Kadir Horzum
Efendim kadın cinayetlerinin bitecek gibi görünmediği canımülkemde, bir stadyumda erkeklerin eline tutuşturulan saçma ve anlamsız bir pankartla yeniden gündemimize giren kadın hakları konusunda birkaç kelamda ben etmek istedim. Tabii bir yazar olarak, kadın haklarının ne olduğu konusunda sürekli kriterler belirleyen hemcinslerimin aksine ben, bu yazı dizimde, erken dönem Cumhuriyet yazarlarının eserlerinde yarattığı kadın karakterlere odaklanacağım. Peyami Safa’dan başlayarak, Üç Kemaller, Sabahattin Ali, Ahmet Hamdi, Sait Faik olmak üzere okuduğum erkek yazarların kadın karakterlerini ele alarak; yazarların ideolojik duruşlarının, dönemlerinin ve çevrelerinin onları bu konuda nasıl etkilediklerini göstermeye çalışacağım. Bir cesaret çıktığım ve uzun zaman sürecek bu yolda, sürçü lisan edersem affedin, hata edersem de lütfen düzeltin.
Kalemini psikoloji ve sosyoloji bilimlerinden öğrendikleriyle taçlandıran usta yazarımız, eserlerinde yaptığı zihinsel ve toplumsal analizlerle günümüze yön vermektedir. Şahsi kanaatim: Dostoyevski’den çok etkilendiğini düşündüğüm Safa’yı, eğer Dostoyevski okumuş olsaydı, kendisinden eğitim almak isteyebilirdi. Bu cümlemi iddialı bulanlar, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” öyküsündeki isimsiz ve hasta kahramanın aşkına karşılık acıma duygusuyla yüzleşmesini, bu yüzleşmede yaşadığı iç çatışmaları ve öykü boyunca kendini belli eden sınıfsal ayrımı bir daha okusun derim.
Tüm öykü bir kenara, sevdiği kadının yalan söylediğini düşünen kahramanın, gerçeği öğrendikten sonra kurduğu, “Bir kere inanmanın şehveti başladıktan sonra, hakikat olduğuna iman edilen şeyi bütün iştiyaklarıyla kucaklayan insanlar gibi sevinçten çıldırıyordum, kuruntumun utancını duymayacak kadar mesuttum” cümlesi bile yazarın zihinsel tahlil noktasında ne kadar başarılı olduğunu kanıtlar nitelikte.
Aynı metinde kimsesiz bir ölü üzerine yaptığı şu betimleme ise ölümün bile insanlara eşit davranmadığını gösterir nitelikte.
“Hâlâ yaşıyormuş gibi, işkence çekiyormuş gibi, hâlâ içinde büyük duygular varmış gibi.”
Ve doktor anlatır kadavrayı:
“Bu zavallı, dünyada hiçbir şeyi olmayan insanlardan… Bunların öldükten sonra mezarları bile yoktur. Fakat bu, teşrih için iyi bir kadavra. Tepeden tırnağa kadar adaleleri sayılıyor. Hem yağsız, yavan bir ceset, teşrih bıçağını yormaz.”
Şüphesiz ki şahsi beğenilerim doğrultusunda verdiğim bu örnekler çoğaltılabilir hatta çok daha iyileri bulunabilir fakat bir tek şey bulunamaz üstadın eserlerinde, o da güçlü ve haklı bir kadın karakter ile kadın karşısında haksız olan erkek karakter. En azından ben, şimdiye kadar okuduğum hiçbir kitabında bulamadım. “Yalnızız, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Bir Akşamdı, Mahşer, Bir Tereddüdün Romanı, Cumbadan Rumbaya, Biz İnsanlar, Fatih Harbiye” ve öyküleri dahil çok metnini okumuş biri olarak tüm bu eserlerin ortak noktasının, Türk Modernleşmesini kadın bedeni üzerinden tahlil etmeye çalışmak olduğunu gördüm. Elbette ki muhafazakar milliyetçi çizgide yer alan usta yazarın modernleşmeyi bu pencereden ele alması gayet normal karşılanabilir. Fakat bu durumu açıklamada yazarın ideolojisi tek başına yeterli olur mu? Kanaatimce hayır.
Kemik veremi hastalığı geçirmiş olan Peyami Safa’nın özellikle, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” ve “Bir Akşamdı” romanlarında, hastalıklı erkek karakterlerin, kadınlar tarafından güçlü, zengin fakat toplumsal normları umursamayan erkeklere tercih edilmesi bariz bir şekilde görülmektedir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda Nüzhet’in, hastalıklı bir adama sevgi yerine acıma duygusuyla yaklaştığının, Bir Akşamdı romanında Meliha’nın, hayatını değiştirmek; zevk ve refah içinde yaşamak arzusuyla, hasta babasını bırakıp da ahlaki normları olmayan bir subayla İstanbul’a kaçtığının hikâyesini okuruz.
Fatih Harbiye romanında ise Neriman’ın, zayıf mizaçlı ve hastalıklı gibi görünen Şinasi’yi bırakıp, onu baloya davet eden adam uğruna babasını ne kadar zor durumlara soktuğunun; sonunda da ne hallere düştüğünün hikâyesini.
Bahsi geçen kitaplarda kadınlar her ne kadar tercih eden konumunda gibi görünse de metin ilerledikçe, başına gelen felaketlerden; kadının kendi tercihlerinde ne denli hata yaptığını ve güçlü kadın imgesinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu görürüz. Yazar, üslubu ve söyledikleriyle, tüm metin boyunca, okuyucuya bu fikri ayan beyan göstermektedir zira. Kitabın sonundaysa tercih edilmeyenlerin hüzünlü haklılığıyla baş başa kalırız.
Tıpkı “Bir Akşamdı” romanındaki şu cümlenin söylemek istediği gibi:
“Kadınların pişman olduklarını bilirim fakat çok geç pişman olduklarını da bilirim.”
Hekim arkadaşlarının, bir hekim kadar bilgisi vardı diye onore ettikleri üstat, ilk dönem metinlerinin çoğunda, yukarıda bahsettiğim gibi, hasta ve yaşlı erkek karakterler ile genç, güzel, hayalleri olan kadınları çatışma merkezine koymaktadır. Bunu, hastalığından kaynaklı mı yoksa sosyolog kimliğiyle; modernizm anlayışının erkekleri hasta ve yaşlı gösterdiğini belirtmek için mi yaptığını bilemeyiz lâkin bana birinci seçenek daha ihtimal dahilinde görünmüştür hep.
Yazarın, ustalık eseri diye bahsedilen “Yalnızız, Biz insanlar,” kitaplarındaki, nispeten daha güçlü, olgun, erkek karakterler, bu inancımı destekler nitelikte. Artık olgunlaşan yazar bu yapıtlarında ise alın teriyle para kazanan, fedakâr hatta milli mücadele kahramanı erkekleri işlerken, bu sefer de karşılarına, hep iki tipte kadınlar çıkarmaktadır. Birincisi, hiçbir yapıtında değişmeyen, “Yalnızız” romanındaki gibi batı özentisi, oradaki kadınların yaşam biçimlerine özenen ve mümkünse orada yaşamak isteyen; genel olarak memleket insanını beğenmeyen ‘onun tabiriyle” Sözde Kızlar!
İkincisi ise metne göre değişimler göstermekle birlikte, ortak noktaları: Değişen dünya karşısında ne yapacağını bilemeyen, daha çekingen, muhafazakâr, yardıma muhtaç ve idealleri olmayan fedakâr kadınlar. Bu metinlerde ise erkek, bir batı masalı misali, ikinci tipteki kadınları bulundukları bataklıktan kurtararak mesut bir yaşama adım attırmak için çabalarlar. Birinci tipteki kadınlar da yine yalnız, yine haksız, yine tercih edilmeyen olur. Hatta bu durum “Yalnızız” romanında o kadar bariz bir şekilde işlenmektedir ki erkek kahraman, gençliğinde birlikte olduğu kadının kızıyla aşk yaşamak istemesine rağmen kitaptaki tabiriyle rezil değil namus bayrağıdır. Şahikalarda sallanan muhterem ağabeydir.
“Bir Tereddüdün Romanı” ise finali bağlamında diğer metinlerden farklılık göstermektedir. Yine otobiyografik olarak kabul edebileceğimiz roman, yazarın evli bir kadınla, tüm kitaplarında karşımıza çıkan ideal kadın arasında kalışını anlatır. Bu süreçte kadınların yazar için gösterdikleri değişime ve yaptıkları fedakârlıklara rağmen finalde erkek ikisini de seçmez.
Tüm sürecin özeti, yazarın kitaptaki şu cümlesiyle örtüşmektedir adeta.
“Ah yenilmez ve korkunç mantık! Fakat bütün kadınlar, bu ezeli düşmanla mücadelenin faydasızlığını çabuk anlarlar ve akli sahadan kaçmak için beyinlere durgunluk verici kıvraklık ve hüner gösterirler.”
Yazar bu kitabında da, yarattığı ideal kadının aslında o kadar da ideal olmadığını, aşkın, erkeğin fıtratına uygun olmadığını; sadece kavuşulamayana, ulaşılamayana duyulan bir arzu olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, öğrendiklerimi paylaşmak arzusuyla yazmaya başladığım bu yazı dizisinin ilk bölümünde, yazarın şimdiye kadar okuduğum metinlerinde bulduğum ortak noktalardan yola çıktım.
Unutulmamalıdır ki insanlar, yaşadıkları dönemin koşullarına göre şekillenmekte, karşılaştıkları vakalar nispetinde değişmektedir. Bu yazı da bu ön kabulle düşünülmeli ve yazarın kitaplarının sadece bu olaylardan ibaret olmadığı bilinmelidir.
Hızın her şey demek olduğu günümüzden yıllar önce üstadın, “Hayat bu gece bitiyor gibi hareket etme. Daha güzel günlere pay bırakmak için bir fedakârlık edelim” dediği, “İnsanın içinde ne kadar başka başka insanlar var. Ne çabuk değişiyor insan” diyerek de bizlere, her şeye şüpheyle yaklaşmamızı öğütlediğini de unutmayalım.
Aklımızı yargılamak için değil sorgulamak için kullanmamız ümidiyle.

Kadir Horzum, Uşak doğumlu. Eğitimini Balıkesir Astsubay MYO, Anadolu Üniversitesi AÖF İşletme ve Sosyoloji bölümlerinde tamamladı. Halen Aile Danışmanlığı ve Yaşam Koçluğu yapıyor. “Kafamdaki Kalabalık” ve “Kalabalıktan Kalanlar” isimli iki adet kitabı Banliyö Yayınevi tarafından yayımlanan Horzum, yazmaya devam ediyor.