Zaman içerisinde insanlar masalları çocuklara bıraktı… Oysa bundan yıllar, hatta yüzyıllar önce çocuk masalı, büyük masalı diye bir şey yokmuş. Masal meclise anlatılırmış. Gün olmuş devran dönmüş, masal yalana dönüşmüş. İnsanlar karşısındakine inanmadıklarında “Bana masal anlatma!” diye bağırır hale gelmiş. Sonra ne mi olmuş? Bilmem size sormalı, şu anda ne oluyor?
DEYYAN ALTINSOY

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bilinmeyen bir diyarda, kendinden habersiz bir masal kahramanı yaşarmış. Heyecanlı bir masalın esas karakteriymiş. Bu masal tekmiş tek olmasına, başı ve sonu da belliymiş ama iç içe geçenlerden biriymiş. Bu yüzden bizim kahraman bir mutlu bir mutsuz, bir güçlü bir zayıf, bir heyecanlı bir isteksiz yaşayıp gidiyormuş. Bazen başına olmadık işler geliyormuş ama o bir şekilde halledip geçiyormuş. Bazen de sarayından çıkası gelmiyormuş. Böyle günlerden bir gün canı sıkılmış. Bir şeyler okusam kafam dağılır mı acaba diye dergileri karıştırırken karşısına “Bir varmış, bir yokmuş…” diye başlayan bir masal çıkmış. Hemen ilgisini çekmiş ve merakla okumaya başlamış.
Sonra ne mi olmuş?
Bilmem size sormalı, şu anda ne oluyor? Belki de kahraman, bir aydınlanma yaşamış ve habersizce içinde yaşadığı masalı fark etmeye başlamıştır. Dudaklarında hafif bir gülümsemeyle yerinde şöyle bir kımıldanmış, “Dur ya, bir dakika, acaba bu kahraman ben olabilir miyim?” diye garip şeyler düşünmeye başlamıştır. Siz olabilir misiniz?
Prensinizi, prensesinizi aramadınız mı? Cadılarla, ejderhalarla savaşmadınız mı? Kardeşleriniz size çelme takmadı mı? Bilgelerle karşılaşmadınız mı? Sınavlardan geçmediniz mi? Sihirli bebekler, konuşan köpekler görmediniz mi? Yolun sonuna geldiğinizi düşünüp, mucizelerle karşılaşmadınız mı?
“Masallar çocuklara göre!” diyenler aslında kendisinin bir masalın içinde yaşadığını fark edemeyenlerdir. Aslında masallar insanlara bunu göstermek için “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bilinmeyen bir ülkede biri yaşarmış” diye başlar. Zaman, mekan ve belirli bir kişi yerleştirmeden. Der ki, sen ne istersen onu koy, kim olduğunu bul.
Zaman içerisinde insanlar masalları çocuklara bıraktı, büyüdük sandı, kendini kaybetti. Oysa bundan yıllar, hatta yüzyıllar önce çocuk masalı, büyük masalı diye bir şey yokmuş. Masal meclise anlatılırmış. Tabii anlatılan mekâna, dinleyenlerin ortak özelliklerine göre yeniden düzenlenirmiş. Aynı masal kahvede ayrı, hamamda ayrı, akşam meclislerinde ise bir başka şekil alırmış.
Sözlü dil sanatı insanın doğasından gelen bir şey. Anlatarak ve dinleyerek iletişim kurabilir aslında. Yazılı dile geçilmesi bir yandan iyi olmuş, masallar kayıt altına alınmışlar ama diğer yandan da kitapların arasında sıkışmış kalmışlar. Ardından da çocuklara bırakılmış. Gün olmuş devran dönmüş, masal yalana dönüşmüş. İnsanlar karşısındakine inanmadıklarında “Bana masal anlatma!” diye bağırır hale gelmiş.
Masalların kalbi kırılmış. Onlar da yetişkinlere sırtını dönmüş, kıymet bilen çocukların önünde serilmiş. Bazı çocuklar onları öyle sevmişler, onlara öyle sarılmışlar ki büyüdüklerinde de hiç bırakmamışlar. Gönüllerini alıp tekrar derlemişler, toplamışlar ve arkadaşlarının önüne koymuşlar. Bunu fark eden birçok kişi yavaş yavaş bu yolda gönüllü olmuş ve tekrar masal anlatmayı öğrenmeye başlamışlar. Eskisi gibi masal meclisleri kurulmaya, sandalyelerin üzerinde hayal balonları uçmaya başlamış. Yetişkinler masalın ne olduğunu tekrar hatırlamış. Öğrendikçe anlatmak istemişler ve önce çocuklara koşmuşlar. Tabii çocuklar çok gülmüş onların bu heyecanlı haline.
Masallar yıllar içerisinde dilden dile yoğrularak geliyorlar. Zaman göre, insana göre şekli şemali değişiyor ama özleri hiç değişmiyor. Çünkü insanın özü değişmiyor. Onlar da doğrudan çekirdeğe hitap ettikleri için merkezler bağlı kalıyor. İnsanın içerisindeki ham duygulara hitap ediyorlar. Bugün kavramlarla beyinden beyine konuşmaya alışmış olan insanlar masallarla birlikte duyu ve duygularını tekrar güncelliyorlar.
Masallar aynadır insana. Öyle sihirli dilleri vardır ki okuyanın kalbini, niyetini yansıtırlar. Bu yüzden her masal, her zaman, herkese güzel gelmeyebilir. O anda hitap etmeyebilir. Başka bir zamanda farklı bir versiyonu kulağa gayet hoş gelebilir.
Masalların farklı yönlerinden biri de, okumasının, anlatmasının ve dinlemesinin birbirinden çok farklı olmasıdır. Sözlü bir sanat oldukları için ancak bilgi ve hatırlanma amaçlı okuma yapılabilir. Anlatmak için bir masala çok çalışmak gerekir. Anlatıcılık tekniklerinin dışında, masalla hemhal olup içselleştirilmesi, doğru anlaşılması ve hissedilmesi gerekir ki, o sihirli enerji dinleyenlere geçebilsin. Dinlemek ise başlı başına bir eylem. Masallar doğru şekilde anlatılırsa seni, sadece senin bildiğin bir dünyaya götürürler ve orada iyileştirirler. Buradaki iyileşme kavramı hastalığın şifası anlamında değil aslında. Olduğun halden daha iyiye gitme anlamında. İster oku, ister anlat, istersen dinle. O kelime dizelerinin içine girdiğin anda zaten daha iyi olacaksın.
Tıpkı bizim kahramanımız gibi.
Okuduğu masaldaki kahraman dergideki yarım masalı çok sevmiş. Eline bir kalem almış ve devam etmiş: “Kahraman, okuduğu masaldan sonra o kadar heyecanlanmış ki aniden ayağa kalkıp hazırlanmaya başlamış. Bir yandan da mırıldanıyormuş bu benim masalım…“


