EDOUARD LOUIS’İN YENİ KİTABI DEĞİŞMEK ÜZERİNE BİR İNCELEME
BURAK SOYER
Edouard Louis’nin son kitabı “Değişmek”, Louis’nin bugüne kadar okuduğumuz eserlerinde tanık olduğumuz, doğup büyüdüğü Fransa’nın kuzeyindeki taşrada yaşadığı yoksulluk, şiddet, her türden ayrımcılık ve ırkçılığa ayak uydurma çabasının aksine, bu defa bütün bunlara kişisel bir savaş açarak kendini tüm kasabanın yedi sülalesinin hayal dahi edemeyeceği bir kimliğe dönüştürmesini anlatıyor.

Edouard Louis, son dönemlerde “kendi kuşağının en önemli yazarlarından biri” olarak “lanse edilişini” eserleriyle ispatlayan nadir kalemlerden biri. 2020 yılında “Babamı Kim Öldürdü” ile başladığı yazarlık serüveninde, kendi hikâyesini sınıfsal, toplumsal, cinsel eşitsizliğin sert duvarlarına yaslayarak anlatan ve bunu yaparken de manipüle edilmeye gayet müsait konuları asla istismar etmeyen, yaşadığı, hissettiği, gördüğü, duyduğu, tanık olduğu ne varsa en doğal hâliyle satırlara dökmesi, onu yalın bir yazar yapıyor. Yalan söylediğinde, yalan söylediğini söylüyor, başta kendisi olmak üzere çevresindeki birilerini kandırdığında bunu dramatize etmeden, okurun ayarlarıyla oynamayan bir duygusallıkla dile getiriyor. Louis’nin beş yıl içinde dünya çapında hatırı sayılır bir okur ve hayran kitlesine ulaşmasındaki en önemli sebep de bu zaten: Yalınlığı, sadeliği ve çıplaklığı.
Edouard Louis, Can Yayınları’ndan Ayberk Erkay çevirisiyle yayımlanan yeni kitabı “Değişmek”te hayatının bir özetini çıkarıyor. Ancak kitabın asıl meselesi, Louis’nin bugüne kadar okuduğumuz eserlerinde tanık olduğumuz, doğup büyüdüğü Fransa’nın kuzeyindeki taşrada yaşadığı yoksulluk, şiddet, her türden ayrımcılık ve ırkçılığa ayak uydurma çabasının aksine, bu defa bütün bunlara kişisel bir savaş açarak kendini tüm kasabanın yedi sülalesinin hayal dahi edemeyeceği bir kimliğe dönüştürmesini anlatıyor oluşu.
Edouard Louis’nin önceki eserlerinde onun kendini yaşadığı yere kabul ettirmeye çalışmasını, o kasabadakiler gibi davranarak gerçekleştirmesini okumuştuk. 6 yaşındayken “keşfettiği” cinsel kimliğinin önce arkasından, sonra yüzüne karşı acımasızca “vurulması”, evde yaşadığı sefaleti, alkolik abisini, işçi olan babasının sakatlık geçirerek çalışamayacak duruma gelişini, annesinin milletin bokunu temizleyerek eve babasından daha fazla para getirmesi yüzünden babasının çıkardığı arızaları, Louis’nin, yüzüne “ibne” diyenlere öyle olmadığını kabul ettirmek için onlarla beraber futbol oynamak zorunda kalışını, sabahlara kadar plastik bardakta ucuz viski içip onlar gibi küfredişini, onlar gibi bir “erkek” olmak için yaptıklarına bizzat şahit olmuştuk.
Louis, yeni kitabı “Değişmek”te ise yine yaşam hikâyesini önümüze koyuyor fakat hem kendisinin hem de bizim bu hikâyeye bakış açımızı değiştirerek anlatıyor. Şimdi karşımızda çocukluğu elinden şiddetle alınmış genç bir adam elinde de kafasına koyduğu “değişmek” gibi bir silah var. Üstelik bunu yamuk dişlerini bile düzelttirmeye götürecek kadar kararlı. Çünkü bu defa derdi kendini kabul ettirmek değil, bütün geçmişini yok eden lanetli kasabadan ve orada yaşayanlardan intikam almak. Bunu da onların asla erişemeyeceği yerlere gelerek yapabileceğini keşfetmesiyle hikâyesine başlıyor.
Önce kasabaya çok da uzak olmayan bir şehir olan Amiens’te bir liseye gidiyor. Burada tanıştığı Elena’yla hayatının ilk kırılma ânını yaşıyor. Çünkü Elena okuyor, izliyor, dinliyor, kendi hayatını yaşıyor. Akşamları ailesiyle birlikte klasik müzik dinleyip şarap eşliğinde yemek yiyor. Louis de onda, kendini değiştirmesine yardım edecek ışığı görüyor. Ondan çok şey öğreniyor. Birlikte tiyatroya, sanat filmlerine gidiyorlar. Elena ona çatal ve bıçağın nasıl tutulacağını bile öğretiyor. Elena’nın arkadaş çevresine, ondan öğrendikleri sayesinde yavaş yavaş ayak uyduruyor. Sohbetlerine eşlik edebiliyor. Bazı geceler zil zurna sarhoş olup gençliğini tadını Elena’yla doyasıya çıkarabiliyor. Fakat gün geliyor ve yine gerçek karşısına dikiliyor Louis’nin: 17 yaşında, sadece gördüklerini taklit eden, “Venedik’te Ölüm” hariç hiç kitap okumamış, etrafındakilerin fikirlerini kendi fikirleri gibi benimsemiş, sahte biri olduğuyla yüzleşiyor. Bu sahteliğin, onun çıktığı yolda kendisine yetmeyeceğini anlıyor.
Bir gün Louis gibi yollardan geçmiş Didier adlı bir yazarın konferansına gidiyor ve o yaptıysa kendisinin de yapabileceğini düşünüyor. Didier’yle tanışıyor. Hikâyesini anlatıyor. Ondan da destek görünce gözünü Paris’e dikiyor. Üstelik Ecole Normale Supérieure gibi bir üniversiteye gitmeyi de kafasına koyarak… Üniversiteye de kabul ediliyor ve Edouard bir eşiği daha atlamış oluyor.
Paris’te yeni hayatına burjuvazinin tam göbeğinden başlıyor. Ensesi kalın insanlarla pahalı restoranlara gidiyor. Havyar yiyor, kaliteli şaraplar içiyor, onların resimden, edebiyattan, politikadan konuşmalarını izliyor, hepsini kafasına yazıyor. Bir rüyanın içindeymiş gibi hissediyor. Sonunda “başardığını” söylüyor kendine. Ter ve pastis kokak o kasabada, çoktan çürümüş çocukluğunun öcünü aldığını düşünüyor. Bütün vaktini okuyarak geçiriyor. Banyo dolabını bile kitaplarla dolduruyor. Artık kendi fikirlerinin de yeşermeye başladığını görünce daha da gururlanıyor kendiyle. En “tepe”ye çıkarak bir “gerçeğe” dönüştüğünü düşünüyor. Ancak Amiens’e yaptığı ziyarette gerçek bu defa tersinden gösteriyor kendini. Yıllar sonra babasını görmeye gittiğindeyse en acı hâliyle karşısına çıkıyor.
Louis, kendini inkâr edip yepyeni birine dönüşerek geçmişini çalan kasabadan, orada yaşayanlardan rüyalarında bile göremeyecekleri bir hayat sürerek intikam aldığını düşünürken, geçmişin o değişmeyen huyuyla tekrar yüz yüze geliyor: Ne kadar değişirse değişsin, dönüşürse dönüşsün, mazinin kalbindeki yarası yine kanamaya başlıyor…

Burak Soyer
2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Kitap Eki’nde gazeteciliğe başladı. Şimdiye kadar Milliyet, Hürriyet, Hürriyet Kitap Sanat, BirGün, BirGün Pazar, BirGünKitap, Taraf, Cumhuriyet Pazar, T24, Gazete Duvar, sendika.org, solhaber.org’a, siyaset, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro yazıları yazdı. Halen Gazete Pencere, Bianet, Gazete İkinci Yüzyıl ve OT dergisine kültür sanat, K24, Edebiyathaber.net, Oggito, Ne Okuyorum?, Ajandakolik, Mahal Dergi, Romanoku internet sitelerine de edebiyat yazıları yazıyor. 2017 yılında ilk kitabı Zıvana Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Zıvana’nın devamı olanBuji de 2019 yılında aynı yayınevinden çıktı. Son romanı Ring ise, geçtiğimiz Eylül ayında Karakarga Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. 2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun olan Burak Soyer, halen Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki eğitimine devam etmektedir.