Nazlı Eray ile Büyülü Gerçekçilik Üzerine Bir Söyleşi
Röportaj: Tuba Ayşe Özgür
Bazen bir yazarla konuşmak, sadece sorulara cevaplar almak değildir; o, aynı zamanda kendi belleğinin kapılarını aralar ve o büyülü dünyaya sizi yoldaş kılar. Birden kristallerin içinde bulursunuz kendinizi.

Bu yıl 60’ıncı sanat yılını kutlayan ve şu ana kadar okuruna 95 eser sunan Yazar Nazlı Eray ile yaptığımız bu söyleşi, işte tam da böyle bir anın tanıklığıydı. Büyülü gerçekçiliğin Türkiye’deki en öncü ve özgün kalemlerinden biriyle, edebiyatı, hayatı, rüyaları ve kristalden görünen dünyaları konuştuk. Sıcak bir yaz günü, Bodrum sıcağında yaşanmış bir küçük kaza ve tüm buna rağmen aksamayan içtenlik…
Kelimeleriyle hayatlara dokunan bir yazarın, hayatla ve yazıyla kurduğu büyülü ilişkiyi ilk ağızdan dinlemenin heyecanını, gelin birlikte yaşayalım.
⸻
Röportajın başında biraz heyecanla, biraz hayranlıkla söze giriyorum. Ben ortaokuldayken, annem Nazlı Eray’ın kitaplarını okurdu. Ben de annemin kitaplarını okurdum. Heyecanla anlatıyorum ve başlıyoruz…
- Hayatımda çok önemli bir yeriniz var…
– Ne güzel bir şey bu. Çok mutlu oldum. Dokumduğum güzelliklere mutlu oluyorum.
Nazlı Eray mütevazı ve sıcak:
“İstediğini sorabilirsin, içinden geldiği gibi sor içimden geldiği gibi anlatayım,” diyor. Böylece başlıyoruz…
Bellek bahçeleri ve uçan kapıcılar
95 den fazla kitap… Her birinden bahsediyoruz. Son kitaba geliyoruz. Konuyu “bellek bahçesi” kavramına getiriyorum. Hayatımın Müsveddesi kitabındaki Salih Tozan’la ilgili sahne çok etkileyici. Anıların içinde bir tiyatro kurulmuş belleğin rüyası adıyla oyunlar oynanıyor. Eray, belleğin sahnesinde kuruyor metinlerini. Gerçek ile rüyanın, geçmiş ile şimdinin iç içe geçtiği büyülü bir oyun gibi…
Ve sonra 16 yaşındaki Nazlı’ya dönüyoruz.
“Mösyö Hıristo” isimli öyküsüyle bir gecede tanınıyor. Bir kapıcı, güvercine dönüşüp Pera semalarında 12 saat dolaşıyor. Kapıcı dairesine geri dönerken, özgürlüğü seçmiyor ve işine devam ediyor.
Gerçekten yaşanmış bir hikâyeden doğmuş. Nazlı Eray anlatıyor:
“Biz Saadet Apartmanı’nda oturuyorduk. Dünya hem çok büyüktü hem çok küçüktü. Seksek oynardık. Her şey vardı hafızamda ama dünyada hiçbir şey yoktu. Mutluydum. Muhteşemdi her şey. Muhteşemlik değil mi zaten büyülü olan. Sıradan hayatın içine muhteşem bakabilmek. O sıradanlıkta büyülü gerçekçiliğin tohumu vardı.”
“Yazdığımda herkes çarpıldı”

- O dönemde büyülü gerçekçi yazar olmak cesur bir duruş olmalı?
– 60’ların başıydı. Fransa’da sürrealizm vardı. Sartre, LuisBuñuel, Francis Picabia … Türkiye’de büyülü gerçekçilik bilinmiyordu. Ama insanlar “Uçan kapıcı olur mu?” diyerek büyülendi. O zamanlar Edebiyat Kulübü’ne bile alınmamıştım. Bir anda yazdım, götürdüm Edebiyat Kulübü’nün kapısının altından attım öyküyü. Ertesi gün okul müdürü çağırdı yanına. Herkes şok. Herkes çok etkilenmiş. Sonra Ah Bayım Ah, öykülerimi Atilla İlhan okumuş. “Basalım” dedi. Kitap çıktı bir anda parladım. O gece ilk kez yazar olduğumu hissettim.
Büyülü gerçekçiliği sadece bir edebî tür değil, bir varoluş biçimi olarak tanımlıyor.
- Eva Peron’un mumyasıyla aşk yaşayan doktorun hikâyesi, bu türün nasıl hem gerçek hem masalsı olduğunu gösteriyor. Bundan daha büyülü ne olabilir. Gerçek işte…
Eray’ın dünyasında gerçek, zaten başlı başına bir masal.
Tek kopya, düzeltmesiz metinler
- Yazma süreciniz nasıl ilerliyor. Gerçekten yazılarınızı hiç mi düzeltmiyor musunuz?
– Asla. Tek kopya. El yazısı. Kelimesine dokunsan büyü bozulur. Yazmak, içimden akan bir nehir gibi. Düzeltmeye kalkarsan sihri kaybedersin. Bir otururum yazmaya başlarım. Deftere yazarım. Üç ayda biter. Bir daha dönüp bakmam. İçimden geliyor, engelleyebileceğim bir şey değil bu. Ruhum hazır, yüreğim hazır, kelimeler dökülüveriyor.
Amerika’da bir Türk yazar

Nazlı Eray’ın Amerika günleri de rüya gibi.
İlk öykü kitabı Ah Bayım Ah ile Amerika’ya davet edilir. Tek kitabıyla gittiği ülkede, dünya devleriyle birlikte yer alır. İkinci kez davet edilen ilk Türk yazardır. 77-78 yıllarında ABD’de Iowa Üniversitesi’nde eğitim veriyor.
Eray’ın kitapları, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Japonca, Çekçe, Urduca, Hintçe, Arapça ve İsveççe ve diğer birçok dile çevriliyor.
“Dünyanın dört bir yanını dolaştım. Gözüm görmediğinde yazılarımı dikte ettim. Pasifik Günleri’ni bu şekilde yazdım. Çok kıskanıldım. Ama Ferit Edgü, Atilla İlhan gibi büyük editörler beni destekledi. Ferit Edgü editörlüğümü yapardı. Atilla İlhan bir yazımı okur, beğenir, bunu çıkaralım derdi.”
“Benim yazdıklarımda ölüler gelir.”
- Gençliğim hastanede geçti. Büyük ameliyatlar, ölümle burun buruna gelişler… Zorlu birkaç sene geçirdim. Bu yüzden ölüleri çok rahat yazabiliyorum. Onlar gelir, benimle konuşur.
Eray, rüyalarının diziler gibi canlı olduğunu söylüyor ama onları yazıya dökmüyor.
“Rüyalar bana mesaj verir. Rüyalarımı yazmam. Onlar bana ait. Hiç yazmadım.”
Bu bile onun yazarlığındaki sezgisel gücü anlatmaya yetiyor.
Gençlere tavsiyesi: “Yapıntı değil, ruh işi”
- Büyülü gerçekçilik yazmak isteyenlere ne önerirsiniz?
– Büyülü gerçekçilik yapıntı değildir. Eğer dünyaya bir kristalden bakabiliyorsanız… Bir güvercinin uçuşunda yaşlı bir kapıcının kalbini görebiliyorsanız, işte o zaman yazabilirsiniz. Hayalleri öğretemezsiniz kimseye. Hayal etmeyi de öğretemezsiniz. İnsanın ruhu bunu hisseder, yaşar. Tekniği anlatabilirsin ama o zaman da teknik olur işte, ruhu eksik kalır.
Röportajın ardından:
Kelimelerin kıyısında bir mucize
Bu söyleşi sadece bir röportaj değil, bir rüyaya tutunma haliydi. Sözün içine geçmiş zamanlar, çocukluk kokuları, tramvaylar, uçan kapıcılar, kayıp anneler ve kristalden süzülen hayatlar sızdı. Nazlı Eray’ın sesiyle, kelimeleriyle, kalbiyle…
Son söz yine ona ait:
“Ruh… Güldürürken ağlatabiliyorsan, ağlatırken güldürebiliyorsan… İşte o büyüdür.”
Nazlı Eray Hakkında:
Yazar, 1976’da yayımladığı ilk öyküden itibaren Türkiye’de büyülü gerçekçilik türünün öncüsü olmuş, kitapları 30’dan fazla dile çevrilmiştir. “Aşk Artık Burada Oturmuyor”, “Geceyi Tanıdım”, “Şiş Kelebekleri”, “Hayatımın Müsveddesi” gibi eserleriyle geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır.

Tuba Ayşe Özgür
Communication Art’s Studio adlı akademide yaratıcı yazarlık eğitimi aldı. Çisenti Sanat Topluluğu ve Postüla adlı özel tiyatro gruplarında oyunculuk, drama, sosyoloji ve yazarlık alanında eğitimler alarak, çalışmalar yaptı. Ajans yöneticiliğinden içerik yazarlığına, çeşitli dergilerde içerik yazarlığından yayın koordinatörlüğüne kadar pek çok görev üstlendi. Halen “Atölye Bütünsel Edebiyat” adlı yazma atölyesinin kurucusu ve yöneticiliğini yapıyor ve çeşitli dergilerde yazıları yayımlanıyor. Pek çok kolektif kitapta öytüleri ile yer aldı. İlk romanı “Büyü Bozumu” 2022, “Benim Kalbim Dikdörtgen” adlı romanı 2023, “İçime Karga Uçuştu” adlı öykü kitabı da 2024 yılında yayımlandı.