Hem filmi hem de kitabı ile kendine farklı bir yer edilenen Poor Things (Zavallılar) için özetle; güvenilmez anlatıcılarla dolu, sıra dışı ve hızlandırılmış bir büyüme hikayesi diyebiliriz. Ama hikâyenin aslında iki ana meselesi var. Birincisi, Bella’nın cinsel ve politik kimliğinin doğup gelişmesi ve toplumsal cinsiyet normlarına başkaldırısı. İkincisi ise Bella’nın yolculuğunda dünyanın tüm acılarını, adaletsizliklerini anlamak için verdiği müthiş entelektüel ve yaşamsal çaba.
FARAH NASSER

Genelde bir edebi eserin hem kitabı hem de filmi bulunuyorsa, önce kitabı okurum sonra filmini izlerim. Bu sefer dayanamadım önce filmini izledim. Sinemadan çıkarken şaşkınlık ve hayranlık arasında o dünyadan sıyrılamayarak bir müddet gerçeklik karmaşası yaşadım. Filmin görsel tasarımı adeta büyüledi beni. Kostümler, dekorlar, Victoria dönemi İskoçya’sının atmosferini estetik-fütüristik bir gerçekçilikte kendini hissettiriyor. Özellikle müzik seçimleri, hikâyenin duygusal yükünü taşıyor ve hikâyenin içine çekiyor.
Hikâye…

Bella Baxter! Müthiş karakterle tanışın. Yeni geldiği dünyayı öğrenmeye can atan bu çocuk-kadının tuhaf hayatı, değişimin eşiğindeki Glasgow’un büyüleyici atmosferinden Paris’in genelevlerine kadar yapacağınız gerçek üstü bir yolculuk.
“Frankenstein” ile “Jane Eyre”i sentezleyen gotik bir hikâye olarak başlıyor. Frankenstein’ın canavarına benzeyen tanrı-kompleksli, çılgın bir bilim adamı figürü olan Godwin Baxter, intihar eden hamile bir kadının cesedini kurtararakhayata yeniden döndürüyor, karnındaki bebeğin beynini kadının (Bella) kafatasına yerleştiriyor.

Bella’nın haz ve deneyim peşinde bir çocuk olarak başladığı yolculuk, Max ile Godwin’in ardından ona sahip olmak isteyen bir başka erkeğin, Duncan’ın kısıtlayıcı davranışlarının da etkisiyle kesintiye uğruyor. Duncan Bella’yı bir gemi yolculuğuna çıkarıyor. Bella’nın “hayatın tüm acılarıyla” karşı karşıya kalması çok sürmüyor. Gemide iki entelektüelle tanışan Bella, dünyanın kötülüğü ve insanların acımasızlığıyla ilgili yeni gerçekler öğreniyor, kitap okumaya başlıyor. İskenderiye limanında gördüğü korkunç yoksulluk ve şiddet beyninde büyük bir kırılmaya neden oluyor. Toplumsal cinsiyet rollerini, ahlak kurallarını, sınıfsal ayrımları, emek sömürüsünü, yoksulluğu, savaşı ve şiddeti duymamış, henüz duyuları birbirinden ayrışmamış olan Bella, çocuksu iyimserliğiyle çıktığı bu yolculuktan büyümüş olarak geri dönüyor.
Hikâyenin aslında iki ana meselesi var; birincisi, Bella’nın cinsel ve politik kimliğinin doğup gelişmesi ve toplumsal cinsiyet normlarına başkaldırısı. İkincisi ise, Bella’nın yolculuğunda dünyanın tüm acılarını, adaletsizliklerini anlamak için verdiği müthiş entelektüel ve yaşamsal çaba.
Önce film…

Senaryosunu Tony McNamara’nın yazdığı, Venedik’ten Altın Aslan’la dönen ve 4 dalda Oscar alan (En iyi kadın oyuncu –Emma Stone-, en iyi prodüksiyon tasarımı, en iyi kostüm tasarımı ve en iyi saç/makyaj) Zavallılar’dayönetmen Yorgos Lanthimos, meraklı ve sabırsız bir çocuk-kadının büyüme hikâyesini, hızlandırılmış bir kadın özgürleşmesi olarak kendine has filmografisi ile anlatıyor. Ancak, kitabı okuduktan sonra film, kitaptaki detayların eksikliğini hissettirebilir. Karakterlerin içsel yolculukları ve karmaşıklıkları, filmde daha az vurgulanıyor.
Lanthimos’un bakış açısında, Bella’nın kimseye benzemeyen dolaysız ve dürtüsel dünyasını dışa vururken çoğunlukla el yapımı olan görkemli setlerden yararlanması, İskenderiye’de geçen sahnedeki sınıf ayrımı vurgusu, derin bir uçurumla zenginlerden ayrılmış olan yoksullar gibi bir çok sahne oldukça lezzetli ve çarpıcı bir deneyim yaşatıyor izleyicisine. Buna ek olarak Lanthimos’un konvansiyonel sinemayı yıkan sinematografisinde, görüntüyü bozup çarpıklaştıran balık gözü lensleri ve aykırı kamera açıları dikkat çekiyor.

İskoçyalı yazar Alasdair Gray’in aynı adlı romanından uyarlanan film, kitabın farklı zamanları iç içe geçiren postmodern anlatım tarzını, zamanı ve mekânı fantastik bir görsel dünyanın yardımıyla sinema diline çeviriyor. 1800’lerin sonunda geçen hikâyenin 1974’ten bakılarak anlatıldığı kitapta ise, metin içinde farklı anlatıcılara tanık oluyorsunuz. “Güvenilmez anlatıcılarla dolu”, içe içe geçmiş, kendi gerçekliğini sürekli sorgulayan bir hikâye. Neden güvenilmez anlatıcılar sorusunun cevabını ise kitabı okursanız alabilirsiniz. Özellikle kitabın sonunda Bella’nın kendi ağzından yazdığı mektup, hikâyeyi delik deşik edecek başka bir gerçeklik sunuyor.
Hem filmde hem de kitapta Steampunk estetiği ve retrofütüristik bir atmosfer hâkim. Steampunk, 19. yüzyılın sanayi devrimi ve Victoria döneminin estetiğinden ilham alan bir bilim kurgu ve fantastik türdür. Steampunk, tarihle alternatif bir gerçeklik arasında bir köprü kurar ve bu dönemin teknolojik ilerlemelerini temel alırken aynı zamanda fantastik ve hayali unsurlar ekler.
Kitap…

Kitap, beni derinliklere çeken elimden düşüremediğim, bir çırpıda okuduğum bir eser. Karakterler, iç dünyaları, yaşadıkları çatışmalar ve eserin altında yatan derin temalar, beni gerçekten etkiledi. Özellikle Bella Baxter’in çocuksu inadı ve güçlü iradesi ve trajik geçmişi, beni derinden sarstı.
Alasdair Gray’in ürkütücü çizimleriyle bezeli bu ilham dolu çılgın eser, sınıf züppeliğinden İngiliz emperyalizmine, erdem taslamaktan genel geçer bilgeliğe, kısacası eline ne geçirirse yerden yere vuruyor…
Alasdair Gray, karakterlerin psikolojik derinliğini mükemmel bir şekilde yansıtıyor ve okuyuculara gotik edebiyatın öğelerini modern bir şekilde kullanarak, okuyuculara fütüristik ve gizemli bir atmosfer sunuyor. Hikâye, beklenmedik dönüşler ve olay örgüsü ile dolu, okuyucuları sürekli olarak şaşırtıyor.
Kitapta hikâyenin büyük kısmını Max McCandles’ın sesinden dinliyoruz, dolayısıyla Bella’ya bir erkeğin gözünden ve fantezi dünyasından bakıyoruz. Ancak Alasdair Gray muzip ve akıllıca bir edebî hamleyle, dinlediğimiz tüm hikâyenin bir erkeğin gözünden anlatıldığını ve aslında Bella’nın yine her şeyiyle bir erkeğin fantezisi olduğunu açığa vuruyor. Kitabın son bölümünde, tüm hikâyeyi kısaca bu kez Bella’nın torununa ithafen yazdığı bir mektupta okuyoruz.
Bella Baxter dişi bir Frankenstein hikayesi mi?

İki hikâye birçok yönden benzerlik ve farklılıklar gösteriyor. İşte bu iki hikâye arasındaki bazı karşılaştırmalar:
Köken ve Yaratılış: Bella Baxter, Alasdair Gray’in “Poor Things” adlı romanındaki kurgusal bir karakterdir. Frankenstein ise Mary Shelley’nin “Frankenstein ya da Modern Prometheus” adlı romanında Dr. Victor Frankenstein tarafından yaratılan kurgusal bir canlıdır.
Yaratıcının Rolü: Bella Baxter, insan olarak doğmuş ve sonradan karnındaki bebeği ile tıbbi bir manipülasyona maruz kalmış bir karakterdir ve üzerine olağanüstü güçler, yetenekler veya yaratıcı müdahaleler eklenmemiştir. Frankenstein ise, bilim adamı Victor Frankenstein tarafından yaratılan, çeşitli ceset parçalarının birleştirilmesiyle canlandırılan bir yaratıktır.
İnsanlık Duygusu: Bella Baxter, tam anlamıyla insan bir karakterdir ve insana özgü duygulara, düşüncelere, hedeflere ve arzulara sahiptir. Frankenstein ise, bir yaratık olarak insanlık duygusunu keşfetmeye çalışırken çeşitli zorluklarla karşılaşır ve diğer insanlarla olan ilişkilerinde de uyumsuzluklar yaşar.
Toplumsal Kabul: Bella Baxter, çok güzel ve çekici bir kadın olarak toplum tarafından genellikle kabul edilen bir bireydir. Frankenstein ise, dış görünümü ve yaratılışının doğası nedeniyle toplum tarafından dışlanmış ve korkulan bir yaratık olarak algılanır.
Tema: “Poor Things” romanı, aşk, özgürlük ve cinsiyet üzerine birçok temayı ele alırken, Frankenstein romanı ise bilimin sınırlarını, yaratıcılığın sorumluluğunu ve insanın doğaya müdahalesinin sonuçlarını ahlaki açıdan sorgular.
Bella Baxter nasıl bir karakter?

“Poor Things” romanındaki Bella, güçlü bir karakterdir ve feminist bir perspektiften baktığınızda bazı özelliklerle ve vurucu temalarla karşılarsınız.
Bella, kendine özgü bir kişiliğe sahiptir. Hayatını kendi istekleri ve hedefleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışır. Bu, Bella’nın bağımsızlık ve özgürlük arayışını temsil eder. Toplumun ona dayattığı cinsiyet rollerine meydan okur ve kendisi için doğru olanı seçer. Romanda, Bella’nın başarılı bir akıl doktoru ve feminist olarak var olduğunu görebilirsiniz.
Bella, kendi hikayesinin aktif bir şekilde kontrolünü ele alır ve kendi geleceğini şekillendirme çabası içine girer. Bu, kendi kararlarını kendisi alan ve başkalarının isteklerine boyun eğmeyen Bella’nın bireysel özgürlüğüne ve kendi hayatının efendisi olma çabasına olan feminist tutkusunu yansıtır.
Romanda, Bella’nın diğer kadın karakterlerle dayanışma içinde olduğu, kadınların güçlenmesi ve birbirlerine destek olmalarının önemini vurgular. Bella, başkalarını motive eder, savunur ve kadınların sosyal ve siyasal eşitlik için bir araya gelmesine katkıda bulunur.
Bella Baxter ile Dr. Godwin Baxter arasındaki ilişki, “Poor Things” romanının merkezine oturtulmuştur;
Yaratıcı ve Yaratılan – Bella, Dr. Baxter’ın eseri olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, Bella ve Dr. Baxter arasındaki ilişki yaratıcı ve yaratılanın ilişkisini temsil eder.
Bağımlılık ve İlişki Güçleri: Bella, Dr. Baxter’a güven duyar ve onun yardımına ihtiyaç duyar. Baxter da Bella’yı kendi hayalleri ve arzuları doğrultusunda şekillendirmeye çalışır. Bu, Bella ile Dr. Baxter arasındaki bağımlı bir ilişki olduğunu gösterir.
Manipülasyon ve Kontrol: Dr. Baxter, Bella üzerinde kontrol kurmaya ve onu yönlendirmeye çalışır. Bella, zaman zaman Dr. Baxter’ın baskısı altında hisseder ve kendi istekleri ve hedefleri yerine Dr. Baxter’ın isteklerine boyun eğmek zorunda kalır.
Karşılıklı Etkileşimler ve Dönüşümler: Bella ve Dr. Baxter, birbirlerinin hayatlarına derin etkilerde bulunurlar. Bella, Dr. Baxter’ın yaratıcı gücünden yararlanırken, Dr. Baxter da Bella’nın hayatını kontrol etme ve onu kendi amacı doğrultusunda kullanma potansiyeline sahip olur.
Bu ilişki, “Poor Things” romanındaki temel dinamiklerden biridir. Bu ilişki, yaratıcının ve yaratılanın dinamiklerini, insan ilişkilerini ve güç dengelerini ele alır.
Filmde bu derinlikleri aynı ölçüde hissedemesemde, her iki deneyim beni etkiledi ama farklı şekillerde! Kitap, derinlikli karakter portreleri ve karmaşık hikâye kurgusuyla beni büyülerken, film görsel açıdan etkileyici sahnelerle beni içine çekti. Hangisinin daha tatmin edici olduğu ise kişiden kişiye değişebilir.
Sonuç olarak, Alasdair Gray’in Poor Things’i, edebi dünyanın nadir bulunan mücevherlerinden biri. Yaratıcı kurgusu, derin karakterleri ve etkileyici anlatımıyla, bu eser okuyucuları derin düşüncelere sevk ederken, aynı zamanda büyüleyici bir okuma deneyimi sunuyor. Kesinlikle herkesin kitaplığında bulunması gereken bir yapıt.
Son sözüm ise biz kadınlara…
Aslında biz kadınların içinde de toplumsal cinsiyet rollerine, ahlak kurallarına, sınıfsal ayrımlarıa, emek sömürüsününe, yoksulluğa, savaşa ve şiddete başkaldıran çılgın ve özgür bir çocuk olduğunu düşünecek olursak; hepimizin içinde Bella’dan bir parça olduğunu düşünebiliriz. Sevgili Bella Baxter’a saygı ve sevgiyle…

Farah Nasser
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi, Sahne Görüntü Sanatları, Dekor ve Kostüm Bölümü mezunudur. Reklam ve iletişim sektöründe 32 yıllık profesyonel iş tecrübesinin yanı sıra uluslararası firmalarda marka danışmanlığı yapmaktadır. Halen bir reklam ajansında Yaratıcı Grup Direktörüdür. Fotoğrafçılığı ve yazarlığı tutkulu bir hobi olarak devam ettirmektedir. Lübnanlı bir baba ve Türk bir anneden oluşan ailesinde 3 dil birden konuşulduğu için; Türkçe, Arapça ve İngilizceyi aynı anda öğrenmiştir.


