Close Menu
    Son Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Salı, Temmuz 15
    X (Twitter) Instagram Facebook
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    • YAŞAM
      1. Aktüel
      2. Beslenme
      3. Felsefe
      4. Fitness
      5. İlişkiler
      6. Kişisel Bakım
      7. Kişisel Gelişim
      8. Psikoloji
      9. Sağlık
      10. Seyahat
      11. Sürdürülebilir Yaşam
      12. Teknoloji
      13. View All

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025

      ‘Boykot bir hak mı? Suç mu? ‘ sorusuna yanıt arayanlar için 10 film

      Nisan 2, 2025

      Sinema tutkunları için yepyeni bir mecra: Yeni Sinema Dergisi 

      Şubat 28, 2025

      İnovatif makarnacı Pastavilla 32. yaşını ödülle kutluyor

      Nisan 22, 2024

      Buğday Derneği ‘zehirsiz kentler’ için harekete geçti

      Aralık 23, 2021

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Institut français, Fransız yazar, felsefeci ve filolog Barbara Cassin’i ağırlıyor

      Şubat 25, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Ergen ebeveynleri için kılavuz

      Eylül 23, 2024

      Aşkın Lotus Hali… 

      Temmuz 4, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      ‘Rekabetçi Aile’yi izlerken kendimize de gülebilir miyiz?

      Ağustos 27, 2023

      Parfümde şişe tasarımı kokudan önemli olabilir mi?

      Mart 28, 2023

      Saç bakımına ilişkin merak edilen 6 soru ve 6 yanıt

      Nisan 17, 2022

      Stresten Huzura: Deneyimlenmiş bir dönüşüm süreci

      Mart 6, 2025

      Yeni Eril: Dr. Nil Keskin’den kapsamlı bir dönüşüm rehberi

      Mart 4, 2025

      Cansel Oruç’un ‘Başarmaktan Korkma’ kitabı okuyucuyla buluştu

      Aralık 26, 2024

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Kimdir bu “Narsist Sapkınlar?”

      Mayıs 29, 2025

      Borderline: Bir Kişilik Bozukluğunun Biyografisi

      Mayıs 6, 2025

      Dementor – Ruh Emici: Narsisizmin gölgesinde bir yok oluş ya da yeniden doğuş hikâyesi

      Şubat 17, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      ‘Hepimiz Narsistiz’ kitabının yazarı Şule Öncü: Sanıldığından yaygın!

      Mayıs 17, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      Prof. Dr. Körükoğlu’ndan sağlıklı ve genç kalmanın sırları

      Mayıs 7, 2023

      Salmonella’dan korunmak mümkün mü?

      Nisan 27, 2022

      Kadim bir kültür kenti: Denizli

      Mayıs 21, 2025

      Kayıp bir çantanın peşinde Patagonya’da edebiyat

      Şubat 20, 2025

      Sevdalinkalar ülkesi: Bosna Hersek

      Şubat 7, 2025

      ‘Baumit ile Olasılıklar’ kitabı ile geleceği yeniden düşünüyor

      Eylül 20, 2023

      Heykeltıraş Varol Topaç’ın çelik üretim atıklarından yarattığı eser Contemporary İstanbul’da

      Eylül 17, 2023

      Jeotermal enerjiyi çocuklara anlatan kitap: Damla Adamlar

      Ağustos 31, 2023

      Çocuklar ileri dönüşümü eğlenerek öğreniyor

      Haziran 21, 2023

      Kim Korkar Yapay Zekadan

      Haziran 8, 2025

      Türkiye’nin mutfak ve kültür mirasından seçkiler dijital erişime açılıyor

      Ekim 20, 2023

      Mevzular Açık Mikrofon, artık GAİN’de

      Eylül 1, 2023

      Akıllı makineler ve robotlar denilince akla gelen filmler

      Ağustos 31, 2023

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Zeynep Sönmez’den Wimbledon’da Tarihi Başarı!

      Temmuz 3, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025
    • KÜLTÜR – SANAT
      1. Kitap
      2. Müzik
      3. Öykü
      4. Sanat
      5. Sergi
      6. Sinema
      7. Şiir
      8. Tiyatro
      9. Video
      10. View All

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Peki biz neden hala kaçmıyoruz?

      Temmuz 10, 2025

      Gece Yarısı Kütüphanesi: Ya diğer olasılıklar gerçekleşseydi?

      Temmuz 8, 2025

      Haziran ayı için film önerileri

      Haziran 1, 2025

      Yaz ortasında melankoli: Slowdive İstanbul’a geliyor

      Şubat 20, 2025

      Arter’den avangart bir müzik festivali

      Şubat 11, 2025

      Borusan Quartet’in “Oda Müziğinin Ustaları” konseri ENKA Sanat’ta

      Şubat 10, 2025

      Öykü: Sessizliğin İçinde Nefes

      Temmuz 9, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      Öykü: Erik Ağacı

      Temmuz 7, 2025

      KEMAL TAHİR ROMANLARINDA KADIN İMGELERİ – III

      Temmuz 1, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Rüyaların Ressamı: Remedios Varo’dan 6 büyülü tablo

      Haziran 10, 2025

      Balenin Rus yıldızları Bodrum’da

      Ağustos 12, 2024

      Pera Müzesi Yazar-Editör Sohbetleri’nde sanat tarihine müzecilik penceresinden bakış

      Şubat 20, 2024

      İstanbul’da devam eden 16 sergi

      Temmuz 10, 2025

      Ressam Ömer Onay’ın ‘Bilinç Akışı’ sergisi AKM’de

      Haziran 20, 2025

      ‘Mumi’lerin yaratıcısı Tove Jansson eserleriyle Aynalı Geçit’te

      Mayıs 8, 2025

      Handan Özbek’in “Çıplak Kıta” sergisi Goba Art & Design’da

      Mart 12, 2025

      2000 yılından sonra çekilen en iyi film hangisi?

      Haziran 29, 2025

      Telefon Kulübesi: Bir telefon, bir ses ve bir yüzleşme

      Haziran 26, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      Mühür: Gece Eşiği filmi yakında sete çıkıyor

      Haziran 17, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      GÜRÜLTÜNÜN ORTASINDA SESSİZLİĞE YOLCULUK: MODERN DÜNYADA DİNGİNLİĞİN PEŞİNDE

      Temmuz 1, 2025

      Şiir: Ne Zaman

      Haziran 10, 2025

      şiir: küf lekesi

      Haziran 7, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      “Bulaşıkçılar” yeni yorumuyla İstanbul, İzmir ve Ankara’da

      Mayıs 21, 2025

      Molière klasiği ‘Cimri’ye alaturka dokunuş

      Mayıs 19, 2025

      Kadıköy Oda Tiyatrosu “Kalabalık Fasıl” ile açılıyor

      Mayıs 12, 2025

      Parazit – Sınıfsal uçurumların sarsıcı anlatımı

      Haziran 30, 2025

      Garfield’in resmi posteri yayınlandı

      Aralık 19, 2023

      Napolyon bu kez Jaquin Phoenix’in yorumuyla sinemada

      Kasım 23, 2023

      Freud’s Last Session filminden fragman

      Ekim 27, 2023

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025
    • SD+
      1. Röportaj
      2. Haber
      3. Makale
      4. Portre
      5. Diğer
      6. View All

      DÜNYAYA BİR KRİSTALDEN BAKMAK… HER IŞILTIDA BAŞKA DÜNYALARA YOL ALMAK…

      Haziran 28, 2025

      Booky Kitabevi: Bir insan, butik bir kitabevi, kocaman bir topluluk

      Haziran 22, 2025

      Ediz Dikmelik ile Sorgulayan Çocuklar: Çocuklarla Felsefe El Kitabı 

      Haziran 11, 2025

      Kilitli Hatıralar Kitabı: İstanbul’un altı ayrı dönemine tanıklık eden öyküler

      Nisan 19, 2025

      Yeşilçam’ın köklü şirketi Erman Film’de yollar ayrıldı

      Şubat 6, 2025

      Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar: Herkes kendi hikayesine sahip çıksın!

      Kasım 16, 2024

      İstanbul’un plajlarına otobüs seferleri başladı

      Ağustos 7, 2024

      Biletinial’da ‘yorum ve reyting’ uygulaması

      Nisan 17, 2024

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Romalı tarihçilerin yazmadığı Kleopatra: Hükümdar, alim ve filozof bir kadın

      Haziran 10, 2025

      Bir antikahramanın portresi: MARLA SINGER

      Nisan 30, 2025

      Çocukluk çağı, ilişkiler ve diktayı kitaplar üzerinden okumak

      Nisan 29, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Rüyanın kalemle buluştuğu kadın: Nazlı Eray

      Haziran 22, 2025

      Gülhane Parkında sarnıç olduğunu biliyor muydunuz?

      Nisan 2, 2023

      Klasik mobilyada en çok tercih edilen ağaç türlerini biliyor musunuz?

      Nisan 1, 2023

      Mart ayında Türkiye’nin en çok konuştuğu başlıklar

      Nisan 1, 2023

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Sinan Saygı’nın yeni kitabı: İletişim Bir Süreçtir

      Temmuz 3, 2025
    • PODCAST

      Podcast: Hayati Tavsiyeler ‘Bahar ve Mitoloji’ ile yayında

      Mayıs 5, 2023

      Denenmiş, test edilmiş, onaylanmış: Hayati Tavsiyeler

      Mayıs 5, 2023

      Meraklı bünyeler için podcast kanalı: Suare Online

      Mayıs 1, 2023

      Akla takılan sorulara yanıt arayan podcast: Neymiş?

      Nisan 9, 2023

      Hayati Tavsiyeler: Kendine yatırım yapanlara özel podcast

      Nisan 9, 2023
    • YAZARLARIMIZ
    • FELSEFECE VE…

      tan doğan: sap-saman

      Temmuz 14, 2025

      tan doğan: seğir[t]meler

      Temmuz 3, 2025

      on kırık iz!

      Temmuz 1, 2025

      noudelmann ile tan

      Haziran 27, 2025

      …ve …

      Haziran 25, 2025
    • SuareMag
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    Buradasınız:Anasayfa » HÂLÂ
    Nilgün Karataş - SuareMag

    HÂLÂ

    Mayıs 1, 2025Yorum yapılmamış8 dk Okuma Süresi
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaş
    Facebook Twitter Pinterest WhatsApp Email LinkedIn

    “Şimdi beni bağışlamakla uğraşma. Daha önemli şeyler var...
    Cennet için sana ihtiyacımız var. Cehennemi kendi başımıza da yapabiliyoruz.”
    Margaret Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü

    -Toplumsal belleğin bekçisi, geleceğin sessiz mimarları Serena Joy’lar’a-

    Sigaraları karaborsadan, bu umut verici. Demek ki kuralları zorlayabilen bir kadın o. Sigarasını hafifçe içine çekip, nazikçe havaya üflediğini hayal ediyorum, yaşlı, yorgun, bilge.  

    “Evet her zaman bir karaborsa vardır, her zaman değiş tokuş edilebilecek bir şeyler vardır.

    Yine de herkes bulaşmak istemez o işlere. Onun kuralları zorlayabilen bir kadın olması fikri hoşuma gidiyor. 

    İlk tanıştığımızda üstenci bir tavrı vardı. Belki de mesafeyi nasıl ayarlayabileceğini bilemediğinden sanmıştım. Ki… Empati. Sempati. Merhamet. Bilumum prososyal duygularım kabarmışken bir şüphe düştü içime. Sigarasından bir nefes çekip dumanını üfleseydi de konuşmasaydı keşke.

    “Dosyanı okudum. Benim için bir iş anlaşmasına benziyor bu. Ama bana sorun çıkarırsan, ben de sana sorun çıkarırım. Anladın mı?”

    Evet anladım. 
    O an anladım; teyzelerden bir farkı olmadığını karaborsadan sigara içen bu kadının. Teyzeler sistemin hizmetkarı, ya o? Tutsak kraliçe mi? Kötü kalpli cadı mı?

    Yok yok, ona sigarasını getiren birileri olmalı, güvenli bir bağlantı. Konforunu bozup da riske atılacak biri olmadığını anlamak, teyzelerden daha alt seviyeye indiriyor gözümdeki yerini. Uzaktan bakıldığında piramidin en tepesinde gibi görünüyor; bu bir illüzyon, yaklaştıkça düşüyor, düşüyor. Mezarında ters dönüyor Maslow.

    Serena; Latince kökenli bir isimmiş, sakin, huzurlu anlamında. Erken dönem Hristiyan azizelerinden birinin de adıymış üstelik. Joy da İngilizce “neşe” demek.
    Bu isim bu kadına hiç yakışmıyor, taşıyamıyor adının güzelliğini. 

    Üstelik bu kadın kimseye de ait değildi bir zamanlar, isminin önünde ne “off” var ne de sonunda “ki”, o ismiyle müsemma bir yıldızken neden “Komutan’ın Karısı” olmayı seçti ki? Seçti mi acaba? Uygun görülmüştür belki de, katalog evlilikleri gibi. 

    Hatırlarsanız Gilead rejimi kurulmadan önce bir ekran yüzüydü Serena Joy; muhafazakâr değerleri savunan, ev kadınlığı rolünü yıkayıp yağlayan. Kadınlar eve girebilirdi, o ekranda olduğu sürece. Sonra bir gün otorite -belki bir hoca efendi, belki bir çağdaş diktatör, belki bir modern otokrat, belki de büyük büyük bir teyze- ideal partneriyle eşleştiriverince o da içeri giriverdi. 

    Dışarıda bırakılmak içeri kapatılmakla aynı şey ise de Serena Joy ne tam içeride o ne de tamamen dışarıda. Sınırda desen hiç değil. Görünmez o, hem her yerde hem hiçbir yerde. 

    Serena Joy onun gerçek adı olamaz. Serena Joy bir sıfat olmalı. Her çağda kullanılan bir sıfat. Hâlâ. Bazen bir liderin eşi, bazen ekranlarda yargı dağıtan bir televizyon programcısı, bazen mecliste bir vekil, bazen okulda bir öğretmen, bazen bir komşu bazen de bir uzak akraba.

    Otoritenin çözülmesini, patriyarkanın dağılmasını önleyen tutkaldır; Serena Joy’lar. Onlar geçmiş ile geleceği birbirine yapıştırır, tam ortasına da kendilerini sıkıştırıverirler.  Sıradan bir karakter sanırsınız ilkin, roman gereği yazılmış karşıt bir figür. Ancak sayfaları çevirdikçe onun asıl taşıyıcı sütun olduğunu anlarsınız; sistemin kodlarını, geleneklerini, korkularını, acılarını -ve hatta ikiyüzlülüklerini- içinde tutan saklayandır Serena Joy. 

    O hafıza taşıyıcısı. O belleğin bekçisi. Daha da fenası, belleğiyle geleceğin şekillendiricisi. Sistemin sürekliliği onun suskunluğuna bağlı. Ve geleceği şekillendiren de onun bu sessizliğe razı oluşu. Serena Joy aynı zamanda geleceğin mimarı. 

    Bellek yalnızca geçmişe ait değil ki. Bellek geçmişe, aynı zamanda şimdiye, az sonrasında da geleceğe açılan bir kapı, Serena Joy’un eşiğine öylece durduğu kapı gibi.

    Serena Joy ördüğü atkılar gibi biyoiktidarın geleceğini de ilmek ilmek dokuyor, sabırla. İktidar sadece yasayla, baskıyla değil; bedenler üzerinden bireyi disipline ederken, nasıl üreyeceğini öğretirken panaptikon’un içerideki gözcülüğünü üstleniyor Serena Joy. Offred’in rahmini denetleyerek, Nick’le sevişmesini teşvik ederek, sessizliği ile komutanı kandırarak biyoiktidarın kuklası olmayı sindiriyor içine.

    Lacan’ın le grand Autre (büyük a – büyük öteki) dediği şey, onların hayatında sadece bir teorik kavram değil, yaşamın nüvesi. Büyük Öteki’nin bakışıyla kimliği şekilleniyor. Kendi arzularının değil, Tanrı’nın, toplumun, erkeğin, büyük Öteki’nin arzularını sahipleniyor. 

    Çünkü ancak böyle yücelebilir; çünkü ancak böyle first lady’dir, hanımefendi’dir, asil’dir, kutsal’dır.

    Kendi arzusu bile ona ait değil; objet petit a (küçük a) sistemin öznesi sanır kendini Serena Joy’lar. Oysa nesnedir sadece. Aparat ne kadar nesneyse o kadar işte…

    Arzuları bile başkalarının onda görmek istediği isteklerdir. Onunkiler istek değil, eksiklik. Kendi eksiğini başkalarının hayatına müdahale ederek tamamlamaya çalışır. Ama eksik, hep eksiktir. 

    Eril uzlaşma, eksikliğin koca boşluğunu kapatmak için en kestirme yoldur Serena Joy’lar için. Ataerki ile çatışmak yerine onun sunduğu sistem içinde avantajlı bir konum elde ederek uyum sağlamak daha kolaydır çünkü. Bu sessiz bir anlaşma. Utancı kimse dillendirmek istemez. İtiraz eden, söz söyleyen anında ucubeleştirilir, meczuplaştırılır, uzaklaştırılır. Bu kolektif uzlaşmanın biçimidir aynı zamanda.

    Serena Joy, tarih boyunca değişen adlarla, farklı yüzlerle, benzer suskunluklarla var olurken, günümüzde bile bizi baskılamaya çalışıyor. İçselleştirilmiş ataerkinin sembolü olarak, kendi özgürlüğü pahasına yaşayamadıklarının acısını başkalarından çıkartmaya devam ediyor ne yazık ki.

    Kadınların özgürleşmesi için yalnızca erkek egemenliğinin ortadan kalkması yetmez aynı zamanda içselleştirilmiş ataerkiyle yüzleşmek gerekli. Böyle bir cümle geçiyor aklımdan. Bunu benden daha güzel ifade eden bir kadın olduğunu hatırlıyorum, altı çizilesi cümleler kuran. Kısa bir süre önce yazdığım yazılardan birini ona ayırdığım için kolayca buluyorum sözlerini. 

    “Kadınlar, diğer kadınlar üzerinde tahakküm kurmak amacıyla ırklarının ve sınıflarının gücünü kullandığı müddetçe, feminist ‘kız kardeşlik’ hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşemez.”

    Ne dayanışma, ne feminist kız kardeşlik ne de cinsiyet rollerimizle barışmak mümkün mü Serena Joy’lar varken? 

    Düşünüyorum da Lydia teyzeleri mi ikna etmek daha zor, Serena Joylar’ı mı? Çünkü o hem dini retoriğin hem de patriyarkal otoritenin taşıyıcı annesi. 

    Bell Hooks da beni destekliyor: 

    “Baskı altında olanlar, eğer bu baskıyı sorgulamazlarsa, onun gönüllü taşıyıcıları hâline gelir.”

    Yazdıklarım beni üzüyor, Serena Joy’ların sadece Gilead’da yaşamadıklarını, hemen ensemizden bize baktıklarını bilmek daha da üzüyor.

    Keşke her şey Atwood’un distopyasında kalsaydı. Evler, mahalleler, şirketler, saraylar onlarla dolu. Keşke sistem Serena Joy’ların kadınlık performanslarını ellerinden alarak onları statü objesine indirgemeseydi. Keşke Serena Joy’lar kendi konfor alanlarından çıkmamak için rejimin kurallarını, yasaklarını, kendi değerleri haline getirmeselerdi. 

    Keşkelerim onu aklamaya yetmiyor. 

    Tam şu aşamada Serena Joy’u nasıl bilirdiniz diye sorsalar; eril uzlaşmanın ete kemiğe bürünmüş hali demek istiyorum iğrentiyle, kendi çıkarları uğruna sisteme hizmet eden herkesin tüm günahlarını ona yıkarak. 

    Yine de içime oturan acıma duygusu ağır basıyor. Kelimelerimi estetize ediyorum: Serena Joy, otoritenin kadın yüzüdür: Rejimi sevecenleştiren, evcilleştiren, doğallaştıran kadın sureti. Serena Joy, kendi yarattığı masalın içine hapsolmuş bir karakterdir. Bazı kadınlar vardır, kendi elleriyle ördükleri duvarların ardında yaşlanırlar. 

    Bir insanın kendi inşa ettiği cehennemde yaşamasına mı daha çok acıklı, yoksa başkalarını da o cehenneme sürüklemesi mi?

    Bu soruya yanıt aramadan önce aklımda bir sahne var onu paylaşmam lazım. Çünkü kurgu Serena Joy üzerine bu kadar düşünmeme, gerçek Serena Joy’ları fark etmeme büyük etkisi var bu sahnenin.

    Damızlık Kızın Öyküsü’nün güncel bir dizisi var, oldukça beğenilen. Benim asıl söz etmek istediğim film versiyonu,Serena Joy’u Faye Dunaway canlandırıyor.

    Sözünü edeceğim sahne bence bu filmin etkileyicisi sahnesi. Romanda da iğreti ediyor insanı ama izlemek, o bakışları görmek… Nasıl tarif etsem o sahneyi?

    Dini referans alan seks mi desem? Mahremiyetin ölümü!
    Offred’in de Serena Joy’un da en aşağılandığı sahne. 
    Komutan Offred’e tecavüz ederken, Serena Joy buna eşlik ederken. 
    Offred buna mecbur. Serena ise buna tanıklık etmeye mahkûm.
    Kadınlarla birlikte erkeği de aşağılayan bir ritüeli. 

    “Bu aşk değil. Bu şehvet değil. Bu seks bile değil.” 

    Ne erotik ne de estetik, ne bir haz var içinde ne de şehvet. Soğuk, mekanik. Rahatsız edici. Kadın bedeni devletin el koyduğu bir araç haline gelince artık bir arzu nesnesi değil. Bir kuluçka makinesi. 

    Male gaze kavramını çökertmek için mi çekilmiş bu sahne?

    Faye Dunaway’in güçlü oyunculuğu sayesinde Serena Joy, bu sahnede tek boyutlu bir karakter olmaktan çıkıyor; zihnimdeki “kötü kadın” aniden ölüveriyor. Hem de ne ölmek! Her taraf kan içinde. Maviler içinde bir kırmızı kadın o. Offred’den bile kırmızı.

    Geldik mi o kaçınılmaz soruya: Kurban mı, fail mi?

    Biliyorum, siyah-beyaz bir yanıtı yok bu sorunun.

    Evet, sistemin mağduru; ne kişisel alanı var ne cinsel özgürlüğü. 
    Evet, sistemin suç ortağı; otoritenin gözü, kulağı, uygulayıcısı.
    Aynı zamanda efendi olduğunu sanırken otoritenin kölesi de o…

    Offred bilinemeze giderken, o cümleyi boşuna kurmuş olamaz:
    “Onun için üzülecek kadar duygu taşıyorum içimde hâlâ. Moira haklıydı, yufka yüreklinin tekiyim ben.“

    Bu sözlerle Atwood, bu kadınları lanetlemekten çok anlamaya çağırıyor bizi. Çünkü Serena Joy’un hikâyesi, sadece bir kadının değil; susarak, görmezden gelerek ya da başkalarını feda ederek ayakta kalmaya çalışan herkesin hikâyesi.

    Damızlık Kızın Öyküsü sadece Gilead kadınlarına ait değil, hepimizin ortak hikayesi. Ve biliyoruz ki çoğu kez hikâye yazılmadan önce roller dağıtılmış oluyor. 

    Ve bu hikayenin sonunda bize düşen soru:
    İtaat ettiğimiz şeyler, eninde sonunda bizi de yutar mı?

    Herkes kendi yanıtını kendi bulsun, şu uyarıyı da aklında tutarak:

    “Canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir; ki kendisi de canavara dönüşmesin. Çünkü uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar.”
    – Nietzche –

    Kaynakça:

    • Atwood, Margaret. The Handmaid’s Tale. McClelland and Stewart, 1985
    • Türkiye Kişi Adları Sözlüğü, Sevan Nişanyan, Liberus Yayınları
    • Hapishanenin Doğuşu, Michel Foucault, Mehmet Ami Kılıçbay çevirisi ile İmge Yayınları
    • Psikanalizin Dört Temel Kavramı (Seminer 11. Kitap) Jacques Lacan, Nilüfer Erdem’in çevirisiyle Metis Yayınları
    • Eril Uzlaşma, Deniz Kandiyoti, “Patriyarka ile Pazarlık” başlıklı makalesi, 1988
    • Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Judith Butler, Zepnep Direk çevirisi ile Metis Yayınları. 
    • Feminizm Herkes İçindir & Tutkulu Politika, bell hooks, Bgst Yayınları
    • Damızlık Kızın Öyküsü (Film), Yönetmen: Volker Schlöndorff, Oyuncular: Natasha Richardson, Faye Dunaway, Robert Duvall. 1990
    • İyinin ve Kötünün Ötesinde – Friedrich Nietzche – Mustafa Tüzel çevirisiyle T. İş Bankası Kültür Yayınları

    Nilgün Karataş, İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Henüz öğrenciyken çalışmaya başladı, Milliyet, Dünya, Akşam, Günaydın, Business Week Dergisi ve Hürriyet’te gazetecilik yaptı. İlk romanı Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar’ın yanı sıra birçok kolektif kitapta öyküleri yayımlandı. Bianet, Yeni Sinema Dergisi ve Suare Dergi’de yazıyor. İkinci üniversite olarak da felsefe okuyor.

    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    AMA FARECİK, YALNIZ DEĞİLSİN!
    SuareMag – Mayıs 2025
    SuareMag – Nisan 2025

    nilgün karataş suaremag yazar

    Related Posts

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025 Edebiyat

    Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

    Temmuz 12, 2025 H. Nilgün Karataş - Suare

    Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

    Temmuz 12, 2025 Felsefe

    Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

    Temmuz 11, 2025 KÜLTÜR - SANAT
    Yorum Yap
    Yorum yazın Cancel Reply

    Yeni Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025 FELSEFECE VE...

    ya da “yazar”, yazan ve… * yazar hep ‘yaz’, ömrün kış olsa da! * ne…

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025

    Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

    Temmuz 12, 2025
    Sosyal Medya'da Biz
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    • YouTube
    Bu Haberleri Kaçırmayın

    Akdeniz tipi beslenmenin bir faydası daha

    Mart 31, 2023 Uncategorized

    Sarı Sandalye’nin Beckett uyarlaması ENKA Sanat’ta

    Nisan 8, 2025 Tiyatro

    ‘Her’ üzerinden düşünceler: Her şey zihnimizde mi?

    Temmuz 21, 2023 Elif Gülünay
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Film, kitap, sanat, hayat ve daha fazlası için haber, röportaj, makale, podcast, güncel bilgiler içeren e-dergi.

    Email : editor@suaredergi.com.tr

    Künye

    Son Eklenen Yazılar

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    X (Twitter) Instagram Facebook
    © 2025 Tüm Hakları Saklıdır. Do Medya & Ekipbizz İçerik İşbirliğiyle hazırlanmaktadır.

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.