Lermontov: “Zamanımızın Bir Kahramanı, bir tek kişinin portresi değildir; kuşağımızın gittikçe artan kötülüklerinden yaratılmış bir portredir.”
Nilgün Karataş

Haftalardır bir öykü yazmaya çalışıyorum; her şey kafamda netleşmiş gibi görünüyor, ancak yazmaya oturunca işler karışıyor. Öykümün kahramanı tuhaf, acayip bir adam. Bir müzik dehası. Ama hayat ona pek iyi davranmamış, o da susmayı tercih etmiş. Bir de ara sıra kaçıp gidip, kendi olmaya çalıştığı zamanlar var…
Ne zaman bu öyküyü yazmaya koyulsam, bir başka acayip adam geliyor beynimi kemirmeye başlıyor. Yahu diyorum git, senin bu hikaye ile bu kahramanla uzaktan yakından bir alakan yok. Tek ortak noktanız, benim kahramanın kendisini “acayip bir adam” olarak tanımlaması, senin için de başkaların öyle demesi.
Baktım kurtuluş yok, yıllar önce okuduğum kitabın ve yıllar önce tanıştığım kahramanın peşine düştüm. Biraz aradıktan sonra kitaplığımda İletişim Yayınları’ndan çıkmış bir baskısını buluverdim, yeniden okumaya başladım. İkinci kez okuma yapınca, yazmam gerektiğini de düşündüm. Hem bu tuhaf beyefendi bunu hak ediyor hem de belki yazarsam kendi takıntımın nedenini bulmuş olurum. Öyle ya ben kendisine Oğul diyen birini yazmaya çalışırken günlerdir onu düşünüyorum…
Sözünü ettiğim bey, Peçorin. İngilizce adı Pechorin, Rusça orijinal adı Печорин olarak yazılan bu ünlü roman kahramanı sanırım en çok tartışılan, üzerine konuşulan karakterlerden biri. Bilenler bilir Peçorin; çelişkili duyguları ve içsel çatışmalarıyla karmaşık bir anti-kahramandır. Bir yandan varlıklı ve entelektüel bir genç portresi çizer, diğer yandan umursamaz ve duyarsız bir adam.
Toplam 2 romanı bulunan Mihail Yuryeviç Lermontov’un ünlü romanı “Zamanımızın Bir Kahramanı” baştan sonra Peçorin’i anlatır. Lermontov aslında bir şairmiş ama hayatı 27 yaşında bir düelloda sonlanmasından önce öyle bir roman yazmış ki, biz bugün hala bu karakteri çözümlemeye Kitabın yayınlandığı yıl 1840. Aradan 183 yıl geçmiş! 27 yaşında bir düelloya girip de bizi, Tolstoy’la ya da Dostoyevski’nin eserleri gibi klasikleşecek onca romandan mahrum bıraktığı için biraz kızgın olduğum yazar, zamanında Peçorin yüzünden epey eleştirilmiş. Ama kitabın önsüzünde görebileceğiniz gibi kahramanını öyle güzel savunmuş ki, sözü burada ona bırakmam gerekir:
“Zamanımızın Bir Kahramanı bir tek kişinin portresi değildir; kuşağımızın gittikçe artan kötülüklerinden yaratılmış bir portredir. Bana bir insanın bu kadar kötü olamayacağını söyleyeceksiniz yine; ben de diyeceğim ki, madem bir sürü trajik ve romantik haydutun varlığına inandınız, neden Peçorin gerçeğine inanmıyorsunuz? Yoksa bu kişideki gerçek payı sizin istediğinizden daha mı fazla?”

Sizi kitaptan altı çizilesi cümlelere yönlendirmeden önce Peçorin’i birazcık anlatmayı deneyeceğim. Kahramanımız Grigory Aleksandrovich Peçorin, soylu bir aileden geliyor ve askeri bir kariyere sahip. “Harika özellikleri” ve “tuhaf yanlarıyla” okuru etkisi altına alan Peçorin, bir yandan ihtişamlı hayatı diğer yandan duygusal karmaşıklığı ile unutulmaz bir anti kahramana dönüşüyor.
Roman, Peçorin’in karmaşık iç dünyasındaki çatışmaları, hayal kırıklıklarını ve toplumsal uyumsuzluğu yansıtan beş farklı hikayeden oluşuyor. Bu 5 bölüme her biri aynı kahramanı farklı bakış açılarıyla, farklı dönemlerini anlatan 5 öykü bile diyebiliriz. Her bir bölüm, Peçorin’in farklı insanlar ve farklı ortamlarla ilişkilerini ve çatışmalarını ele alarak, onun edebiyat dünyasında unutulmaz bir anti-kahraman olarak yerini pekiştiriyor.
Eserde anlatıcı Kafkasya’da yolculuk ederken Yüzbaşı Maksim Maksimiç ile tanışıyor. İlk iki bölüm; anlatıcı ile Maksim Maksimiç arasında geçen konuşmalar oluşuyor. Daha sonra anlatıcının eline Peçorin’in günlüğü geçiyor ve roman öyle devam eder. İlk bölümün adı “Bella” yani “Sevgili” yani “Бэла” ve güzellerler güzeli bir kızın adı. Bu bölümde anlatıcı Kafkasya yolculuğu sırasında tanıştığı Yüzbaşı Maksimiç ile sohbet ediyor. Anlatıcı soruyor, Yüzbaşı Maksim Maksimiç de bir gölge yazar gibi anlatıyor. Anlatıcı bu bölüme “gezi notları” dese de Maksimiç’ten Peçorin ve Bella’nın aşkını merakla dinliyor. Tabi Yüzbaşı da Peçorin’den öyle bir söz ediyor ki kim olsa ola merak eder.
“Adı… Grigoriy Aleksandroviç Peçorin’di. İnanın, harika bir gençti. Yalnızca bazı tuhaf huyları vardı. Örneğin, yağmur çamur, soğuk dinlemez, bütün gün avda olurdu. Herkes donardı soğuktan, yorgun düşerdi, ama onun umurunda olmazdı. Başka bir gün odasından çıkmaz, rüzgâr estiği için üşüttüğünü söylerdi. Pencerenin panjuru çarpacak olsa korkuyla sıçrardı yerinden, yüzü bembeyaz olurdu. Öte yandan, tek başına yaban domuzunun üzerine yürüdüğünü de görmüştüm. Kimi zaman saatlerce tek sözcük alamazdın ağzından, kimi zaman da bir konuşmaya başlardı, gülmekten kasıklarınız ağrırdı. Evet, gerçekten tuhaf yanları vardı. Sanırım zengin bir ailedendi de. Değerli çok eşyası vardı çünkü!”
Bu bölümde o kadar çok alıntı yapılacak cümle var ki, yazmaya kalksam bölümü neredeyse olduğu gibi buraya aktarmam gerekir. Ergin Altay’ın çevirisi ile okuduğum kitaptan alıntıları bir başka yazıya bırakacağım ama bu kitabı okurken, tanıdık insanlar, tanıdık cümlelerle karşılaşmak çok olağan. Çünkü Peçorin, 1800’lü yıllarda ortaya çıksa da hemen çağa uygun bir karakter. Haliyle okurken bir sürü çağrışımlar, yakıştırmalar yapmanız olası… Mesela; daha ilk bölümde “Eninde sonunda benim olacaksın” cümlesini okuyunca aklıma “Gül Döktüm Yollarına” şarkısı gelmesi… Acaba Tarkan, Peçorin’e selam mı çakmış bu şarkıyla diye düşünmem… Romanı okurken böyle tuhaflıklar yaşamak olası.
İlk bölümde anlatıcı Yüzbaşı’ndan Bella ile Peçorin aşkının sonunu dinlemek ister, Yüzbaşı da anlatır. Ben anlatmayacağım ama genel olarak aşk maceralarına tanık olduğumuz Peçorin’in sevmeyi pek bilmeyen bir adam olduğunu söyleyebilirim.
İkinc i bölüm olan Maxim Maksimych (Maksim Maksimiç) ise Peçorin’in orduda görev aldığı askeri kampın atmosferinde geçer. Peçorin, kamp arkadaşlarıyla ve üstleriyle olan ilişkilerinde manipülatif ve soğuk bir tutum sergilerken, çevresindekilerle olan ilişkilerinde de yüzeysel ve samimiyetsiz görünür.
Üçüncü bölümde “Peçorin’in Defterleri” devreye girer. Evet bizim Peçorin’in bir günlüğü var! Okur olarak biz de yazar kadar heyecanlanıyoruz burada. Gerçi anlatıcı bu konuda biraz fırsatçı davranıyor ama neyse… Bizi heyecanlandıran başkalarının gözünden tanıdığımız kahramanın kendisi hakkında neler düşündüğü… Üstelik artık kahramanın öldüğünü biliyoruzdur…
Defterlerin devreye girdiği bölümün ilk hikayesi “Taman”, kahramanımızın bambaşka bir dönemini anlatır. Pecorin’in Kafkasya’da yer alan Taman’da geçirdiği zamanlar arlatılırken, yeni bir aşktan da haberdar oluruz. Tabi ki tam bir hayal kırıklığı. Pecorin, o yıllarda içsel çatışmalarının arttığı ve duygusal karmaşanın doruğa çıktığı bir dönem yaşar.
Defterlerin ikinci bölümüne “Prenses Mary” adını verir anlatıcı. Peçorin’in Moskova’da bir soylu prenses olan Mary ile olan ilişkisini ele alınan bu bölümde kahramanımız Mary’nin dikkatini çekmeye çalışır ve onun kalbini kazanmak için oyunlar oynar. Detaylarına girmeyeceğim ama yine hayal kırıklığı olduğunu söyleyebilirim.
Adı “Kaderci” olan son bölümde ise Peçorin, Grushnitski ile arkadaşlık kurar. Grushnitski, kendi kaderini önemsemeyen bir tavrı benimserken, Peçorin kader konusundaki inançlarını sorgular ve düşüncelerini dile getirir. Bu bölümde, Peçorin’in kendi içsel çatışmaları ve toplumsal konumu daha derinden ele alınır.
Bu arada Lermontov’un Peçorin’i, Rus edebiyatının büyük ustalarından Puşkin’in Yevgeni Onegin karakterine benzetilir. Hatta denir ki; Lermantov, Onegin’i geliştirmiş ve ortaya Peçorin çıkmış. Lermantov’un dediği gibi; “Zamanımızın Kahramanı gerçekten de bir portre, ama tek bir kişinin değil, tüm neslimizin kusurlarından oluşan bir portre…”
Bu aralar o kadar çok narsist kişilik bozukluğundan söz ediliyor ve o kadar çok benzetme yapılıyor ki; hemen herkes kendisine kötü davranan herkese narsistik kişilik bozukluğu tanısı koyuyor. Bu tanının sadece konunun gerçek uzmanlarınca konulabileceğini hatırlatmakla birlikte, onlara bu kitabı okumalarını ve Peçorin’le tanışmalarını tavsiye ederim. Bakalım tanıdıkları narsist Peçorin ile ne kadar örtüşüyor?
Bu yazıyı burada bitirirken, benim henüz doğum aşamasına olan kahramanım Oğul’un neden bana Peçorin’i hatırladığını bulduğumu da söylemeliyim!.. Yazının böyle sihirli bir yönü var işte, aradığınız yanıtını bulup, bir nevi aydınlanma yaşıyorsunuz!.. Kafamda dönüp duran ama yazmayı beceremediğim öykümde meğer bilinçaltım kahramanım Oğul ile Peçorin’i bir araya getirmiş! Çünkü -bir gün okurla tanıştırmayı umduğum- öykü kahramanım Oğul, kendisine ait olmayan bir hayat yaşarken kendisi gibi davranması gerektiği zamanlarda, özellikle de kadınlarla olan ilişkilerinde Peçorin’i taklit ediyormuş! Gerçek bir narsist değil, sadece taklitçi! Böylece zihnimdeki taşlar da yerine oturdu, teşekkür ederim Lermantov, teşekkür Peçorin…
*Bu arada Peçorin nasıl sinemaya uyarlanmadı diye söylenirken, Pechorin’in Kavkaz seyahatini anlatan bir film buldum. “Geroy Nashego Vremeni” (Zamanımızın Bir Kahramanı) adıyla Alexandr Kott’un yönettiği, Igor Petrenko’nun Peçorin’in canlandırdığı filmi henüz izlemedim ama Peçorin’i bize kanlı canlı sunduğu için kapak görselini oradan seçtim. Peçorin tuhaf olduğu kadar yakışıklı da değil mi? Bazıları Peçorin’i ironik romantik buluyor, aktörümüzün havası da öyle görünüyor… 🙂

H. Nilgün Karataş
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden “gazetecilik yapmayacağım” diyerek mezun oldum ve yıllarca Milliyet, Dünya, Günaydın, Akşam, BusinessWeek Dergisi, Para Dergisi ve Hürriyet Gazetesi’nde “çok severek” çalıştım. Uzmanlık alanım ekonomi gazeteciliği olmasına karşın kitaplar ve filmler beni her zaman büyüledi, hayatı onlar üzerinden çözümlemeyi sevdim. Hep yazdım, çok yazdım; ilk yayımlanan romanım Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar oldu, Halen Suare Dergi, Bianet, Distopya ve Yeni Sinema Dergisi için yazarken öykü, roman ve senaryo çalışmalarımı da sürdürüyorum. Bu arada ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü öğrencisiyim.


