“Yazı, kendini söyler; söylemediğini yok eder. Bir de, ara bir yol olarak, yok ettiklerinin bir bölüğünü sezdirebilir. Sezdirdikleri ‘var’ değildir ama ‘yok’ da değildir. Yazının alaca karanlığı, çok üretici olabilir...”
Bilge Karasu / Dostlarım Üzerine Diye Söze Girişerek

CEYLAN HAZİNEDAR
Çağımızın yaşayan en önemli düşünürlerinden biri olan Umberto Eco’ya göre; yazar, metnini kurgularken, zihnindekileri kağıda dökerken, hep o en ötede duran metnin niyetine ulaşmak için çabalar. Bu çabanın sonucu olarak ortaya çıkan metin, aslında bir başlangıçtır. Kurulu sözcükleriyle metnin niyetine ulaşmaya çalışan yazar, yolculuğunda pek çok merhaleyi geride bırakmanın kanıtı olarak ortaya çıkan metnini okuruna sunar. “Gerçek Okur, bir metnin gizinin, metnin boşluğu olduğunu anlayan okurdur.”
Türk Edebiyatı’nda, Eco’nun bahsettiği şekliyle; yazar ve okur merkezli anlayışların ötesine koyduğu “metin” kavramını ilk getiren isimlerden biri olarak, Bilge Karasu’nun “yazma uğraşı” ve bunun bir basamağı olarak ortaya çıkan “metinleri” bu gerçek okuru arama uğraşıdır. Yazdıklarına herhangi bir türe girmemelerinden dolayı “metin” diyen ve onları bu tanımlamayla “nesne-kitaptan” ayıran Karasu; tam da bu noktada edebiyatımızda bu ayrımın kendisine sunduğu özgürlük alanını kullanan ilk yazarlardan biri olarak karşımıza çıkar.
Bilge Karasu’nun dünyayı yaşayan bir yazı olarak tanımladığı metinlerinde, yazar geleneksel yazının kendisine vermiş olduğu “kutsallık” halesinden sıyrılmıştır. Okurun karşısında yazarından da ötede; anlamı, gizi, söyledikleri, söylemedikleri, söylemek istedikleri ve istemedikleri ile yaşayan bir yazı vardır.
Yazmayı bir performans olarak görebileceğimiz bu anlayışta yazar, yazma eyleminin tüm aşamalarına okurunu da dahil eder. Onun anlat-ama-ma çabasının ortağı okurudur ve tam da bu yüzden yazarının geçtiği tüm yollardan o da geçecektir . Bilge Karasu’nun metinlerini edindiği geleneksel bakışla okuyan okurun, bulduğu anlamın sürekli elinden kayıp gidiyormuş hissini ve gerilimini yaşaması da bu yüzdendir. Tüm bu gerilimde Karasu’da yazarken okuruyla aynı yollardan geçiyordur. Metnini yazma evresinde sürekli başka öncüllerle onu yeni baştan kuran, kendi deyişiyle yırtıp atacağı noktada yeniden yazan bir yolculuktur onun yazma uğraşı. Okur da bu uğraşın bir ortağı olarak, -metnin içinde ve dışında- bu gerilimi yaşayacaktır.
Nasıl ki Karasu’nun yazısı sürmekte olan bir yaşama uğraşının izdüşümüyse, onun metinlerine yönelik yapılacak bir okuma uğraşı da aynı sürekliliği içinde barındırmalıdır. Nasıl ki Karasu, metnini geleneksel yazından farklı olarak “bitmiş” (anlam olanaklarını tüketmiş) bir ürün gibi okura sunmuyor, onun yaşamasına izin veriyorsa, okur da onun metinlerini bu farkındalıkla okuyacaktır.
Peki, bizler “Karasu’nun yapıtını, yaşamaya benzer bir iş yapıyor olduğunun farkında olduğunu bilerek okumayı nasıl becerebiliriz? Cem İleri Karasu’yu ‘yeniden’ okuma uğraşını paylaştığı yapıtında bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
“Yapıtın yaşamdan ayrı bir yaşamı olduğunu kabul ederek. Yapıtın yaşadığını, yaşamın imgelerini kendi içinde ürettiğini görerek. Yapıtın yaşam kadar belirsiz, inişli çıkışlı, engebeli bir yer, kavranması olanaksız, tanımlanamaz, tüketilemez bir varlık, ulaşılması çok zor bir karşı yaka olduğunu bilerek.”
Bilge Karasu’nun, bu Okuma yaşantısını inşa edebilmek için yazı yolculuğuna çıktığını söylersek yanılmış olmayız. Bu yolculuğun bir getirisi olarak, geleneksel yazındaki pek çok yazarın yazma hazzı değildir onun yaşadığı. Yazarken bir haz duyduğunu söylemez Karasu. Onun hissettiği bitirmenin hazzı olabilir yada yazı yolculuğunda okurun yaşantısına katkıda bulunurken, doğru yollara girdiğini bulmanın hazzı.
Yaşayan yazı uğraşısında, yazarı uzun zamandır düşüncelerinden ve dolayısıyla metninden çıkarmıştır Karasu. Artık önemli olan metin ve okurun karşılaşacağı noktadır. Metnin niyetinin yazarın ve okurun niyetinden her zaman bir adım ötede ve hatta daha da ötede duracağı bir buluşmadır bu. Karasu’nun metinleri bu büyük buluşmaya ulaşmak için kurulur.
Karasu’nun metinlerinde okuru sersemleten ve onların bir solukta okunamamasını sağlayan, onun “varlığın” temelindeki korku, acı, sevgi, utanç, inanç, öfke, suçluluk gibi durumları en uçta, en yırtıcı haliyle, ama bir yanda da “çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gövdenin yumuşaklığına, dalgalanışına ulaşmaya çalışan” yumuşaklıkta bir dille anlatma çabasıdır. Bu dil çelişkilerin bütünlüğüne kök salar. Adeta apaçık konuları kat kat giydirilmiş bir dille anlatma çabasıdır onunkisi. Bir mühendis edasıyla kurguladığı, çattığı bu dil; okur tarafından anlaşılmak gayesi gütmeden, metnin anlatmak istediklerine, onun niyetine odaklanır.
Metinlerinde konusu itibariyle en arkaik , en arı olana ulaşma gayesini güden Karasu, kullandığı dilde de bu çabayı sürdürür. Karasu’nun kurduğu dil, okura kolay kolay teslim olmaz. Onun kullandığı ve muhtemelen okuyucunun daha evvel hiç karşılaşmadığı en arı Türkçe sözcükler, (sevi, çapavul, dirim, binit, almaç, bunluk, vb. ) metinleriyle ilk kez karşılaşan okurda bir yabancılaşma duygusu yaratır.
Karasu’ya göre yazmak, yaşamın benzeri olabilecek bir iş yapmakla eşdeğer. Yazı çatılan, etlenip budaklanan, makaslanan, yoğrulan ve en önemlisi de birlikte yaşanılan bir uzamdır onda. Metinleriyle yazının yaşayabileceği alanı oluşturma uğraşında, dil de bu emeği okuyucuya görünür kılacak biçimde kurgulanır.
Bilge Karasu, Türk Edebiyatı’na yazdıklarıyla yeni bir biçim, bakış ve algı getirmiş bir isim olmasının yanında, yazısını içinde yaşattığı biçiminin kölesi olmamayı başarmış önemli “birkaç” isimden biri. Bunu da ta en baştan biçimi reddederek başardığını söylemek mümkün. Onun metinleri yazar ve okurun, yazı ile okumanın, bitirmek ile yeniden başlamanın, korku ile sevginin, usta ile çırağın, kazanan ile kaybedenin aynı düzlemde var olduğu ama sürekli yer değiştirdiği bir kurmanın çabası. Metnin niyetini ortaya çıkarmak için çabalayan bu kurmayı şöyle özetler Usta:
“Kiminin ” anlatacağı” , kiminin ” dile getireceği””, “kiminin “öğreteceği”, kimininse “kuracağı” vardır. (Kim lerin daha nesi vardır, kim bilir?) Sözcük ardına sözcük dizerek (bir imge daha) ya da yerleştirerek (bir imge daha) örneği olmayan bir kumaşı dokumak, eğlenceli bir iş değil her zaman. Hele temelleriyle, sonuçlarıyla bir akılyürütme, bir düşünce ortaya koymak için çalışılmıyorsa…”
O, örneği olmayan “biricik” kumaşı dokuma olarak tanımladığı yazıyı kurma uğraşında; bir cevher gibi malzemesini bulması, dikmesi, sökmesi, yırtması, tekrar birleştirmesi, bazen teğellemesi, o kumaşı bırakıp başka bir kumaş aramasının tüm aşamalarına okurunu da dahil eden metinlerarasında bir yazı-yaşantı ustası. Ve onu anlatmak; “Bilge Karasu Adlı Birinin 50. Yaşı Üzerine Bir Metin Taslağı” nda açığa vurduğu gibi:
“Sayfalar, kitaplar, şeritler dolusu; ya da birkaç tümce, birkaç çizgi… Ne biri yeter, ne öbürü. Belki ikisi de gevezelik. Okuyan karar verir; elbet, kendi hesabına.”
Yararlanılan Kaynaklar:
* Bilge Karasu, “Ne Kitapsız Ne Kedisiz”, Metis Yayınları, İstanbul, 2013
* Bilge Karasu, “Göçmüş Kediler Bahçesi”, Metis Yayınları, İstanbul, 2012
* Umberto Eco, “Yorum ve Aşırı Yorum”, Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul, 2003
* Cem İleri, “Yazının da Yırtılıverdiği Yer / Bir Bilge Karasu Okuması”, Metis Yayınları, İstanbul, 2007
Bilge Karasu Eserleri
Öyküleri
– Troya’da Ölüm Vardı (1963)
– Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı (1970)
– Göçmüş Kediler Bahçesi (1980)
– Kısmet Büfesi (1982)
– Lağımlaranası ya da Beyoğlu
– Susanlar (2008) (öykü, şiir, deneme, röportaj)
Romanları
– Gece (1985)
– Kılavuz (1990)
Denemeleri
– Ne Kitapsız Ne Kedisiz (1994)
– Narla İncire Gazel (1995)
– Altı Ay Bir Güz (1996) (ölümünden sonra yayınlandı)
Radyo oyunları
– Peter Pan (Radyo için oyunlaştıran Bilge Karasu) (1967), Ankara Radyosu
– Sevilmek, (Ocak 1970), Ankara Radyosu
– Kerem ile Kediler, (Mart 1970), Ankara Radyosu
– Gidememek
– Aşk
Çevirileri
– Abraham Lincoln, Emil Ludwing, 1953, Cep Kitapları
– Doktor Martino, William Faulkner, 1956, Yenilik Yayınları
– Bella’nın Ölümü, Georges Simenon, 1981, Karacan Yayınları
– Salgına İnanıyorum, Jean Cocteau, 1968, Türk Dili (Sinema Ozel Sayısı), Ankara: Sayı: 196 (Ocak 1968), s. 422-425
– İşin Özü Bir Öykü Anlatmaktır, Jean Renoir, Türk Dili (Sinema Ozel Sayısı), Ankara: Sayı: 196 (Ocak 1968), s. 426-428

Ceylan Hazinedar
Geliştirici editör, yazar Koçu, kitap eleştirmeni, yayın danışmanlığı yapan Ceylan Hazinedar Hayatım Kitap’ta; odağına aldığı kitap ve yazarları; yazmak- yaşamak-
okumak düzlemindeki boyutlar arası merakıyla inceliyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi bölümünden mezun olduktan sonra 11 yıldır geliştirici editörlük ve yazar koçluğu yapıyor. 2009 yılından bu yana Sabitfikir, Radikal Kitap, Cogito, Baykuş, Arka Kapak, İyi Kitap ve Notos Dergisi gibi çeşitli yayın organlarında edebiyat eleştirisi, kitap eleştirisi ve yazıları yayınlanıyor. Çalışmalarını Kitap Ajans bünyesinde sürdürürken, kitap eleştirmeni olarak okuyucu ile buluşan kitapların inceleme ve eleştirilerini yazıyor, yayınevlerine ve yazarlara tanıtım metni içeriği oluşturuyor, okuyor, üretiyor…


