Yönetmenliğini George Cukor’un yaptığı, 1964 Birleşik Krallık yapımı müzikal film My Fair Lady (Benim Tatlı Meleğim) Audrey Hepburn’ün canlandırdığı Eliza Doolittle karakteri ile oldukça anlamlı mesajlar veriyor. Bernard Shaw’un Pygmalion isimli oyunundan esinlenilen film, sahip olduğumuz değerleri ve kendini geliştirmenin önemine çok güzel vurgu yapıyor. Hatta filmi izledikten sonra şu soruya yanıt arayabilirsiniz: Kendinizde bir şeyi geliştirmek isteseniz bu ne olurdu?
ALPERHAN BENLİOĞLU

The rain in Spain stays mainly in the plain! Filmi izleyenlerin uzun süre aklında kalabilecek bu tekerleme, hayatını değiştirmek için bir adım atmış sevimli bir çiçekçi kızın yolculuğuna ilk başlangıç anahtarı aslında. Önceki haftalarda sevgili sevgili Nilgün Karataş’ın da kaleme aldığı ve Tiffany’deki Kahvaltı filmindeki ikonik haliyle insanların aklına kazınmış olan dünyanın en sevimli kadını Audrey Hepburn’nün yine ünlü bir filmi My Fair Lady. Ülkemizde “Benim Tatlı Meleğim” olarak oynamış olup Türkçe versiyonun da yapılmış olduğu bilgisini ekleyelim. Gerçi filmi izlerken Türkçe versiyonun da mutlaka olduğu düşünmek hatta Audrey’in rolünde Türkan Şoray’ın oynadığı tahmin etmek hiç de zor değil.
Kahramanımız Eliza Doolittle, sokakta çiçekçilik yapan ve ağzı son derece bozuk bir karakterdir. Bir gece opera çıkışında çiçek satmaya çalışırken biri tarafından izlendiğini fark ederek panikler. Eliza’nın panikleyip ortalığı birbirine katması, aslında kendini takip eden kişinin bir dil bilimci olan Profesör Higgins olduğu ortaya çıkartır. Bunun ortaya çıkmasıyla yine dil bilimine meraklı Albay Pickering ile onu uzun zamandır aradığını söyleyen Profesör tesadüfen birbirleriyle tanışırlar. O gece sadece bir tanışma değil kaderini değiştirmek için bir hanımefendi olması gerektiğinin farkında olan Eliza için de bir dönüm noktası olacaktır. Diksiyon dersleri almak için Profesörü ikna etmeye çalışan Eliza iki dil bilimcinin birbirleriyle tutuşacakları bir iddianın baş karakteri olarak kendini bulur. Ortada ciddi bir iddia vardır. Profesör Eliza’yı bir hanımefendiye çevirebilecek midir?
Filmde çiçekçi kız Audrey’in kendine duyduğu saygı ve erkek egemen bir toplumda pes etmeyen mücadelesi neşeli müziklerle birlikte bence bir zafer yolculuğu tadında ilerlemiş. Oynadığı her rolde gerçek bir prenses olan övmelere doyamadığım 😊 Audrey Hepburn’ün ağzından yapılan göndermelerin oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. “Bir kadınla bir çiçek arasındaki fark onun nasıl davrandığı değil, ona nasıl davranıldığıdır” diyerek sınırı çizen Eliza, Jeanne d’Arc misali pes etmeden kendine olan saygısını korumakta ve “Ben çiçek satıyorum kendimi değil” demeyi de ihmal etmemektedir.
Günümüzde bilgiye ulaşmanın çok kolay olmasına rağmen artık insanların okumayı sevmedikleri dolayısıyla kendilerine yatırım yapmaktan kaçındıkları bir gerçek. Herhangi bir eğitim almak bunu hem de çok basit ve ulaşılabilir imkanlar da bulabilmemize rağmen kendimi yormak istemiyor, kısa süreli sosyal medya içerikleri arasında gezinerek ömrümüzü tüketiyoruz. Eliza’nın hayatını değiştirmesi için konuşmasını geliştirmek istemesi, üstelik de bunu “ücretini vererek bana öğretmenizi istiyorum” şeklinde bir çaba ile yapmaya başlaması 1964 yapımı bir filmin günümüze ders vermesi olarak yorumluyorum.
Hepimizin kendimize kattığında hayatımızda büyük fark yaratacağı eksiklikler olduğunu da biliyorum. Peki bugün kendinizde bir şeyi geliştirmek isteseniz bu ne olurdu hiç düşündünüz mü? Eğer düşündüyseniz bir soru da ben sorayım bunu yapmak için nereden başlamak akıllıca olur? Yarın kendimizin daha iyi bir versiyonuna ulaşmak için sanırım bu soruyu ben dahil hepimiz cevaplamalı ve bunun için bir adım atmalıyız. İyi seyirler 😊


