Kleopatra: Güzellik… Sürmeli gözler… Seksilik… Kurnazlık… Süt banyoları… Romalı tarihçilerin aklımıza kazıdığı bir imaj. Oysa onun hikâyesi, bir hükümdarın halkına, kimliğine ve özgürlüğüne olan bağlılığının öyküsüdür. Bu yazı, entrikaların ötesindeki gerçek Kleopatra’yı anlatıyor.
BİR PORTRE BİR REPÜTASYON
Sibel Kırcadere Uslu

Kleopatra denince akla ilk olarak Sezar’ı baştan çıkaran bir kraliçe, süt banyoları, siyah göz kalemi ve hizmetçilerle çevrili bir imge gelir. Bana göre ise Kleopatra bundan çok daha fazlası olmayı başarmış bir isim. Onun hikâyesi, siyasi zekâ, stratejik hamleler ve güç dengeleri üzerine kurulu bir liderlik öyküsüdür.
Bu yüzden ben size başka bir Kleopatra anlatmak istedim. Kleopatra daha küçük bir çocukken sürgüne gönderilir. Sürgünün nedeniyle hükümdarı oldukları Mısır halkı, Yunan kökenli Ptolemaios Hanedanı’na karşı sürekli bir muhalefet içinde olmasıydı. Babası tahta geri dönebilmek için Romalılarla iş birliği yaptı ve bu anlaşma, Kleopatra’nın hayatını şekillendirecek olaylar zincirinin başlangıcı oldu. Mısır halkı, Yunan soyundan gelmeleri ve politik nedenlerleonlara karşı sürekli bir muhalefet içinde. Babası tahta dönmeyi başardı ancak büyük bedeller de ödendi.
Klopatra’nın babası tahta geri dönebilmek için, Romalılarla bir tür iş birliği yapar. Bu da aslında Kleopatra’nın başını yiyecek olaylar zincirinin bir anlamda temelini atmış olur. Baba tahta döner ama bazı değişimler uğruna. Akla ilk gelen; Mısırlılar babası sürgün edilince kızını (Kleopatra’nın ablası) tahta çıkarmıştı. Dönmesiyle birlikte onu ve bir çok kişi idamı boylar.
Babası Kleopatra 18 yaşındayken ölüyor. Babasının vasiyeti ile Kleopatra, erkek kardeşi ile birlikte tahta çıkıyor. Bu sefer de erkek kardeşi Kleopatra’yı sürgüne gönderiyor. Kleopatra da zamanında babasının yaptığına benzer bir şekilde Roma’dan destek ister. O zamanlar Roma’nın en güçlü kumandanı Sezar. Sezar, Kleopatra’ya yardım eder ve kardeşi ile eş hükümdar olarak tahta geri dönmesini sağlar. Bu sırada Kleopatra, Sezar’ın bebeğine de hamiledir.
Roma’nın gücünü arkasına alan Kleopatra’nın hayatı bundan sonra güllük gülistanlık geçiyor, çocuğunu huzur içinde büyütüyor demek isterdim ama maalesef olaylar öyle gelişmiyor. Roma’da işler karışıyor ve Sezar’ı öldürüyorlar. Bu sefer de Kleopatra Mark Antony ile yakınlaşıyor. Mark Antony, Sezar’ın komutanı. Ama Roma’yı yönetmek isteyen sadece o değil. Sezar’ın oğlu da var. Ki hikâyenin sonunu da o getiriyor aslında.
Kleopatra’nın hayatının en basit özeti bu olabilir. Çünkü hayatı boyunca Mısır kraliçesi olarak hem Mısırlılara kendini kabul ettirme çabalarını, hem bir Yunanlı olarak kendini elit çevrede göstermesi gerektiğini hem de Mark Antony ile olan ilişkisinden dolayı Romalıların gözünde de kraliçe imajını yaratama çabalarına bu anlatıda hiç yer vermedim.
Bu sürekli savaş halindeki yaşam ise bir intiharla son buluyor. Bana göre ise bu bir intihar değil, onurlu bir son. Çünkü; Kleopatra, Sezar’ın üvey oğlu Octavianus’un eline geçirilip halkın karşısında acımasızca idam edilmek yerine intihar etmeyi tercih ediyor.
Kleopatra öldüğünde sadece 39 yaşındaydı. Ve böyle zor bir hayatın ardından Romalı tarihçilerin onu “bir fahişe” gibi tanımlamış olmaları nedeniyle, batı kültüründe sanki Roma erkeklerini baştan çıkararak gemisini yürüten basit bir kadınmış gibi algılanıyor.
Halbuki Kleopatra, Mısır tanrıçalarının reenkarnasyonu misyonu, Yunan elit halkının lideri ve Romalıların saygısını kazanmak için verdiği bunca savaşın dışında zeki ve entelektüel bir kadın hükümdardı. Zamanın filozofu, bilgesi olarak anlatır Arap tarihçiler onu. Mısır dili olmak üzere birçok dili ana dili gibi konuşabiliyordu. Siyasi zekâsı sayesinde Mısır O ölene kadar bağımsızlığını korudu. Halkına o kadar bağlıydı ki kendini Mısır tanrıçası İsis ile özdeşleştirmişti.
Bana göre tarihin bilge kadın liderlerinden
Kleopatra’nın sadece politik entrikalarla öne çıkan bir figür olmadığını anlamak önemli. O, Mısır dilini öğrenen ve kullanan tek Ptolemaios hükümdarıydı. Halkıyla bütünleşmek için dil bariyerini aşmıştı. Aynı zamanda, zamanın filozofları ve bilginleriyle yakın ilişkiler kurmuş, entelektüel olarak kendini geliştirmişti. Arap tarihçileri onu bilge bir lider olarak anlatır.
Öyle ki, Kleopatra’nın bilgeliği sadece siyasi hamlelerle sınırlı kalmadı. Mısır’ın bağımsızlığını kendi ölümüne kadar koruyarak, halkına bağlılığını gösterdi. Kendini Mısır tanrıçası İsis ile özdeşleştirerek, yönetimini ilahi bir boyuta taşıdı. Ancak tüm bu çabalarına rağmen, tarih tarafından adil bir şekilde anıldığını söylemek zor.
Tarihi yazan şekillendirir
Kleopatra’nın yaşamı boyunca verdiği savaşlar, onun sadece güçlü bir hükümdar olmak için değil, Mısırlılar tarafından kabul edilmek, Yunan elitlerinin lideri olarak saygı görmek ve Romalılar tarafından meşru bir kraliçe olarak tanınmak gibi üç farklı kimliği aynı anda yönetmeye çalışmasını gerektiriyordu.
Ve ne yaparsa yapsın, belli ki hiçbirine tam anlamıyla yaranamamış. Bugün Kleopatra’yı kimin kaleminden okuduğumuza bağlı olarak farklı bir imajla karşılaşıyoruz. Eğer ona karşı nefret besleyen Romalı tarihçiler olmasa, Kleopatra denince akla süt banyosu, güzellik ve kadın kurnazlığı gelmezdi. Onun yerine, bilge bir kadın hükümdar, stratejik bir lider ve entelektüel bir filozof olarak tanınırdı.
Sonuç olarak Kleopatra belirsizlik ve tehlikeyle dolu, çalkantılı ve öngörülemez bir siyasi dünyada yaşamıştır. Ve ne yaparsa yapsın şimdi görüyoruz ki kimseye de yaranamamış.
Tarihi kimden okuduğumuza göre biliyor olmamız biraz acımasızca değil mi? Mesela Kleopatra’ya nefreti ile ünlü Romalı tarihçiler olmasa, bugün Kleopatra deyince aklımıza ilk olarak süt banyosu, güzellik, cinsellik ve kadın kurnazlığı gelmeyecekti. Aksine güçlü bir kadın hükümdar, bir alim ve bir kadın filozof olarak bilinecekti.
