Knight Of Cups (Kupa Şövalyesi) filminde yönetmen Terrence Malick, kahramanımız Rick’i şiirsel ama sarsıcı bir yolculuğa çıkarır. Kahramanımız, “Onca yıl boyunca, başka birinin hayatını yaşamak… Farkında bile değildim…” diyerek ‘inci’yi aramak için uzun bir yolculuğa çıkar…
ELİF GÜLÜNAY

Uyan;
“Onca yıl boyunca, başka birinin hayatını yaşamak,
Farkında bile değildim”… ve başlar film.
Nasıl mı?
Bazen müzik bazen kuş kanadı çırpınışının eşliğinde okunan bir şiir tadında, öyle ki replikleri bile ya da yapraklar bile nota hissiyatında…
Güzel dedirtecek bir evden evsizlerin evi kaldırımlara, sıcaktan soğuğa, adeta dünyanın tüm verebileceklerini önümüze seren sahnelerden sahneye geçiyoruz ama tuhaf olan, bu gördüklerimizin duygusuna… hiç dalamıyoruz!!
Bir parti seyrediyoruz mesela veya engelli birisi ne kıpır kıpırlığa ne de kararmışılığa… giremiyoruz çünkü öyle bir ritimde gidiyor ki film öyle bir ritimde çalıyor ki müzik veya sessizlik, içinde değil ‘dışındayız’ çemberin ama bir yandan da, bize şahit rolü verilmişçesine, belki hep özenilen veya korkulan hayatların perde arkasının iliğini, piksel piksel okuyor ve hissediyoruz hücrelerimizde BOŞLUĞU, tanıdık geliyor çünkü. Anlayacağımız, yönetmen bir şey EKSİK hissiyatını film boyunca asıyor boynumuza…
Ve o boşluğu, açlığı her şeyde aramaya başlarız ya!… İçkide, eğlencede, kadında, sanatta, erkekte, hayvanda, mazideki sevgilide, aşkta, çocukta, evlilikte, uzaklarda, tarikatlarda, dinlerde, işte, kariyerde… daha saymaya gerek yok sanırım. Hissedildi…
Hepsine uğruyoruz filmde…
Seyrederken her anında orada olmaya davet ediyorum bizi. Zihin bir yere götürdüğü an kaçırılan tek söz kopukluk yaratabilir, kendimizde gördüğümüzle başka bir bizdeyizdir o sıra. Gerekiyorsa durdurup, zihin seyahati bitince başlatalım diyebilecek kadar! 🙂 Hani yaşamda kaçırdığımız anlar vardır ya, odaya girdikten sonra ışığı ‘açtığımızı’ bilmememiz gibi… otomatikteyizdir!
Film akışa başladığı andan itibaren sanki elimizle tutabileceğimiz 1 saniyeCİK yavaşlık varmış gibi bir hissiyatla kuşatıyor ve… bütün keramet ondaymış gibi başlıyoruz GÖRMEYE-DUYMAYA tüm olanın önünü altını arkasını okumaya! Her sahnede süzülüyoruz derinlere derinlere, dalıyoruz İNCİ’yi aramaya…
En eğlenceli (sanılan) anlarında bile seçilen müziğin, yok yok müzik demeyeyim artık ona, adeta her sahnenin duygusuna bürünmüş ve enerjisinin zihnimizde uyandırdığı etkiyle ‘rol almış!’… Bambaşka gözüküyor her şey ki şunun gibi;
2’! yaşını az geçmiştiki yeğenim, daha da küçükken, ağzını yamultarak çıkmış olduğu ve babaannesinin başucunda yerini bulmuş fotoğrafını ilk gördüğünde sesine eşlik eden yüzüyle tam bir şaşkınlık ifadesi içinde, yarım yukarı kalkmış kolu ve avucu yukarıda eliyle, kelime dağarcığından hissederek seçtiği “Bu ne yaaaa!! Ne saçma yaaa!!” demesi gibi bi şi oluyorUZ :)))
Diyeceğim o ki acaba bize de o 1 saniyecik ES mi lazım görmek-duymak için ve elbet zaman zaman giren müziğin ve sessizliğin, zihnimizi bağlattığı hattın koordinat noktası da tamamlayıcısı olacaktır.
Hani ressamların, fotoğrafçıların, modacıların sergilerinin bir ismi olur, kitabın özü bir cümle olabilir ya, Terrence Malick de bir mitin uyandırdıklarını paylaşmış penceresinden. Kelimelere, renklere dökmemiş de filmini çekmiş.Bünyemizde zamanı gelince açılmak üzere kilit altında kalan mitlerin anahtarına, anda da sahip olabiliriz, yıllar sonra da veya hiç…
Kahramanımız günümüz dünyasındadır ama bir yandan mit akar ince ince fonda ve fısıldar gibi seslenir Kral’ımız;
“Sana küçükken anlattığım,
Doğunun Kral’ı olan babası tarafından,
bir İNCİ’yi aramak için,
Mısır’a gönderilen PRENSİN,
bir ŞÖVALYENİN hikayesini HATIRLA.
Denizin derinliklerindeki bir İnci.
Ama prens oraya vardığında,
insanlar Prensi,
hafızasını kaybetmesine yol açan bir KUPA’ya koyarlar.
Kral olduğunu unutur.
İnciyi unutup derin bir uykuya dalar.
Kral oğlunu UNUTMAZ.
Haber salmaya devam eder ulaklarla, habercilerle.
Ama Prens UYUMAYA DEVAM EDER.”
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
KODLARI AÇARSAK;
Sana küçükken anlattığım,
Doğunun Kralı (Yaratıcı, Tanrı, Varlık ne dersek, ama burada Kral olacak. Ne der Kuran’da “Ben kulumun zannı üzereyim” yani hepimiz için farklı, kimi için ateşlere atan olmaması gibi) olan babası tarafından,
bir İNCİ’yi (ÖZ’ümüz, asıl biz, zihin olmayan, “Kendini bilen Rabbi’ni bilir”) aramak için,
Mısır’a gönderilen PRENSİN (Uyanmamış insan),
bir ŞÖVALYENİN (savaşçı) hikayesini HATIRLA. (Çünkü zaten biliyoruzdur.)
Denizin (İnci nerededir? Balığın denizde olduğunu bilmemesi!) derinliklerindeki bir İnci.
Ama prens oraya vardığında,
insanlar Prensi,
hafızasını kaybetmesine yol açan bir KUPA’ya (Zihin) koyarlar.
Kral (Prens, Kraldır da) olduğunu unutur.
İnciyi unutup derin bir uykuya dalar. (Zihnin Kölesidir)
Kral oğlunu UNUTMAZ.
Haber salmaya devam eder ulaklarla, habercilerle.
Ama Prens UYUMAYA DEVAM EDER.
Ete kemiğe bürünüp yaşanacaktır mitteki kelimeler filmde ve yüklendiği enerji (bilgi), artık görünürdür. Hatırla! der bize çünkü farkındalık arttıkça zaten bildiğimizi hatırlamaktır olan. Prens Kral olduğunu hatırlamalı ve uyanmalı…
Mevlana der ki; “ Dilsiz dudaksız binlerce söz söyler Tanrı.”
Yani Tanrı bizimle her şeyle konuşur. Mektup atmayacağına göre! Annenle, babanla, arkadaşınla, çocuğunla, yanan kırmızı trafik ışığıyla, yerdeki çöple, yanından geçen yabancıyla, karşında konuşan arkadaşınla, radyodaki bir müzik sözüyle, bir tşörtle… her şeyle! Ama O’nu duyan kulak, gören göz olmalıyız ki bu da farkındalıkla gelendir, artarak. İşte,
Oğlunu unutmayan Kral da böyle haber salmaya devam eder ulaklarla, habercilerle…
Bilgisayarımızın ekranında görüntüler vardır hani ama o görüntüyü veren asıl bir arka plan söz konusudur, x y z diye gider. İşte yazılımı okuyabilmektir, dilsiz dudaksız konuşan Tanrı’yı duymak.
Tanık olduğumuz MuAzzAm bir performansı göz önüne getirelim, dansındaki beden dili ağzımızı açık bıraktırır, tüylerimiz diken diken olur. İşte orada yapana değil ‘yaptıranadır’ hissedilen, yani olması gereken, yoksa orada biri var sanıyoruz hani BEN dediğimiz gibi! Ama Survivor’a gelince… kendimi de seyrediyorum…
Şimdi, alet kutumuzda böylesi bir algıyla filmdeki bir partiye konuk olacağız.
Yönetmen, kahramanımızın adını anca senaryonun 33. dakikasında öğrenmemize izin vererek, isimlerin öneminin olmadığının mesajını veriyor bize gizli gizli, yani ben sen o’sunuz diyor Dilsiz Dudaksız. Kral olan Prensizdir (hatırlaması gereken)hepimiz filmde.
Önce hizbe sokak kadrajlarından geçiyoruz Rick’le birlikte ama şimdi, şaşaalı bir evdeyiz. Şıklıklarını yarıştıran kadınlar, erkekler, parıltılar, yok YOK!…
Birden havuzun içindeyiz ve ellerinde kadehleriyle kalabalık havalı seyirciden alkış alabilmek için, bir köpeğin derinliklerde, görev almış modda, top ağızında çıkma isteğinin çabasını izleriz, derken… platform ayakkabısıyla parti kızı atlar havuza ve… alkışı o kapar…
Giriş bileti güzelliktir partide.
Ojelerinin rengini göstermeye çalışır, yüzünde iltifat bekleyen ifadeyle en güzellerinden biri, tabii en’e yakışır iltifatı verip ayrılırız yanından. Wayyy o ne öz güven, kementin ucunda bir başka güzel, boynuna bağladığı ve dört ayağının üzerinde süründürdüğü adamla… ÇOK eğleniyoruz, baksanıza kahkahalara, ağızlar kulaklarda.
“Boyu bu kadar kısa olmasaydı geleceği değiştirirdim!” der bize doğru gelen ve görmeden yanımızdan geçmesiyle iç geçireceğimiz, geleceği değiştirebilecek adam…
Neyse… ne var orada?… Herkes toplanmış da çember olmuş, terastan konfetiler de atılıyor. Aaaa buzdan heykel yapılmış ve kırpıp kırıpıp güzel olan diğer kızların üstüne atılıyor. Hahahah çok iyi!…
Su tabancalarımızla ıslanırken bu sabun köpüklerini üflemek… bak bu da iyi yaa…
Tam artık ayrılmaya karar veririz partiden ki haftaya olacak ‘Ketamin Partisi’ çoktan planlanmıştır bile… Haberini verir biri ‘20 saniye uğramak yeterlidir bi bakmışsın başka bir odadasın, karın var ama bir başka kadın daha vardır’, diye ekleyerek…. Waaawww çok heyecanlı…
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Eğlenenler diğerleridir, biz ise Rick’in gözlerindeki kocaman BOŞLUK duygusuyla partideyizdir…
Hayatımda her şey var her şey… ama bir şey de eksik.
‘Ne olduğunu bilmediğin bir şeyin özlemini çekmek’…
Ne Ne Neee? hissiyatında arafta, sisli alandayızdır,
‘eksik olan ne?’ ‘nerede bulacağım onu?’ sorularıyla boğuşurken
bi gülen bi donuk bakışlarla, depresyona yakın moddayızdır partide.
Kral; “Dünyaya aşık olmak, aşka aşık olmak. Dünya bataklıktır, üzerinden uçup gitmen lazım” der burada…
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Rick artık hissetmiştir, değerlinin adı eksiklik de olsa. Başlar ekmek kırıntılarını bırakmaya SONSUZLUK ve Dilsiz Dudaksız konuşmaya. Dürtme, sarsma, tokat, tokat, tokat, yumruk olarak gelir herkese de kahramanımıza da.
Evinde, ‘yatağında uyurken yaşadığı deprem’ ve UYAN sesi, ‘dokunma’sıdır Kral’ın, filmin başlangıcında. Hisseder, varır… evinin cansız olduğuna.
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Derken ikinci uyandırıcı kırıntı ‘sarsma’, İŞİNİN BATMASIYLA gelir…
“Öldüm ben, farklı yollardan” der baba.
Hırs dolu babasının büyüttüğü (yargılayarak, etiketleyerek YAPTIĞI, zihnini kodladığı) kardeşiyle yapmıştır bunu ona.
Dokunmalar, kötü gibi gözükenler, ‘ölmeden önce ölmeye giden taşlardır’, farkındalığı olana…
Tutunduklarımız, onlarla var olduğumuz zannında olduklarımız, onlarla BEN dediklerimiz elimizden alındıkça ölürüz,
yeni bir doğum için, dilsiz dudaksız olanı okuyup görene…
Gittikçe içimizde kapladığı alan büyür Kral’ın…
Kupa’nın arzusu, altını, alkışı uzaklaşır…
Gözlerde aralanma başlar, uyanmaya…
Yok karalar bağlanıp,
Direnirse olana,
Başlar batmaya… bataklığa.
Yüklendiği hırslarıyla hep hep hep daha fazlasını isteyenlerden olan, karaları bağlayanlardan da olan babası, bu batışın sorumlusu gördüğü diğer oğul, kardeş Billy’e avaz avaz bağırır bataklığında;
“İnsanlar bana imrendi” (altta yatan, zihinde kodlanan kompleks duygusu),
“Saygı duydu” (zihinde kodlanan değersizlik duygusu),
“Beni aralarına aldılar” (zihinde kodlanan yalnızlık ve beklenti),
“Tecrübelileri ve yaşlıları saymıyorlardı” (zihinde kodlanan onaylanma),
“Hayatımı sizin için feda ettim” (zihinde kodlanan kendine acıma),
“Fedakarlık değil yapmamız gereken buydu” (zihinde kodlanan suçluluk duygusu)
“Ben böyle yetiştirildim” (tren kazası gibi yapılmıştır yapılmış olanla)
“Aç kalmayı bir dene ben denedim” (zihinde kodlanan korku ve kompleks)
“Her şey bitti artık, benden uzaklaşıyor” (zihinde kodlanan kendine acıma ve korku)
Ve yapılmış olduğuna ufak ufak ayan Rick ‘görerek’ seyreder…
Yapar yıllarının özetini, başladığı yerdedir, AYNI’lıkta.
Dışarıda her şey aynıdır; Ye, iç, gez eğlen varyasyonları ama içeride ufuk çizgisi gibidir yaşam… git git bitmez. Acısıyla tatlısıyla savaşçısındır kendine, ve elbet olmalı, bir ayak içeride bir ayak dışarıda…
Aynıdır, döngüdür… Öğrenememişsek dersimizi, okuyamamışsak dilsiz dudaksız konuşanın söylediğini, farklı zaman farklı insan ama aynı hikayeyi yaşar dururuz, bi de farklı sanarak!…
Döngüleri kırmak için kendimizin gözlemcisi olabilmeliyiz, izleyebilmeliyiz BEN dediğimizi. Zihinden geçenlerin, uyandırdığı duyguların ve verdiğimiz tepkilerin, sonra da nedenini bulmalıyız altta yatanların. Ne zaman, nasıl satın aldım böylesi düşünceyi ki yaptım bu kodlamayı!?
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Anne ise altında yatan yetersizlik duygusuyla ‘haklılığını savunur’ dökülen zihin cümleleri ile ve o konuştukça Rick’in zihni geçmişe, arşive gider… bakmaya;
“O gelmeden önce sallanan sandalyenin arkasına saklanmalısın ve hiç kımıldamamalısın” (Altta yatan değersizlik duygusu),
“Umarım çocukların olur, her zaman üşüdüler mi, ateşleri çıktı mı diye endişelenirsin” (Sevgi beklentisi)
“Kendini düşünmeyi bırakırsın” (Kendine acıma)
Baktığı gibi de çıkar Rick… Bu sefer de görerek seyretmiştir, anneyi…
Görüyordur da hala bulamamıştır İnci’yi.
Kral seslenir;
“Aşağı doğru yuvarlanman, yanlış olduğu anlamına gelmiyor.
Seni ben kör ettim.
Hayatını alt üst ettim.
Ama sen hala zamparasın, kopuksun…”
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Ve gelir uyanması için sıradaki, TOKAT!
Cansızlığına aydığı evine hırsız girer!
Bir de fırça yer, “Bu kadar az eşyan nasıl var!”
Ceketsiz kalmıştır artık ve… cüzdansız…
Nefes almak ister, gider terapiste.
Casus gibi hissetmenin huzursuzluğundadır, her yerde numara yapar gibi olduğundan gem vurur ki bu, aslında kendi kendisini izleyen bir gözlemcisi olduğunun da işaretidir, bilmese de…
Toltekler de bu anlamda casustur… ama huzurlularından! Buna “kontrollü delilik” derler. Bizim normalimiz, deliliktir onlara göre.
Zihnin onlara değil, kendilerinin zihne hükmetmesi sonucu, senin benim hissettiğim deliliklere yani duygu kontrolsüzlüğüne girmezler, bu da içeride hep huzurda olmalarını sağlar, sağlar da dünya buraya varamamış zombilerle doludur! Nasıl yaşanılır aralarında? Çözüm, zihni kullanarak duyguya hükmedebildiklerinden, bizim yaptığımız MIŞ gibilerden uzak ama MIŞ gibi yaparlar, tıpkı bir aktör gibi OYNARLAR. “Defol” diyebilirler ama altta duygusu yaşanmaz, yaşatmazlar kendilerine… hep huzurdadırlar onlar…
Karşısındakiler mi? Hala bir ölü olduğu için başlar sarmaya, dalar zihin girdabına. Savaşçı bunlardan uzaktır, enerjisinin (erk), bir vampir tarafından emilmesine izin vermez ve bunun olabileceğini bildiği sokaklara da girmez. Çünkü bilir, o erk, ölüm ötesinde kullanacağı yakıtıdır aynı zamanda. Nerede ne yapılması gerekiyorsa ona göre tavrı vardır her zaman, her role girebilir bu cangılda.
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Rick sadece sezmektedir hala, bulmakta değil ve Dünya’nın da gezilen partiden farklı olmayan bir yüzü vardır hala. Lüks mağazalar, vitrinler, reklam panoları, güzel kızlar, partiler…
Ve arayışına, yangısına çözüm olur zannıyla, Kral’ın da dediği gibi devam eder hovardalığa.
Girer direk dansı yapan kızların da olduğu bir bara, sahne önünde yerini alır. Adın ne? diye sorar karşısında yarı çıplak dans eden kıza ve o da eğilir, eğiliiiir sonra;
“Sen ne istersen o!” der… şaşırtır bu yaklaşımıyla.
“Ne istersen de o olabilirsin!” şaşırtmacasını ise ikinci eğilişinde ekler dansıyla ve Rick sahnede kafese girmeye karar verir, gelen bilginin yaktığı ışıkla.
Ne istersem olabilirsem o zaman neden olAmıyorum!?
Pembeler ne zaman kızların, mavi erkeklerin oldu?
Ne zaman bulaşık kadınların, kumanda erkeklerin oldu? mesela… (Yapay zeka misali yapılışımız)
Adımızdan başlayarak meslek, medeni durum, nerelisin, ne iş yapıyorsun gibi giden sorulara aldığımız cevaplarla da yaparız-kodlarız zihinde karşımızdakini, sahip olduklarımızla. Yapılmış algımızla çengelleriz veya çengelleriniz, kalıplar oluştururuz… Dijital dünyada tanımı ise data (veri) ki biliriz bunlarla yönetilir ALGImız…
Algısı bir takla atmışsa da, hala tutunduklarıyla ki görülecek seyredildiğinde, devam etmektedir uyuma, hem bu kızımızda hem kahramanımızda… ama değerlidir aralanmış gözden sızan aydınlık da.
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Ve yaşadığı kayıpları ile eksiklik… içinde gittikçe bÜyÜmektedir.
“Oğlum,
Ruhun olduğunu biliyorum.
Yalnız gözüküyorsun.
Ama değilsin.
Şu anda bile elinden tutmuş sana yol gösteriliyor.
Senin göremeyeceğin bir yol.”
Nerede bulacağını bilmeden aradığı, boğan ve yalnızlığa benzer duygusu,
bir zamanlar mutluluk yaşadığı, arkadaşının eşiyken de olan sevgilisi ile geçeceği zannıyla tekrar görmek ister onu.
Oysaki unutmuştur, hep almıştır… aşk, sevgi, merhamet, huzur ama… vermemiştir. Sevmeyi bilmez, büyürken bilmemiştir ki o da, ondan kendini de sevmez.
Çalıştığı iş yerine uğrar eski günlerdeki gibi.
Ve,
Ve,
İşte oradadır, gözlerindedir “İnci’nin aydınlığını” bulanlar.
Belki uzvu eksik, belki engelli, bedeni yamalı ama İncili! (Kendiyle barışık)
Seyyah Rick, hisseder gibi olur aradığını, sezer onlarda.
Evdeyizdir artık…
Sevgili konuşur (zihni);
“Çok sessizsin… her şeyi içine atıyorsun.
İçinde aşk var.
Seninleyken diğer her şeyi unutuyorum.
Kocamı… Bildiğim hayatı.”
(Altta yatan, zihne kodlanan; Değersizlik, sevilme beklentisi, sorumluluk korkusu, yetersizlik duygusu)
Öpüşüp koklaşırlar. Arzudan ibaret olanı, aşk sanarak takılırlar.
Gelir sihirli cümle arkadaşıyla evliyken de sevgilisi olan eski sevgiliye,
“benimle kal.”
Kendini sevmek dışında her şeyi vermeye hazırdır artık,
kendi gibi kendisini sevmeyen, aç kadına…
Derken gelir bir başka TOKAT!
Öğrenir geçmişte bilmediğini,
Çocuğundan olduğunu!
Çocuğundan da olduğunu…
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
“O sevgisini seni acılarından kurtararak değil,
Sana acılar vererek,
Seni orada tutarak gösterir.
Acı çekmek seni olduğundan yüksek şeylere bağlar,
Arkasında yatan şeyleri bulmanı sağlar.
Gönderdiği sorunlara sadece katlanmak zorunda değilizdir,
Onları birer lütuf olarak görmeliyiz.
Kendimiz için istediğimiz mutluluktan bile,
Daha değerli bir lütuf.”
Bunca zamandır neredeydim bilmiyorum, uyurgezerdim. (Rick)
Kral olan Prens biraz daha yaklaşmıştır aradığına…
Ve artık gelir “yumruk” Kral’dan…
Ne mi olur? Bulmuş mudur? Seyredin,
ama buradan değil.
🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆
Özgür olmak, zihnimize yüklenmiş anne, baba, çevre, gelenek görenek, sosyal medya, vs etiketlerinin farkındalığına varıp, zihnin bize yaşattığı duyguların kontrolünü ele almak demek değil midir!?…
Trilyonlarca yağan kar tanesi, parmak izleri biri birine benzemezken, daha birçok delille ne kadar farklı olduğumuzu hatırlatan bu koca sisteme inat, birbirimize benzemek yarışındayız… Kar tanesi olduğunun farkında olanlar Bülent Ersoy olabiliyor, olabiliyor da, işte o da başka rüyalar görmektedir hâlâ…
Özgürlük, içimizdeki KRAL’ı büyütmek. Hatırlamak veUyuyan Prens’in Kral olması…
🍀

ELİF GÜLÜNAY
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Resim-İş Bölüm, Grafik ana sanat dalından mezun olmuş, mesleğini icra ederken reklam camiasında yer almaya meylederek istifa etmiş, sonrasında fıtratımın öğretmenliğe uygunluğunu idrak ederek geri dönüş yapmış bir resim öğretmeniyim. Mesleğime ilk günkü heyecanımla devam ederken, sadece “istemek” ile herkesin resim yapabileceğine inanıyorum ve bunu deneyimletiyorum. Düşüncelerimizi görünür kılan filmleri ve dizileri ise kendimize olan yolculuğun bir parçası olarak görüyor ve evrilmemize olan katkılarını yorumluyorum.

Knight of Cups
(Kupa Şövalyesi):
Aşk ve benlik arayışı
Yönetmen Terrence Malick tarafından yazılıp yönetilen Knight of Cups (Kupa Şövalyesi), Christian Bale’in canlandırdığı Rick karakteri ile bizi uzun bir arayışa çıkarıyor.


