BAZI BÜYÜK ROMANLAR ASLINDA BİR ÖYKÜYLE BAŞLADI…
Bazı romanlar vardır ki önce küçücük bir öyküyle başlar. Yazar bir fikri, bir sahneyi ya da bir karakteri kısa bir metinde dener; sonra o çekirdeği büyütür, derinleştirir, yeni katmanlar ekler. Ortaya bazen bir başyapıt çıkar.
HAZIRLAYAN: NİLGÜN KARATAŞ
Edebiyat tarihinde kimi büyük romanlar, aslında daha küçük bir adımla -bir öykü, bir taslak ya da bir deneme cümlesiyle- başlar. Yazarın zihninde dolaşan bir imge, kısa bir anlatı içinde yoklanır; karakterler prova sahnesine çıkar, olay örgüsü denenir. Sonra o küçük metin genişler, derinleşir, büyür; bir romana dönüşür. İşte edebiyatın en çok konuşulan eserlerinden bazıları da bu ekilen tohumlardan doğdu.
Ray Bradbury – The Fireman → Fahrenheit 451

Bradbury önce kısa bir distopya tasarladı; The Fireman. Yazar sonra bu nüveyi büyütüp bir başyapıta dönüştürdü. Bradbury’nin distopyasının ilk hali, 1951’de Galaxy Science Fiction dergisinde yayımlandı. Yakılan kitaplar, susturulan insanlar fikri burada kıvılcım aldı. İki yıl sonra bu kısa metin, modern edebiyatın en unutulmaz distopyası Fahrenheit 451’e dönüştü.
Haruki Murakami – Zemberekkuşu ve Salı Kadınları → Zemberekkuşunun Güncesi

Murakami’nin kısa öyküsü, daha sonra labirentli, düşsel ve tekinsiz bir roman evrenine açıldı. Küçük bir kuşun sesi, koca bir dünyanın gizli mekanizmasına dönüştü.Murakami’nin öyküsü ilk kez Shinchō dergisinde yayımlandı. Bu kısa anlatı, daha sonra romanın girift yapısına uzandı; küçük bir kuş sesi, büyük bir evrenin uğultusuna dönüştü.
F. Scott Fitzgerald – Winter Dreams → The Great Gatsby

Fitzgerald, “kış düşleri”nde sınıf, arzu ve Amerikan rüyasının kırılganlığını yokladı. O küçük öykünün ardından Jay Gatsby, edebiyatın en unutulmaz karakterlerinden biri olarak doğdu. “Winter Dreams” ilk kez Metropolitan Magazine’de yayımlandı. Fitzgerald’ın Amerikan rüyasının kırılganlığını sorgulayan bu öyküsü, Jay Gatsby’nin ve Daisy Buchanan’ın doğumuna öncülük etti.
John Steinbeck – Kısa oyun/Öykü taslağı → Fareler ve İnsanlar

Steinbeck’in önce sahne için düşündüğü taslak, iki yalnız göçmen işçinin trajik yol arkadaşlığına dönüşerek güçlü bir roman halini aldı. Steinbeck, ilk taslağını oyun olarak düşünmüştü. Ön bölümleri, önce dergi ve gazete yayımlarında parça parça denendi. Sonra iki yalnız göçmen işçinin hikâyesi bir romana ve ardından sahneye aktarıldı.
Ernest Hemingway – On the Blue Water → Yaşlı Adam ve Deniz

Hemingway deniz üstünde yazdığı bu kısa denemeyle yaşlı balıkçısına ilk adımı attırdı. Bu kısa yazı Esquire dergisinde yayımlandı. Yazarın Küba’da tanık olduğu balıkçı hikâyelerini küçük bir deneme olarak anlattığı bu metin, daha sonra Nobel ödüllü romanın nüvesi oldu.
Roman, kısa bir metinden insanın doğayla savaşını anlatan destansı bir anlatıya evrildi.
Joseph Heller – Catch-18 → Madde-22

Heller’in taslak parçaları önce literary magazineste dolaştı; kitap yayımlanmadan önce başlığı “Catch-18” idi. Ancak aynı yıl yayımlanan Leon Uris’in Mila 18 kitabıyla karışmaması için başlık değiştirildi: Catch-22.
Türkçe adıyla Madde -22 bürokratik saçmalığın evrensel formülü olarak kaldı.
Toni Morrison – Kısa taslak A Mercy → Sevilen

Morrison, kölelik geçmişini anlatan bu kısa denemeyi farklı dergilerde yayımlamıştı.
Bu kısa çalışma, daha sonra tüm insanlığın belleğini sarsan Beloved’a (Sevilen) romanına dönüştü. Böylece Morrison, bir kısa metinden yola çıkarak kölelik hafızasının en güçlü anlatılarından birini yarattı.
James Joyce – Stephen Hero → Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi

Joyce’un genç sanatçı üzerine ilk ham metni, yeniden yoğruldu; sonunda modernizmin temel taşlarından biri olan roman ortaya çıktı: A Portrait of the Artist as a Young Man. Böylece Joyce, gençlik yıllarında yazdığı taslağı dönüştürerek modernist romanın temel taşlarından birini oluşturdu.
Bütün bu örnekler, öykünün yalnızca “küçük” bir tür olmadığını gösteriyor. Öykü, romanın laboratuvarı; büyük anlatıların ilk nefes alan yeri. Edebiyatta bazen bir fikir, önce kısa formda doğar; sonra oradan taşarak büyük bir romana dönüşür.

H. Nilgün Karataş
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden “gazetecilik yapmayacağım” diyerek mezun oldum ve yıllarca Milliyet, Dünya, Günaydın, Akşam, BusinessWeek Dergisi, Para Dergisi ve Hürriyet Gazetesi’nde “çok severek” çalıştım. Uzmanlık alanım ekonomi gazeteciliği olmasına karşın kitaplar ve filmler beni her zaman büyüledi, hayatı onlar üzerinden çözümlemeyi sevdim. Hep yazdım, çok yazdım; ilk yayımlanan romanım Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar oldu, Halen Suare Dergi, Bianet, Distopya ve Yeni Sinema Dergisi için yazarken öykü, roman ve senaryo çalışmalarımı da sürdürüyorum. Bu arada ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü öğrencisiyim.


