tan doğan
kızılcık
boğazım ağrıdıydı, gözlerim sulandıydı, yüzüm-boynum, derken vücudum kızardıydı: geçmiş olsun geç olunan aşıya!
öksürük, hapşırık, ateş de cabası. ev ahâlisinde jeton geç düşmüş! “istirâhat”‘dedi doktor râhat bir hâlde ve de “herkes uzak dursun bundan”, diye mimlediydi beni!
komşunun bebeğini hiç sevmeyecektim! “misâfirin sağlıklısı makbuldür” diyen nenem, “bir haftada zıpkın olur” deyince dedem, kıçını dönüp bir anda dörtnala bahçeye…
herkes benden uzaklaştıydı birden, “bulaşıcı ha!” derken a’yı uzatan doktor yüzünden.
hücre mahkûmuydum oturma odasında: üç kez tıklatılan kapının önüne günde üç kez, limon, karabiber, kekik katılı çorba, su, ilaç-milaç konuluyor, “iyi misin evlâdım?”a iyi cevâp alınırsa -ki verirdim.. neme lâzım!-, çekilip gidiliyordu sonsuza…
bir ara firâr edesim, hepsini öpesin, kıpkızıl kılasım geçmedi değil içimden, sırf komiklik ya da muzırlık olsun diye.. çocukluk işte. ne ki bunların karabasan, gulyabâni ile şeytân oyunları olduklarını ateşim düştükten, tenim pembeleştikten, aklım başıma düştükten çok ama çoook sonra idrâk ettiydim.
okumam-yazmam olmasa, çizgi romansız patlardım zaar hücrede! şiire de sekizimde o sâyede başladıydım: kızılcık azıcık bebek sevmek kızarttı beni / ömrü billâh çocuk yapan nâmerttir.
kısa sürdüydü şâirlik hâlim. ama asla çocuğum olmadı..suçlusu freud!
*
arpacık
bir çift gözüm hâlâ şiş! kalakalsam olmaz, patlatsam boşalmaz. iç in irini fenâ: allı-pullu ak.
çocukken de zayıftı her ikisi. toz kaçsa yanar, yaş dökse azar, kaşınsa şaşar, kapansa kanar… uyku harâmdı ve yine harâm. benim hiç rüyam olmadı.
benim hiç düşüm olmadı, düştükten beri bu derde!
ninem kırklar, teyzem soğanlar, doktor merhemler idi ki, nâfile. çok sıktı babam, tokatladı ağam, yumrukladı amcam, şişi inmedi! sarımsak da sürüldü, çivi de! ne ilaçlar, ne şuruplar içildi, ne haltlar yenildi, boşuna. annem karşıydı ya ameliyata, handiyse kör yaşadım!
merdiven dayadım şimdi yetmişime de, aynı hamam aynı tas: bas, bas bağırıyorum hâlimce. dünya gözüyle göremedim bir güzel şeyi! ölsem de kurtulsam mı ne bu acıyla?!
bir çift gözüm hâlâ şiş! yenilen boksör ringe doymazmış! [bu da benden size bir minik hediye… lütfen kabûl buyurun…]
**
bademcik
kırkında kurtuldum onlardan, kırkım çıkmadan!
neymiş? annem kıyamazmış! ıhlamur, adaçayı, anason-panason ile sonlanack iş miydi bu? sonlanmadı!
bizimkiler tülbent bağlar, içine de kapkara zeytin çekirdeklerini koyar, sarardı boğazımı sımsıkı. sonuç: yok!
leylî mektepte bir adam vardı revirde: aspirin memet. eli yanığa, kolu kırığa, omzu çıkığa… bana da kırk bir buçuk kere maaşallâh ateşli-tonsilitli hâlime, “yut şunu bi şicin kalmaz!” dediydi de, zor yetiştirdiydi nöbetçi öğretmenle hademe el ele âcil’e! sonra iki hafta rapor: evde koca karı işi sil baştan.
her ay iki kez iki bilye boğaz sahamda top olup, çift kale maç ederdi de yıllar yılı, kaybedeni hep ben olurdum nedense!
iğneler, ilaçlar, sulu, buzlu, sirkeli tülbentler… gediklisi olmuştum hastânelerin!
lâfı sündürmeyeyim: anadan-evden upuzak bir diyâra tâyin olunca kırkımda kadın hâlimle, çatlak-kırık, paslı-puslu bilyelerimle kalınca bir başıma, ateşim de bulunca kırklı rakamları yine, aldıracağım dediydim mendeburları, aldırdım, ki ohhh! dondurma yaladım top top, lıkır lıkır soğuk su içtim ve dahi buz yedim buz, hem de kıtır kıtır. ‘yenimo’ bendim!
işi-gücü bırakıp, terk edip âh ılıman iklimi, üç yıl alaska’da (juneau’da), beş yıl grönland’da (nuuk’ta) kalıp, buzullar erimeye yüz tuttuğunda heyhât! gerisin geri! bir de on yıl sibirya (novosibirsk).. o da olmadı işte, rûh kırık-dökük doooğğğrrruuu yâdigâr eve! (dilleyecek çok şey var da, neyseee…)
[annem öldü, ben yaşayan iskelet. freud hâlâ hayâtta!]
gayrı dişliyorum en çok çocukluğumu…


tan doğan
İstanbul doğumlu tan doğan, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe, Beykent Üniversitesi’nde eğitim yönetimi öğrenimi aldı-verdi. Şiir, öykü dallarında ödülleri olup, edebiyat, sanat, felsefe, psikoloji üzerine çabalarını, 1984 yılından bugüne dek çeşitli yayın organlarında paylaştı, paylaşmakta…