Biliyorsunuz edebiyatın usta kalemi Paul Auster, 30 Nisan’da aramızdan ayrıldı. Ve nihayet ardından bir yazı yazmaya cüret edebildim. Gerçi 77 yıllık hayatına 34 kitap sığdıran Paul Auster, yarattığı kahramanlarla okurlarının dünyasında yaşama devam edeceğini biliyoruz ama yine de sevdiğin bir yazarı uğurlamak üzücü… Paul Auster özel bir adamdı; en sıkıntılı günlerimde bana hayatın bir anda değişebileceğini gösteren, post modern edebiyatı sevdiren ve aynı zamanda ilham aldığım bir yazar…
NİLGÜN KARATAŞ

Brooklyn’in en güzel abisi… Bu tanım polisiye yazarımız Ahmet Ümit’e ait. Kendi kitabına da atıfta bulunarak Paul Auster’le böyle vedalaşırken, o kadar etkilendim ki ben de başlıkta bu sözü kullanmak istedim. Gerçekten de Paul Auster demek Brooklyn demektir biraz da… Romanlarımızda az dolaştırmamıştır bizi Brooklyn sokaklarında… The Ekonomist’in ölümünün ardından “Brookly’nin ozanıydı” başlığını atmasının da nedeni bu…
Paul Auster, ilk gençlik yıllarımdan bu yana çok sevdiğim bir yazardı, bir gün onun gibi yazabilmeyi hayal ederdim. Bir hayalim de günün birinde onunla tanışmaktı… İlk gençlik yıllarımdan itibaren hayranı olmam yüzündendir belki de… Bizim zamanımızda fan’lık müessesi bu kadar güçlü değildi ama kimbilir genç Nilgün’ün rock starı da Paul Auster olmuştur…
Benim aşırı beğenim bir yana Paul Auster, her edebiyat severin bir değil, birden fazla kitabını okuması gereken bir yazar. Çok sıradanmış gibi görünen karakterler bir an da onun anlatım ustalığı ile başka bir evrenin kahramanlarıymış gibi devleşir ve okurken tadına doyulmaz bir anlatım ustalığı ile o karakterle bir daha hangi romanda karşılacağınızı merak edersiniz. Evet Paul Auster’in böyle bir özelliği var, eserlerindeki isimler ve metinlerarasılık onun okurlarına bir armağanı diyebilirim. Seçtiği isimlerin özel anlamları olmasının yanı sıra karakterler, bir gün bir yerde yeniden karşınıza çıkabilir. 1987 yılında yazdığı Son Şeyler Ülkesi’ndeki Anna Blume’la yıllar sonra 2023 yılında kaleme aldığı Baumgartner’de karşılaşmak, sadık Paul Auster okurları için anlamlı bir sürpriz olabilir.
YAS VE VEDAYA DİRENMEK…
Bu yazıyı yazmak için olduğu gibi, Baumgartner romanı için “yazdığım son şey olabilir” dediği için epey süre bu kitabı okumamakta direnmiştim. Sevdiğim yazar kanserle mücadele ediyordu ve belki de kendince okurlarıyla vedalaşıyordu. Ancak Paul Auster sever bir okur olarak ben onunla vedalaşmak istemiyordum. Kitabı almıştım, Baumgartner “yas ve veda” romanı olarak tanıtıldıkça okumayı erteliyordum. Sonunda bir gün başka bir kitaptan aldığım cesaretle (Kim Young-Ha – Bir Katilin Güncesi) Baumgartner’ı okumayı başardım. Ancak bunun bir veda olduğu fikrini kabullenmeden, orada 70 yaşındaki bir adamın yaşama tutunma çabasını okudum. Hatta bunu Bianet’teki yazımda yazdım. Ve bir hafta sonra Paul Auster’ın öldüğü haberi geldi. Vedamız böyle oldu… Bir yazarla vedalaşmak mümkün değil ama… Yine de bazı şeyleri kabullenmek zor… Bize koca bir külliyat bırakmış olsa da yeni karakterler yaratamayacağını, yeni dünyalar kuramayacağını düşünmek hüzün verici. Çünkü eminim ki onun evreni bize gösterdiğinden çok daha zengindi ve daha söyleyecek çok sözü, anlatacak çok hikayesi vardı.
BİR YAZI VİRTÜÖZÜ
Bu arada tüm hayatını yazarak geçirmiş, ekmeğini yazıdan çıkarmış bir insan olarak, epeydir yazmak ve yazarlık üzerine kafa yoruyordum. Bir süredir çıktığım yazarlık serüvenim bu soruya bir yanıt bulmamı da gerektiriyordu. Öyle ya; neden yazıyoruz? Sonra bunun yanına bir soru daha eklendi: Neden bir yazar (edebi anlamda) olmak istiyoruz? Ne ilginç, Paul Auster’ın ardından bir şeyler karalarken bu iki sorunun yanıtının birbirinden çok farklı olduğunu anladım. Yazma motivasyonumuz çeşitli nedenlere dayanabilir. Bence her isteyen yazabilmeli, istiyorsa kitap, istiyorsa blog olarak paylaşabilmeli. Ancak kabul etmeliyiz ki, bir yazının edebi metin niteliği kazanmasının bazı koşulları var. “Herkes yazar olabilir” diyen hocalarıma saygısızlık etmek istemem ama bence yanılıyorlar. Herkes yazabilir, herkes yazar olamaz! Yazmak ile yazarlık arasındaki o kalın çizgiyi nasıl ifade edebilirim derken, karşıma Jean Paul Sartre’dan harika bir cümle çıktı: “İnsan, bazı şeyler söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır.” (Edebiyat Nedir?, 28) Evet, yazı bir iç döküş, iyileşme, şimdilerin moda deyimiyle şifalanma aracı olabilir ancak yazarlık bunların çok daha ötesinde bir söz söyleme sanatı. Herkesin şarkı mırıldanması, ancak bir bestecinin notaları bir araya getirip, ortaya bir eser çıkarabilmesi gibi… Paul Auster’ın bir yazı virtüözü olması gibi…
Aslında aradığım tüm sorularımın yanıtını kitaplarıyla, karakterleriyle Paul Auster, bana vermiş. Edebiyat denilince aslolanın üslup, anlatım becerisi, kurgu yeteneği olduğunu göstermişti Paul Auster. Onu okudukça anladım ki neyi anlattığın değil, nasıl anlattığın önemliydi… Sevgili yazar hocam Hakan Akdoğan’dan isimlerini ve detaylarını öğrenmeden önce metinlerarasılık, parodi, pastij, üstkurmaca gibi birçok tekniği Paul Auster göstermişti bana. Yazının oyuncaklı dünyasına adım atmıştım, ancak oynamaya başladığım oyuncakların adını bilmiyordum sadece.
İnsan yaşadıkça, yaş aldıkça öğrenmeye devam ediyor; severken niye sevdiğini bilmiyor ama yıllar geçince sevgisinin kaynağını keşfediyor, sevmek eylemi daha bir anlam kazanıyor. Paul Auster ile sadık okurları arasındaki ilişkiyi buna benzetiyorum. Paul Auster öyle bir yazar ki sahip olduğu bilgilere, kafasını taktığı meselelere sizi de ortak ediyor. Onun kitaplarıyla birlikte hayatı, kaderi, şansı, tesadüfü sorguluyor ve her seferinde değişik bir lezzette keşifler yapıyorsunuz. Bu romanların birçoğunun nedeni belki de arayıştır ama öyle pesimist bir yaklaşımla değil; kuzey kutbuna keşfe çıkmış ve o güne kadar haritalara girmemiş bir buzdağı kıyısına varmış gibi hissedebilirsiniz kendinizi.
Teşekkürler bunları hissettirdiğin için Paul Auster. Okuduğum bütün romanların hakkında bir paragraf da olsa bir şeyler yazmak isterdim. Cam Kent’teki Daniel Quin’den, Ay Sarayı’ndaki Maco Stanley Fogg’dan, Görünmeyen Adam’daki Adam Walker’dan, Timbuktu’daki ölmekte olan Willy’den ve köpeği Kemik Bey’den ve daha pek çok ilginç karakteri meraklı okurlarla tanıştırmak isterdim. Bunu sadece Sy Baumgartner için yapabildim. Neyse ki sevgili Suare Dergi okurları, bu karakterleri tanımak için bana ihtiyacınız yok, ne zaman isterseniz tanışabilir ve Paul Auster’ın zengin iç dünyasında keşfe çıkabilirsiniz. Sadece şunu söyleyebilirim; eğer daha önce Paul Auster okumadıysanız, lütfen okumaya Baumgartner ile başlamayınız.
Yazarlar ölür, karakterler yaşar… Elbette Paul Auster, eserleri klasikleşen bir yazar olacak, hem yazdıklarıyla hem de yazarlığa olan tutkusu ile ilham vermeye devam edecek. İlham demişken beni yüreklendiren bir hikayesi de var Paul Auster’ın. Bir yıldan fazladır, yazmış olduğum roman için yayınevlerinden kabul almaya çalışıyorum. Hikayemi sevmedikleri için mi, yoksa bana sıra gelmediği için mi bilmiyorum bir türlü dönüş alamıyorum. Bu yüzden bazen umutsuzluğa kapılıyorum; okurla hiç kavuşamayacağım zamansız bir aşka düşmüşüm gibi. Ama sonra aklıma bazı yazarlar geliyor; umutlanıyorum. Beni umutlandıran isimlerden biri de Paul Auster. İlk romanı Cam Kent ile 17 yayınevinden ret cevabı alan Paul Auster, onları ciddiye alıp, yazıya küsseydi, Kaliforniya’daki o küçük yayınevine göndermeseydi, belki de bu kitapların hiçbirini okuyamayacaktık. Ama o 18. küçük yayınevi onun romanını bastı ve okur daha ilk romanda Paul Auster’ı sevdi. Şans, kader, tesadüf adına ne denilirse denilsin umut her zaman var.
Son romanı Baumgartner’ı da bir umut hikayesi olarak okudum. Belki de komik gelecek ama devamını da bekliyorum. Öyle ya yazar da “belki de” demişti. Hem devamı gelmeyecek olsa Baumgartner’ın son cümlesi şöyle olur muydu?
“Ve kahramanımız yüzüne rüzgar çarparak, alnındaki yara hala kanayarak yardım aramaya gidiyor, ilk eve gelince kapıyı tıklatıyor ve S.T. Baumgartner destanının son bölümü başlıyor.”

Paul Auster kimdir?
Paul Auster 3 Şubat 1947 tarihinde New York’ta doğdu. Columbia Üniversitesi’nde İngiliz, Fransız ve İtalyan edebiyatı üzerine eğitim alan Auster, gelecekte “Brooklynli Ozan” olarak anılacaktı. Paul Auster’in yazarlık kariyeri 1982 yılında Yalnızlığın Keşfi (The Invention of Solitude) adlı anı kitabıyla oldu. Kitap, kaybettiği babasıyla arasındaki mesafeli ilişkiyi konu alıyordu. Yazarın ilk romanı Cam Kent (City of Glass) oldu. 1985 yılında yayımlanan bu roman daha sonra tek bir ciltte toplanan üç romandan oluşan en ünlü eseri New York Üçlemesi’nin ilk kitabı oldu. New York Üçlemesi’nin diğer kitapları ise Hayaletler (Ghosts) ve Kilitli Oda (The Locked Room) romanları. “Varoluşçu felsefeye yeni bir bakış açısı ve yepyeni bir yorum getirdi” denilen Paul Auster, “post-varoluşçu” akımının öncülüğünü yaptığı ilk eseri New York Üçlemesi’nden bu yana düzenli olarak yazmaya devam etti. Auster, Ay Sarayı (Moon Palace), Şans Müziği (The Music of Chance), Yanılsamalar Kitabı (The Book of Illusions) ve Kehanet Gecesi’nin (Oracle Night) gibi çok satan romanları ile sadece Amerika’da değil, Avrupa’da da oldukça geniş bir okur kitlesine kavuştu. Eserleri 40’tan fazla dile çevrilen Paul Auster’in kitapları Metis ve Can Yayınları’ndan Türkçe çevirileriyle okurları ile buluşturuldu. Son olarak 2023 yılında Baumgartner adlı romanını yayımlayan yazar, 30 Nisan 2024’te yaşama veda etti.
Paul Auster’in Türkçe’ye çevrilmiş kitapları
Cam Kent – New York Üçlemesi 1
Hayaletler – New York Üçlemesi 2
Kilitli Oda – New York Üçlemesi 3
Ay Sarayı
Kehanet Gecesi
Köşeye Kıstırmak
Son Şeyler Ülkesinde
Leviathan
Şans Müziği
Timbuktu
Yanılsamalar Kitabı
Yükseklik Korkusu
Brooklyn Çılgınlıkları
Yazı Odasında Yolculuklar
Karanlıktaki Adam
Sunset Park
Yalnızlığın Keşfi
Kırmızı Defter
Kış Günlüğü
4 3 2 1
Baumgartner

H. Nilgün Karataş
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden “gazetecilik yapmayacağım” diyerek mezun oldum ve yıllarca Milliyet, Dünya, Günaydın, Akşam, BusinessWeek Dergisi, Para Dergisi ve Hürriyet Gazetesi’nde “çok severek” çalıştım. Uzmanlık alanım ekonomi gazeteciliği olmasına karşın kitaplar ve filmler beni her zaman büyüledi, hayatı onlar üzerinden çözümlemeyi sevdim. Hep yazdım, çok yazdım; ilk yayımlanan romanım Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar oldu, Halen Suare Dergi, Bianet, Distopya ve Yeni Sinema Dergisi için yazarken öykü, roman ve senaryo çalışmalarımı da sürdürüyorum. Bu arada ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü öğrencisiyim.