Ünlü teorik fizikçi Robert Oppenheimer’ın biyografisini anlatan usta yönetmen Christopher Nolan’ın son filmi Oppenheimer’ı izlerken insanın yok etme arzusunu düşünmemek oldukça zor. İnsanın yok etme arzusu sadece parçacıklardan çıkan güçlü enerjinin yok edici etkisi ile mi sınırlı? Yoksa her an, her yerde gösteriyor mu kendini?
ALPERHAN BENLİOĞLU

Hint mitolojisi kutsal yazıtlarında yer alan “Şimdi Ben Ölüm Oldum” sözü ile yaptığı çalışmaların geldiği noktayı özetleyen ünlü teorik fizikçi Robert Oppenheimer’ın biyografisini anlatan usta yönetmen Christopher Nolan’ın son filmi hakkında yazmak istedim bu hafta. Atom bombasının babası olarak bilinen ve Manhattan Projesi’nin yöneticisi olan Oppenheimer 2. Dünya Savaşı’nı bitirecek bir güce sahip olma amacıyla çıktığı yolculuğun yarım milyon Japonyalının ölmesine neden olacak bir katliama yol açacağını gerçekten ne kadar biliyordu bilinmez ama film boyunca insanın yok etme arzusunu düşünmemek oldukça zor.
Ünlü fizikçilerin canlandırıldığı filmimizde kuantumun keşfiyle başlayan fiziğin yeni döneminin heyecanlı ve gizemli dünyasına açılan kapıya hızlı bir bakış atıyorsunuz. Einstein’le başlayan “Özel ve Genel Görelilik Kuramları” zamanın genişleyebileceğini gösterirken, artık hem parçacık hem dalga olarak hareket eden ışık paketlerinden, yerini halen bilemediğimiz çökmüş yıldızlara veya siz bakarken başka, siz bakmazken başka davranış sergileyen elektronların olduğu gizemli bir dünyaya tanık oluyoruz kuantum evreninde.
Filmi izlerken insanın yok etme arzusunun sadece parçacıklardan çıkan güçlü enerjinin yok edici etkisi yanında her an her yerde olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Gıdadan tutun da kendi yaşamlarımıza kadar her şeyin endüstriyelleştiği dünyamızda aynı filmdeki gibi zincir reaksiyon başlatarak faydamıza olan her ne varsa yok etmeden duramıyoruz. Kimya laboratuvarına dönmüş paketli gıdalar ya da gri beton binalar yapılması için yok edilen ormanlar. Ne yazık ki insan yok etmekten vazgeçmedi ve vazgeçmeyecek. Filmde de bombanın yok edici etkileri ile Oppenheimer’a kin besleyen Lewis Strauss’un onu yok etme isteği, ABD’nin düşmanlarını yok etme arzusu gibi makro ve mikro pek çok yok etme dürtüsü beraber işlenmiş durumda.
Nolan’ın her zamanki titizliği ile ayrıntıları atlamadan çektiği filmde Cillian Murphy’nin de başarılı oyununun ön plana çıktığını söyleyebilirim. Bununla birlikte filmde Matt Damon’dan Robert Downey Jr.’a; Emily Blunt’tan Josh Hartnett’a pek çok ünlü oyuncuya da filmde rastlamak mümkün. Ben sadece çok sevdiğim fizikçi Richard Feynman’ın “The Boys” dizisinden hatırladığımız saftrik oyuncu Jack Quaid tarafından oynanmasını pek sevmedim 😊
Filmde gerçekten yaşanmış sahnelerin siyah beyaz, Nolon’ın kendi kurguladığı sahnelerin de renkli olması da hoş bir detay olarak not düşelim.

Filmin sonunda bir günah çıkarma, Nagazaki ve Hiroshima’da öldürülen 500.000 insana karşı biraz daha duygusal bir yaklaşım beklesem de Nolan’ın yaşananları dönemin başkanı Truman’ın, kendi deyimiyle, kanlı ellerinde bırakmayı tercih etmiş olduğunu gördüm. Savaşları durduracağı düşünülen bir projenin başlattığı, çok daha büyük yok edici sonuçları olan nükleer silahların bir daha kullanılmaması dileklerimle yazıma büyük usta Nazım Hikmet’in dizeleriyle son veriyorum:
“Kapıları çalan benim, kapıları birer birer
Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler
Hiroşima’da öleli oluyor bir on yıl kadar
Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.”

‘Atom bombasının babası’ Oppenheimer, Nolan ile sinemada
Amerikalı fizikçi Julius Robert Oppenheimer’ın hayatı, Christopher Nolan tarafından yazılan ve yönetilen 2023 yapımı bir epik biyografik gerilim filmi olarak 21 Temmuz itibariyle gösterime girdi. Filmde, Julius Robert Oppenheimer’ın, İkinci Dünya Savaşı sırasında atom bombasının geliştirilme süreci çok boyutlu olarak ele alınıyor.


