylece, gâh depresyonun gerçekdışı tüm-gücünde, gâh hipomaninin megalomanyak tüm-gücünde, benim zihnimi sürekli işgal ediyordu. (…) Terk edilme korkusunun bende neden depresyona yol açan derin bir bunaltı süreci başlattığı sanırım anlaşılmıştır. Annem tarafından bırakılmak korkusuna, babamın geceleri çekip gitmesinin yarattığı eski korkular da ekleniyor, bunlar Hélène’in öfke içinde kalkıp gitmesiyle yeniden canlanıyor ve ben bunlara dayanamıyordum; her biri benim için bir ölüm tehdidiydi (ölümle nasıl sürekli olarak eylemli bir ilişki içinde olduğum biliniyor.)”
(…) “Bir süre sonra, 1974-1975’e doğru, durumumuz daha da karmaşıklaşacaktı. ‘Karakter’ bozuklukları açıkça görülen Hélène de bir kadın doktorla psikanalize girmeyi kabul etti. Hanım analizci yaklaşık bir buçuk yıl kadar, haftada bir kez, Hélène’le yüz yüze görüşme yaptı. (…) Analizcime, intihar şantajı da dahil, baskı yaparak bir çözüm bulmasını istedim. Hélène’le haftada bir kez yüz yüze tedavi görüşmesi yapmayı kabul etti (benim istediğim de zaten buydu). Böylece ikimizi birden, paralel olarak, ‘üstlenmiş’ oldu. Çok seyrek olarak meslekte hiç rastlanmamış bir durum değildi bu (Lacan bile bu yöntemi sık sık uyguluyordu). Hélène’in ölümünden sonra, analizcime karşı bu yüzden hem meslektaşları arasında hem de bazı dostlarımızda ağır kuşkular doğdu. Hatta içlerinden biri ‘cehennem çemberi’, ‘üçlü evlilik’, dramdan başka bir yere götürmeyen ‘tam çıkmaz sokak’ gibi deyimler bile kullanıldı. Elbette analizcim bana ‘atipik’ bir olay olduğumu (ama her ‘özel durum’ zaten böyle değil midir?), Hélène’in de, aramızdaki ilişkinin de öyle olduğunu her zaman söylemişti.”
(…) “Analiz ince kumla dolu ağır bir kamyonu boşaltmaktı. Bir kol damperi yavaş yavaş kaldırıyor, arkaya doğru eğimliyor. Önce hiçbir şey dökülmüyor, sonra yavaş yavaş birkaç kum tanesi düşüyor. Derken birden bütün yük kayıp yere akıveriyor.”
(…) “Hélène dehşetli acı çekiyordu, çünkü bu hipomani durumlarının hiç de iyilik belirtisi olmadığını; tersine, hem benim hem de onun için bir sürü yeni acıyla birlikte gelecek olan yeni bir depresyonun habercisi olduklarını biliyordu; üstelik, benim bu akıl-almaz davranışlarımın kişisel olarak kendisine yönelik olduğunu da hissediyordu (ve artık iyice biliyorum ki bunda yanılmıyordu).”
(…) “Hélène nasıl bir cehennem dönemi yaşattığımı biliyorum. (…) İki kişilik bir cehennem kurulmuştu. (…) Benim bir ‘canavar’ oluşum ve kendisine çektirdiğim insanlık dışı acılar karşısında, kendini öldürmekten başka çıkış yolu göremediğini açıkça bildirdi. (…) Sanki seçimi bana bırakıyormuş gibi bunları sayıp döküyordu. (…) Derken bir gün düpedüz benim kendisini öldürüvermemi isteyerek, hepsinin üstüne tüy dikti!”
“Hélène’i boğdum, Hélène’i boğdum!”
(…) “Hélène’in yüzü dingin ve huzurlu, hiçbir kımıltı yok; açık gözleri tavana dikili. Birden dehşete kapılıyorum: gözleri çakılı oldukları yerden hiç oynamıyor ve daha da önemlisi, dişleriyle dudaklarının arasında beklenmedik bir şey, küçük bir dil parçası, öylece kalakalmış. Elbette daha önce ölü gördüğüm olmuş, ama boğazı sıkılarak ölmüş birinin yüzünü o âna dek hiç görmemişim. Yine de karşımdakinin böyle ölmüş biri olduğunu hemen anlıyorum. Peki, nasıl olmuş da…? Birden doğrulup bağırmaya başlıyorum: Hélène’ boğmuşum!” (…) “Hélène’i boğdum, Hélène’i boğdum!”
(…) “Ve ben gecenin içine dalıyorum. Artık bilmem ne zaman, Sainte-Anne akıl hastanesinde ‘uyanacağım’…”
“Dram” Üzerine Sorular ve Düşünceler…
Şu sorular çivilenmiş olabilir -kimi- uslara: Althusser’in “çok candan bir dost olan bir kadın” diye betimlediği biri, bir gün ona der ki, “sende beğenmediğim yan, kendini yok etmek istemen.” Bu “yok etme isteği”, salt kendini ya da Hélène’i değil, “Hélène’de Kendini-Kendinde Hélène’i Yok Etme”ye dönüşmüş olamaz mı? Her ikisini derinden yaralayan “(Çoğun) Anne (kendilik nesnesi) ve Baba (idealize edilen kendilik nesnesi) Sendromu”nun bir uzantısıolamaz mı “Hélène’in ölüm isteği- Althusser’in Hélène’i öldürmesi?” “İki Sayrılıklı / Hastalıklı Kişiliğin Birlikte Bir Başka İntiharı” denilemez mi bu “ölme-öldürme olgusu”na? Althusser’in Hélène’i öldürmesi, “Hélène’in Ölme Türesini / Hakkını (‘Ötenazi’yi) Kullanması” olarak değerlendirilemez mi? “Yanlış-Eksik Sağaltım / Tedâvî Yöntemlerinin Bir Vargısı” diye açıklanamaz mı söz konusu sonuç? Yoksa, ‘kolaycı’ bir yaklaşımla, ‘olay’a “cinayet”, Althusser’e de “kâtil” deyip geçmek mi gerek?
Şu düşünceler de dolaşmakta olabilir -kimi- uslarda: Sorunlarla örülü bir geçmiş, savaş ve açlık yılları, felsefe ve psikoloji yoğunluklu bir yaşam, ağır tin/ruh sayrılıklı derin ve bir uzun bir zaman… Bir “dâhi”yi önce “deli”ye, ardından “kâtil”e dönüştüren “bir başka yazgı…”
Althusser’i bir kalemde silip atmak olası değil. Kuyunun dibine inmeksizin ve irdelemeksizin, “Temel Duygulanım” ve “Etkilenim” süreçlerini ‘Anlama’ksızın, ‘Bir İnsanı’ yok saymak ne acı… “Yargılamak”sa en kolay!
İki Söz ve Bir Şiir
Andre Green / Psikanalist:
“İçinde Bir Çocuk Vardı.”
Marie – Antonietta Macciocchi / Gazeteci:
“Hélène, Althusser Cehenneminin Yarısıydı.”
Cemal Süreya / Şair:
“Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte. // Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. // Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir… // Üstü kalsın…”
Althusser ve ‘Siz…’
1948 yılında tanıştığı ve 1976’da (‘28 yıl sonra’) evlendiği Hélène Rytmann’ı, Kasım 1980 yılında ‘öldüren’, “Ruhsaldengesinin bozukluğu yüzünden” yargılanmayan (şöyle de denilmekte: “Yüksek yerlerden gelen korumalar sayesindekurtulmuş olan”), ardından, uzun bir zaman dilimi “akıl hastanesi”nde gözetim altında kalan, 22 Ekim 1990 yılında “kalp krizi”nden ölümüne dek “Gelecek Uzun Sürer”i yazan Althusser -yine de- diyor ki:
“Ah Hélène, Hélène’im benim!…”
Ya ‘siz’ ne diyorsunuz şimdi ?…


tan doğan
İstanbul doğumlu tan doğan, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe, Beykent Üniversitesi’nde eğitim yönetimi öğrenimi aldı-verdi. Şiir, öykü dallarında ödülleri olup, edebiyat, sanat, felsefe, psikoloji üzerine çabalarını, 1984 yılından bugüne dek çeşitli yayın organlarında paylaştı, paylaşmakta…