BETÜL ÇAKIROĞLU
Ediz Dikmelik ile Sorgulayan Çocuklar: Çocuklarla Felsefe Elkitabı üzerine yaptığım bu söyleşide, kitabın içeriğini, amacını, felsefi yaklaşımını ve çocuklarla felsefe yapma pratiğini anlamaya yönelik hem genel hem derinlemesine sorular sormaya çalıştım.
Kitabın ön sözünde Ediz Dikmelik Çocuklarla Felsefe ile ilgili kendi deneyimlerini ve yazma sürecini aktarırken “Bu iş böyle yapılır,” diyerek aslında deneyimlerinden yola çıkarak bir rehberlik hizmeti veriyor.

“Türkiye bağlamında ve okullarda karşılaştığımız bazı pratik problemleri çözebildiğime ve özellikle benzer bir ortamda çalışacak uygulayıcılara faydalı şeyler söylediğimi düşünüyorum.”
Ön sözde bunu söyleyen Ediz Dikmelik’e ben de katılıyorum ve sorularıma geçiyorum.
- Alıştığımız yerleşik kavram “P4C” dışında bir şey duyuyoruz senden: “Çifel.” Kitapta açıklaması olsa da biraz daha dilimize yerleşmesini sağlamak adına sormak istedim. Neden?
- Açıkçası Türkçeye “Çifel” olarak yerleşmesi hakkındaki mücadelemi bırakmış durumdayım. Kitap yayınlandıktan sonra bundan vazgeçtim. Yerleşmediğini düşünüyorum. Yerleşeceğine de inancımı kaybettim. İngilizce kısaltma kullanmak bana doğru gelmiyor. Türkiye’de bunun kulağa havalı ve sofistike geldiği için tercih edildiğini de biliyorum. Ama kendimize ait bir şey oluşturmamızı da biraz zorlaştırıyor ve engelliyor gibi hissediyorum. Türkçe kelimelerle bunları yapmalıyız diye düşünüyorum. İlgilendiğim başka alanlarda da bu ısrarı sürdürüyorum. Çok Türkçeci birisi değilim. Hayatım İngilizce eğitimlerle geçti. Belki de bu yüzden böyle bir hassasiyet geliştirdim. İngilizce kaynaklardan beslensek de kendi aramızda konuşurken Türkçeye dair bir gayretimizin olması gerektiğine inanıyorum. Israrım da bu gayretten dolayı. Çocuklar için Felsefe’nin doğal kısaltması “Çif.” Buna kıyasla “Çifel,” söylemesi daha kolay olan bir kısaltma. Kitapta da her zaman bunu kullandım. Kendim de diyaloglarda bunu kullanıyorum. Ama artık daha çok “Çocuklarla Felsefe” diyorum ve çoğu zaman kısaltma da kullanmıyorum. Çoğu kişi “P4C” kısaltmasını tercih ediyor. Biz ne yaparsak yapalım artık bu şekilde yerleşti.
- Atölye tasarlarken önce üzerine konuşmak istediğin kavram mı şekilleniyor yoksa uyaranı mı seçiyorsun? Burada bir sıralama var mı?
- İkisi de oluyor. Bazen konuşmak istediğim bir konu oluyor ve “bunu nasıl ilginç bir hale getirebilirim” ya da “bu konuyla ilgili nasıl somut bir malzeme sunabilirim” diye düşünüyorum. Konu belli ise iletişimini sağlayacak malzemeyi arıyoruz. Bazen de malzeme bellidir. Yani elimizde çok güzel bir kitap ya da hikâye vardır. “Peki bununla ne konuşabiliriz?” diye sorarız. Bu iki yaklaşım birbirinden farklı. İkisi de kullanılıyor. Mesela bu günlerde “şiddet her zaman kaçınmamız gereken bir şey mi yoksa belli durumlarda şiddet kabul edilebilir mi?” sorusuyla ilgili elimde bir şeyler olmasına rağmen daha etkili bir uyaran arıyorum. Bu ilk yaklaşıma uyan bir durum. Yani konu belli, uyaran arıyorum.
- Felsefe için bilinen tanımları çürütüp kendi tezini “Belirli konular hakkında, belirli bir tavır ve yöntem ile yapılan, açıklama ve anlama amacı taşıyan, garip bir disiplindir,” diyorsun. Ben de “garip” ne demek sormalıyım diye not almıştım kitaba. Sonraki sayfalarda garip kavramını biraz açıklanıyorsun. Döngüsellik ve sonuç eksikliği yine de bunu biraz açalım desem ne dersin?
- Kitapta söylediklerimin üstüne şunu söyleyebilirim: 2500 yıldır insanlar “Felsefe nedir” hakkında bir şeyler söylüyorlar. Hâlâ bir anlaşma yok. Bu zaten başlı başına ne kadar garip olduğunu gösteriyor. Çünkü “Biyoloji nedir” sorusu biyologlar tarafından tartışılmıyor. Ama felsefede meşhur bir filozof olup da “Felsefe nedir” hakkında fikir belirtmemiş ya da bu konuda bir kitap yazmamış filozof yoktur. “Felsefe nedir” adını taşıyan bir yığın kitap var. Bu garip bir durum. Felsefe en temelleri sorguladığı için ne olduğu konusunda çok da anlaşamıyoruz. Felsefe kendi temellerini de sorgular. O yüzden en önemli felsefeciler bile felsefenin ne olduğu konusunda anlaşmıyorlar.

- “Tam anlayamadığımız kavramları, tam anlamadığımız başka kavramlarla anlamaya çalıştığımız garip bir etkinlik” diye de garipliğe devam ediyoruz. Ben de hep şunu düşünmüşümdür. Tam anlamadığımız ve de dolayısıyla anlatamadığımız kavramları, mesela “iyilik” diyelim, diyalog halinde olduğumuz karşı tarafın tam anlamasını bekliyoruz. Çok garip değil mi? Bu çözülebilir mi? Yöntemleri neler?
- Örnekle gidersek; kavrama “demokrasi” diyelim. Benim demokrasiden anladığım farklı, karşı tarafın anladığı farklı. Ancak bu bir zorluk değil felsefede. Anladıklarımız farklı olsa da bir başlangıç noktası bulabiliriz. Çünkü iletişim mümkün. Konuşabiliyoruz. Anlaşabiliyoruz. Birlikte iş birliği yapabiliyoruz. O zaman bazı temel yerlerde anlaşıyor olmamız lazım. Bunu bir başlangıç noktası olarak kullanabiliriz. İyilik örneğini verdin. İyiliğin ne olduğu konusunda aynı fikirde değiliz diyelim. Ama hepimiz “Şu davranış iyilik değil,” diyebiliriz. Ya da diyebiliriz ki “Bu davranış kesin iyilik.” Bu iki konuda ciddi bir anlaşma sağlayabiliyorsak zaten sağlam bir temelden konuşabiliriz. Tabi ki ayrıntılarda ve daha muğlak durumlarda henüz anlaşmıyoruz, ancak başlangıç noktalarımız ve ilerleme yollarımız var. Kendi hayatımdan güncel bir örnek vereyim: bu aralar araştırdığım bir konu, “ultra işlenmiş gıdalar.” Bilim insanları böyle yeni bir kategori öneriyor. Bu kategorinin varlığına yapılan çok önemli bir eleştiri, kategorinin sınırlarının belli olmayışı ve muğlak oluşu. Bu felsefeciler için ciddi bir eleştiri değil çünkü çok alışkınız. Bir şeyin sınırlarının belli olması gerekmiyor. “Bu kesin ultra işlenmiş gıda” ya da “bu kesin ultra işlenmiş gıda değil” diyebilmemiz yeterli. Bunu yapabiliyorsak önümüz açık. Sonra diyalogla ve sorgulamayla ilerleyebiliyoruz. Felsefe çok kullandığımız başka kavramlarda da böyle. Ayağımızı bir yere bastıktan sonra sınırları çözmeye çalışıyoruz. İşin zevkli kısmı orası.
- İyi soru nedir? Bir kavramı anlamaya çalışırken sorduğumuz sorular hep başka sorular doğurmaz mı?
- İyi soru teriminden uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü sanki bir kısa yol gibi geliyor. Soru sormaktaki amacımız neyse, iyi soruların neler olduğu değişecektir. Bağlamdan bağımsız bir “iyi soru” kategorisi bana anlamlı gelmiyor. Bunun yerine, farklı soruları birbirinden ayırt edebilmek önemli diye düşünüyorum. Bağlama göre hangi soruların hangi kategoriye girdiğini fark edebilmek bence önemli olacaktır. Önemsediğim bir soru tipi, bir şeyin “ne olduğu” ile ilgili sorular. Örneğin doğrudan İyilik nedir? Demokrasi nedir? Edebiyat nedir? gibi sorular sorabiliriz. Ya da “iyilikle şefkat arasındaki fark nedir” gibi karşılaştırmalı sorular sorabilir, iyiliğin ne olduğunu bu şekilde sorgulamaya çalışabiliriz. Tüm bu sorular hala bir şeyin “ne olduğu” ile ilgili sorular. Bir diğer soru tipiyse bir şeyin neden önemli olduğu, neden değerli olduğu ile ilgili. Mesela demokrasi gerçekten en iyi yönetim sistemlerinden biri midir? İyilik her zaman peşinde olmamız gereken bir şey midir? Yoksa bazen bizi zayıflatır mı? Bunlar biraz daha değer yargılarına yönelik sorular. Neyin önemli neyin önemsiz olduğuna dair, ya da önemli şeylerin neden önemli olduğuna dair sorular. Nedir soruları ile bu tip soruları birbirinden ayırmak çok işe yarıyor. Bir şeyin “ne olduğu” ile ilgili sorulara “kavramsal sorular” diyebiliriz. Diğerine ise “normatif sorular.” Bu iki soru tipi çok geniş kategoriler olmakla beraber felsefede en çok kullandığımız sorular olabilirler. İyi soru kategorisine bu soruları alabilirim. Daha da önemlisi, iyi soru sormak için bunları tanıyabilmemiz ve aralarındaki farkları bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.
- Çocuklarla atölyede sorgulamalar bitmez ama sınırlı süre bitiyor. Aynı sorgulamaya devam ettiğin durumlar oldu mu? Çocuklardan “bu konuyu tekrar konuşalım” gibi geri bildirimler hiç geldi mi?
- Ben tersini gözlemliyorum. Yeni bir konuya geçme isteği daha fazla oluyor. “Bu bitmedi bence devam edelim,” dediğim oldu. Genelde bundan şikayetçi oldular. Özellikle haftada bir buluştuğum gruplarda bir sonraki buluşmada çoğunlukla yeni bir konu oluyor. Bu da bir dinamizm katıyor. Her buluşma yeni hikâye, yeni bir durum, yeni bir bulmaca. Bulmacaya devam etme düşüncesi onların hoşlarına gitmiyor. Ancak aynı tema üzerinde farklı etkinlikler yapmaktan memnun olduklarını söyleyebilirim. Örneğin, hayvan hakları konusunun farklı başlıklarını konuşabiliyoruz. “Evde hayvan beslemek doğru mu? Hayvanları eğlence için kullanmak doğru bir şey mi? Hayvanları gıda olarak kullanmak doğru bir şey mi?” Bunların hepsi hayvan hakları konusu ile ilgili farklı sorular. Bunlar değişik haftalarda işlenebilir. Bir anlamda benzer bir konuyu konuşuyoruz ama ele aldığımız bulmaca ve sorgulama değişmiş oluyor. Sorunun cevabına gelirsek; çocuklar genelde değiştirelim, yeni konuya geçelim istiyorlar.
- Kolaylaştırıcı olmak çok zor bir yetişkin için. Yetişkin sesini kısmak zor. Ama… Burada üç nokta atıp bıraksam nasıl doldurursun?
- Bu konuda sorgulama süreciyle sorgulamanın içeriğini birbirinden ayırmayı faydalı buluyorum. Çocuklarla Felsefe alanındaki kolaylaştırıcılar olarak, gerçekleştirdiğimiz sorgulama süreciyle ilgili onlara aktarmak istediğimiz şeyler var. Felsefi düşünme, birlikte düşünme, diyalog, grup sorgulamasının ne olduğu gibi konularda da birlikte konuşuyoruz. Süreçle ilgili konularda bilgilendirme yapmak zorundayız ve bu konuda geri adım atmamalıyız. Bence “felsefe nasıl yapılır?” konusunda kolaylaştırıcıların farklı fikirleri kucaklayan özgürlükçü bir anlayışta olmaları tehlikeli. Ancak kolaylaştırıcı, konuların içeriği ile ilgili geri planda kalmak zorunda. Örneğin sorgulamada varılan sonuçlar konusunda ya da ifade edilen düşünceler konusunda özgürlükçü. Farklı fikirlere fırsat verilmesi gerekiyor. Yetişkinler çoğu zaman çocuklara içerikle de ilgili bir şeyler aktarmak istiyor ve bu konuda kendilerini tutmaları, dediğin gibi zor olabiliyor. Ben öğretmenlikten çok kolaylaştırıcılık yaptım, dolayısıyla bu normları benimsemem çok zor olmadı. Ama özellikle öğretmenlik tecrübesi ya da ebeveynlik deneyiminden sonra bu alana girenler bu konularda doğal olarak zorlanabiliyor. Kolaylaştırıcılığın nasıl yapılması gerektiği konusunda neredeyse hiçbirimiz çok deneyimli değiliz. Hepimizin klasik anlamda öğretmenleri oldu ama kolaylaştırıcılarımız olmadı. Nasıl yapıyorlar, neye benziyor, bizim yaş grubundaki çoğu insan için yeni bir şey. Rol modellerimiz yok. Biraz bu yüzden de zor. Çocuklar çoğu zaman konuşulan konunun içeriği ya da sonuçları hakkında yetişkinlerden bir şey istiyor. Daha önceden buna alıştıkları için “doğru cevabı” istiyor ya da en azından senin konu hakkında ne düşündüğünü duymak istiyorlar. Ama kolaylaştırıcılık içerik konusunda bir pozisyon almamayı gerektirdiği için bu taleplere karşılık vermemeliyiz.
- Bir kitap önersen Çocuklarla Felsefe için bu ne olurdu? Neden?
- Felsefe Makinesi, Peter Worley. Çünkü orada güzel bir denge var. “Bu iş nasıl yapılır” ile ilgili teorik kısımlar da var. Sonra da güzel etkinlikler var. Denge güzel. Sadece bir etkinlik kitabı değil. Etkinlik kitabı olduğu zaman o etkinliği nasıl yapacaksınız sorusu oluyor. Bir giriş kitabı olarak bence uygun olacaktır. Felsefenin klasik problemlerinden olan “aynı nehre iki kere girilir mi” gibi sorular ve düşünce deneyleri içermesi de güzel. Yeni başlayacak bir kişinin ilk okuyacağı kitap olabilir. Düşünmeyi Dönüştürmek, Catherine C. McCall. Bu kitabı da beğeniyorum. Bunlar Çocuklarla Felsefe geleneğini biraz değiştiren ve onun biraz dışında şeyler söyleyen kitaplar. Bence iyi yönde değişimleri temsil ediyorlar. Bu alanda klasikler ve bir sürü dile çevrildiler.
- Kitapta kendi deneyimlerini ve uygulamalarını cömertçe paylaşmışsın. Bunlarla çalışan ya da çalışmak isteyen, sana bu konuda geri bildirim yapanlar oldu mu? Ben kendi kitabımım dışında Çifel uygulaması yapıyor olsam seni arar “bu kitaptakileri kullanabilir miyim” diye sorardım.
- Benim gözlemim, kitabı az kişi sonuna kadar ve dikkatle okuyor. Bu kişiler kitabı beğeniyor ve memnun kalıyor. Faydalandığını söyleyenler oldu. Birçok kişi için de sonuna kadar gitmesi zor bir kitap. Üzerinden zaman geçtikçe şunu gözlemledim: bu işi ciddiye alan ve bu alanda çalışmak isteyen insanlara yönelik albenisi daha yüksek olan bir kitap. Okuyup da faydalananlar olduğunu biliyorum ancak izin alma gibi bir durum da yok. Kullansınlar diye yazdım. Soru Dörtlüğü ile ilgili kısımları kullandıklarını biliyorum. O da benim icat ettiğim bir şey değil. Ama nasıl tarif edeceğim ve öğrenicilere nasıl aktarabileceğim konusunda epey zaman harcamıştım. Benim de amacım sınıfa bir etkinlik götürmesi değil de işin nasıl yapılacağına dair bazı normlar, idealler hakkında düşündürmesiydi. “Sorgulama topluluğu bugünkü etkinlikte tam olmadı.” Bu konuda bir perspektif katabilmesini istedim. Konu tıkandığında kolaylaştırıcı ne yapabileceğini bilsin istedim. Bu tip beceriler ve normlar üzerine bir şeyler katmasını amaçladım.
- Uyaran olarak görsel seçimler bu çağın çocuğu için daha ilgi çekici demek doğru mu?
- Bu çağın çocuklarının görsel materyallere ilgisinin daha fazla olduğu doğru mu acaba? Neye dayanarak doğru? Tam ne kastediliyor? Çok duyduğumuz bir iddia ama doğruluğundan biraz şüpheliyim. Kesin doğru gibi konuşuyoruz. Mesela evet, daha fazla film izliyorlar, ama bunun sebebi filmlere ulaşmanın daha kolay olması olabilir. Açıkçası ben de son zamanlarda görsel uyaran çok kullandım. Sanırım neyin ilgi çekici olacağı biraz da katılımcıların niteliklerine göre değişiyor. Örneğin felsefe konusunda tecrübeli öğrencilerde, hiçbir uyaran kullanmamak dahi mümkün. Bazı gruplarda, “Arkadaşlar bugün benim aklımda bir konu var, bu konuyla ilgili şöyle düşünceler var, siz ne diyorsunuz,” diye girebiliyorum. Bu başlangıçta olsa zorlanacakları bir yöntem olurdu. Ama deneyimli öğrencilerle görsel materyal ve hiç uyaran kullanmadan da çok güzel etkinlikler yaptığımız oldu.
- Her şey uyaran olabilir mi? Mesela meslek gereği soruyorum. Mimari bir öğe, eser uyaran olabilir mi? Bağlamsal olarak ele alış önemli ama yorumunu merak ettim. Hiç uygulamadım ama bununla ilgili bir çalışma yapmıştım. Ayrıca da konuşabiliriz. Kayıt dışı olarak.
- Ben burada ele alış yöntemine vurgu yapmak istiyorum. Şöyle soralım: her kitap okunabilir mi? Evet okunabilir ama her kitap okumaya değer mi? Cevap muhtemelen “hayır” olacaktır. Burada da “her şey uyaran olabilir mi?” diye sormak yerine, iyi uyaran olabilir mi, bunu konuşmak lazım. Uyaran sadece felsefe etkinliğine başlarken kullandığımız herhangi bir şey değildir. İyi felsefe etkinliğini oluşturabilen şeylerdir. Böyle dediğimizde ağırlığı olmaya başlıyor. O zaman her şey uyaran olamaz. Çünkü iyi bir felsefe etkinliğine ön ayak olması aslında çok kuvvetli bir özellik. Söylediğini de anlıyorum. Mesela mimari ile ilgili bir şey kesinlikle uyaran olabilir. Müzik bir uyaran olabilir mi? Olabilir. Ancak daha önemsediğim soru: iyisi nasıl olacak? Uzun vadede hep müzik konuşmak ne sağlayacak, buna bakmak gerekir. Çocuk kitapları uyaran olabilir mi? Çocuk kitaplarıyla bir yıllık değil, on yıllık program oluşturabilirsiniz. Kitaplar uyaran olarak iyi çalışıyor. Müzik, mimari bunlar da olabilir. Bize bir bulmaca getirecek ve düşünmemizi kolaylaştıracak herhangi bir şey olabilir. Tek bir bilgi kırıntısı bile uyaran olabilir. O bilgi bizi bir konuşmaya yönlendirecekse.

- Hazır bir akış kullanmak ya da kendin hazırlamak. Senin tercihin hangisi? Bunları mukayese edecek olsak artılar eksiler nasıl olurdu?
- Sadece hazır planlarla müfredat oluşturuyorsanız dezavantaj şu olabilir, çocukların kim olduklarına, ilgi alanlarına, becerilerine, seviyelerine göre uyumlanma konusundaki esnekliğiniz düşüyor. Felsefe Makinesi kitabında metafizik alanı diyebileceğimiz alanla ilgili çok etkinlik var. Bunu sevmeyen bir grupla birlikteyseniz o atölyeleri arka arkaya dizmek keyifli olmaz. Kolaylaştırıcı kendisinden de bir şey götürmeli. Kolaylaştırıcının da heyecan duyduğu alanlar farklı olabilir. Mesela hayvan hakları ile ilgili çok heyecanlısınızdır. Bununla ilgili etkinlik yaparkenki haliniz gruba da yansır. Belli konuları konuşmakta da hevesli olmayabilirsiniz. O konudaki hazır etkinliği almak çok iyi sonuçlar vermeyebilir. Hazır planların avantajı ise çok denenmiş ve iyi sonuçlar verdiği görülmüş olmasıdır. İlk etkinliklerde hazır bir planla gidince bu anlamda ona güvenebiliyorsunuz. Kendi planlarınızın dezavantajı az denenmiş olmaları olacaktır. Hazırladığınız şey güzel gibi duruyor ama gidiyorsunuz, pek olmuyor. Bu bir risk ama bence almak gerekiyor. Kendi planlarınızın avantajı ise kendinizden bir dokunuş getirmeniz. Çok kişisel bir şey yapıyoruz. Bir grup insanla diyalog üzerinden bir bağ kuruyoruz. Bir topluluk oluyoruz. Burada kişisel dokunuşlar önemli. Başkasının yaptığı şeylerle gitmektense, sizin önem verdiğiniz bir konuyla gitmeniz ya da çocukların önem verdiği bir konuyu götürmeniz bence önemli. Grup aidiyetini ve alınan keyfi de arttıracağını düşünüyorum.
- Lisede sevilmeyen felsefe dersi -bir sayısalcı olarak almasam da böyle bir itibarı vardı maalesef- ilkokulda Çifel sayesinde seviliyor. Çifelin kuramsal değil kavramsal ve diyalektik yapısının bunda etkisi nedir? Sence sebepleri neler?
- Küçük yaşlarda felsefenin sevilmesinin önemli bir kısmı bence felsefe ile alakalı değil. Yöntem olarak farklı fikirlere açık bir grup diyaloğunu benimsemesi ile alakalı. İnsanlar böyle bir ortamda iyi hissediyorlar.
Çocuklarla yaptığım anketlerde “Felsefe ile ilgili en güzel şey nedir?” diye soruyorum. Diyorlar ki; “Birbirimizle konuşmak. Birbirimizi dinlemek. Başkalarının fikirlerini duymak.”
Okulda bu konuda fazla şansları olmuyor. Giderek artacaktır ama hala bütün sınıf bir arada konuştuğumuz etkinler az. O yüzden bu kadar çok sevilmesinin birinci nedeni bence bu yöntem, yani grup diyalogu. İkincisi de felsefe. Felsefe bize başka alanların sağlamadığı bir tür tatmin ve macera hissi sağlıyor. Her şeyi sorgulayabilirsiniz. Aslınca çok delice bir şey. Çocuklar sorgulamak istiyor, sorular sormak istiyor, garip şeyleri düşünmek istiyor. Felsefede iyi gerekçelendirdikten sonra her şey söylenebiliyor. Bence bu bir özgürlük hissi veriyor. Başka yerlerde söyleyemeyeceğin şeyi burada gerekçelendirip söyleyebilirsin. Felsefenin bu kısmını ben çok seviyorum. Mesela çocuklar demokrasiyi öğrensinler ve sevsinler istiyoruz. Ama demokrasi iyi bir yönetim şekli mi? Bunu felsefede sorabiliyoruz ve “hayır, çünkü …” gibi bir yanıt verebiliyoruz. Bence bu yapmamız gereken bir şey. Bazen bu, bazı kişileri mutsuz da edebiliyor. Ama bazı kişiler için de büyük bir özgürlük hissi doğuruyor. Bunu çok seven çocuklar da var.
- “Çifel, Türkiye ve Gelecek” bölümünde kitaptaki de son bölüm zaten gözlemlerini aktarırken olabilecekler ve olması gerekenleri belirtiyorsun. Bunlardan burada da bahsetmeni istesem nelerin altını çizersin?
- Felsefede başarı standartları net değil. Felsefe başarının belirsiz olduğu bir alan. Basketbol ile karşılaştırdığımızda oradaki başarı çok net. Felsefedeki bu belirsizlik bir yandan daha özgür bir alan anlamına da geliyor. Ama özellikle kolaylaştırıcı açısından “Ben kolaylaştırıcıyım,” dersen kimse sana hayır diyemez. Öz denetime kalıyor. Ben 2015’te başlamıştım. O dönemde Türkiye’de daha amatör bir heves vardı. Türkçe kaynak yoktu. Şimdi ise bir kariyer basamağına dönüşmüş durumda. Eğitimini alıyorsunuz ve bir unvan elde edip “onaylı kolaylaştırıcı” oluyorsunuz. Ben hep şunu söylüyorum: Felsefe hayatınızın bir yerinde yoksa bu konuda ileriye doğru gitmeniz çok mümkün değil. Felsefe kolaylaştırıcı eğitimini aldılar ama felsefe ile ilgilenmiyorlar. Bence böyle olmaması lazım ama yapılabilecek bir şey de yok. Şundan mutluyum: 1992 yılında Türkiye’ye geliyor Çocuklarla Felsefe ama pek yayılmıyor. 2015 yılında başlayan bir itki ile bu duruma geliyoruz. Bir sürü çocuk felsefeye maruz kalıyor. Veliler haberdar. Okullar talep ediyor. Bu çok iyi bir şey. Türkiye’de bu konuda ciddi bir atılım oldu. Son yirmi yılda ülkemizde olan güzel şeylerden biri. Sadece olayın biraz yüzeysel ve benim arzuladığım kalite seviyesine gelememesi düşündürüyor. Daha üstün kalitede yapabiliriz. Kitapta da bundan endişe ediyorum. Kitap çıkalı üç sene oldu. Hem sevindiğim hem de korktuğum durumlar daha da ciddileşti. Her halükârda bir veli çocuğunun felsefe dersi almasını istiyorsa ya da okul buna yer açıyorsa gerçekten bence önemli bir iş yapıyor. Çünkü felsefe, kendinizi geliştirmek için yapılacak bir şey.
Felsefe size madalya getirmez ya da basket atmak gibi başkalarına somut olarak gösterebileceğiniz bir beceri sunmaz. Hayatınızın her alanına yayılan, soyut ve üst düzey beceriler sunar. Sizi insan olarak yüceltir. O yüzden buna zaman ayrılıyor olması çok önemli.

Betül Çakıroğlu
Gelibolu’da doğdum ve 2002 yılından bu yana İstanbul’da mimar olarak çalışıyorum. Kızımın doğumundan sonra çocuk kitapları tekrar hayatıma girdi. Yazmayı ve okumayı çok seviyorum. Fantastik kurgular ve mitoloji özel ilgi alanlarım. Göçebe, Karşılaşma ve Ayna Meselesi kolektif öykü kitaplarında öykülerim yayınlandı. Nevzat Süer Sezgin’in Yetişkinler İçin Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Atölyesi’ni bitirdim. Eksi 18 Edebiyat Açık Kürsü platformunda deneme yazılarımı paylaşıyorum. Yine Eksi 18 Edebiyat grubuna ait Kıpırtı Çocuk Dergisi’nde gönüllü olarak çalışmaktayım.