Leyla Navaro bir psikolog olarak aynı zamanda çok değerli kitapların yazarı. “Tapınağın Öbür Yüzü”, “Gerçekten Beni Duyuyor musun?”, “Bir Cadı Masalı”, “İki Boy Ufak Papuç” gibi hem isimleri hem de içerikleri ile insana dair ilginç bilgiler paylaşan Navaro, bilimsel gerçekleri herkesin anlayabileceği şekilde yazıya döküyor. Leyla hocamla, aslında konuşmak istediğim birçok konu var, ancak herbirini ayrı ayrı konuşmak ve daha iyi sindirebilmek için bu röportaj için bir kitabını seçtim. O da; “Haset ve Rekabet – Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan” adlı eseri oldu. Önce okuyup, sonra sorularımı yönelttiğim Leyla Navaro ile haset, kıskançlık ve rekabet üzerine hem bilgi dolu hem de keyifli bir röportaj yaptık. “Sorun duygularda değil, davranışlarda” diyen Navaro, duyguların bizi iyi ya da kötü insan yapmadığını, sadece insan yaptığını söylüyor. Devamı röportajda…
NİLGÜN KARATAŞ

- Öncelikle şunu sormak istiyorum; size bu kitabi yazdıran itki ne oldu? Şüphesiz, gözlemleriniz, çalışmalarınızın bunda payı büyüktür; nasıl bir gereklilik gördünüz bu kitabı yazarken?
DUYGULARIN ENERJİSİ CEVHERDİR!
Güçlü duygularla çalışmak her daim merakım oldu: Yıllarca yaratıcı kızgınlık ve öfke atölyeleri yönettim, terapilerimde öfke ve kızgınlığı çalışırım. Duyguların enerjisini yıkıcı değil de yaratıcı olarak kullanmaya inanıyorum, yaratıcılık deyince sadece sanatsal yaratıcılıktan söz etmiyorum, kendini, benliğini, hayatını, ilişkilerini yaratmaktan söz ediyorum. Çoğunlukla zorlu duygular kendine ve karşı tarafa zarar verecek şekilde yanlış kullanılır. Oysaki bu duyguların enerjisi kişinin kendini keşfetmesi, geliştirmesi, ilişkisini iyileştirmesi için bir cevherdir. Kıskançlık, haset ve rekabet de hızlıca gerek kişinin kendine, gerekse ilişkilerine zarar veren içe ve dışa vurumlar oluşturur. Ve sorun çoğunlukla duygunun kendinde aranır: ‘Neden kızıyorsun? Kıskanacak ne var?’ türü suçlamalar…
Oysaki sorun duygularda değil, davranıştadır. Duygu bize ruhumuzun ne durumda olduğunu, ne hissetmekte olduğumuzu anlatır. Sorunu yaratan ise davranış ve tutumlardır: kıskanan kişi hem karşı tarafa, hem de kendine zarar verir.
Ben çalışmalarımda bu duyguları tanıyıp, isimlendirip, içe ve dışa vurumunu dönüştürüp, duygunun enerjsini kişisel gelişim yolunda kullanmayı öneriyorum. Örneğin, çocuklarım henüz küçükken hem anne, hem ev kadınlığı arasında üniversite yüksek lisansımı da bitirmeye çalışırken bir komşumun balkonunda her gün hiçbir şey yapmadan ufka bakarak kahve içmesi beni son derece hiddetlendiriyordu. O kişiyi ‘tembel, sorumsuz, cahil, yaşam paraziti…’ gibi aşağılayıcı sıfatlarla niteliyor, sinir oluyordum. Ta ki ona aslında ne denli haset ettiğimi kavrayana kadar: ben sorumluluklarım arasında durmaksızın koştururken o rahatça ve uzun uzun keyif yapıyordu! Durumu kavrayınca, yani kızgınlığımın kökeninin haset olduğunu anlayınca, ben de “hiç değilse her sabah çocuklar uyanmadan kendime yarım saatlik bir kahve molası” sunmaya karar verdim. Komşuma kızgınlığım ve hasetim geçti, hatta ona içimden teşekkür ettim. Duygunun hırçın, zarar veren içe ve dışa vurumu yerine kendini, gününü, hayatını yaratmaya kullanımına bir küçük örnek olabilir…
KISKANÇLIK VE HASET ARASINDAKİ FARK
- Hocam, kıskançlık ile haset birbirine karıştırılan duygular. Bunu kitabınızda çok güzel açıklıyorsunuz; okurlarımız için de bu iki duygunun kökenleri ve aralarındaki belirgin farklılıklarına değinir misiniz?
Kıskançlık kayıp duygusu ile ilintili, ilgi, sevgi, dikkatin kaybı gibi. Örneğin; ikinci çocuk doğduğunda annenin dikkat ve vaktinin yeni çocuğa odaklanmasıyla hissedilen sevgi, ilgi kaybının hüsranı. Romantik ilişkilerde, dikkatin yeni bir kişiye odaklanmasında yaşanan gerçek veya hayali ‘kayıp’ duygusu. Kayıp korkusu hızla öfkeye dönüşür.
Haset ise eksiklik duygusuyla hissedilir. Bu gerçek veya hayali bir eksiklik olabilir. Yani ‘onda var, bende yok’ düşüncesinin yarattığı eziklik ve hüsran. Ve bu duyguların hızla dönüştüğü öfke.
Kıskançlık yakın ilişkilerde, özellikle sevgi, ilgi içeren ilişkilerde yaşanır. Yitirilmekten korkulan sevgi, ilgi, biriciklik gibi özelliklerin ilişkiye bir üçüncünün girmesiyle yaşanan kayıp korkusu öfke yaratır.
Haset ise kendimizde olmayana sahip olan veya çok ihtiyaç, arzu hissettiğimiz özelliğe sahip kişiye duyulan öfkedir. Bizde eksiklik, eziklik duygusu yarattığı için öfkeleniriz.
HASET İLKEL BİR DÜRTÜ
- Hocam haseti çok güçlü bir duygu olarak görüyor ve o noktaya gelmenin çok da kolay olmayacağını düşünüyorum. Siz de hasetin acı verici bir duygu olduğundan söz ediyorsunuz? Bu yakıcı duygu nereye kadar normal, hangi aşamadan sonra patolojik olarak değerlendirilebilir?
Haset eziklik, eksiklik, yetersizlik, küçük düşme gibi duygular yaşattığı için hızla öfkeye dönüşüyor. Bu duygulara sebep olan kişiye öfkelenir, bu keskin acıyı yaşamamak için ‘sebep olanın’ yok olmasını isteriz. Bu ilkel bir dürtüdür. Her zaman savunduğum gibi sorun duygularda değil, duygunun yarattığı davranışlardadır. Duygular ruhumuzun ne durumda olduğunu bize duyurur. Bununla nasıl baş ettiğimiz, ne yaptığımız veya ne yapmadığımızdır sorunu oluşturan. Duygunun davranışa geçerek dışa vurumu (örneğin; öfke) ilişkide sorunlar yaratır. Duygunun davranışa geçmeyip içe vurumu ise kişinin ruhunda ve bedeninde sorunlar yaratır. Bağışıklık sistemimizin güçsüzleşmesi sonucu çeşitli psikosomatik rahatsızlıklar, migrenler, gastrit, ülser türü rahatsızlıklar gibi depresyon, asabilik, ruhsal çöküntü, yaşamdan tat alamamak türü psikolojik rahatsızlıklar duyguların içe vurumuyla oluşur. Bu nedenle duyguları tanımak, isimlendirmek, kabul etmek duyguların etkisini bir miktar dindirir.
HASRET ETTİĞİMİZ AMAÇ…
Kabul oldukça sihirli bir tutumdur. Kabul ettikten sonra bu duygunun enerjisini nasıl kullanabileceğimize karar verebiliriz. Örneğin; haseti normal, insanca bir duygu olarak kabul etmemiz, nedenini anlamamız, haset duygusunun enerjisini benliğimizin veya yaşamımızın gelişmesine yönelik kullanmamız mümkündür.
Haseti bir gelişim mesajı olarak görebilir, aslında has(r)et ettiğimiz amaca yönelik neler yapabileceğimizi planlayabiliriz. Buna karşılık hasetin yarattığı eziklik ve öfke takıntı haline dönüşünce patolojik boyutlara ulaşılıyor. Takıntı boyutu tedavi edilmezse kişinin hem kendine hem çevresine zarar veren davranışlar oluşur.
- Kıskançlık, hasete göre daha az karmaşık bir duygu gibi görünüyor, hemen her canlı da olan -kedilerim arasında bile- gözlemliyorum. Eşler arası, kardeşler arası, ilişkilerde bu duyguyu doğru yöneterek, tatlı bir oyun şeklinde sürdürmek mümkün mü? Yoksa kıskançlık da kontrol edilmesi gereken, patolojik sonuçları olabilen yakıcı bir duyguya evrilebilir mi?
Evet, kıskançlık yakın ilişkilerde sık yaşanan doğal bir duygu. Anlaşıldığı, kınanmadığı, yok sayılmadığı zaman bu duyguyu tatlı bir oyuna dönüştürmek mümkün. Biz ailede ‘çat’ diye tanımlarız, yani ‘çat diye çatladım’ tarzı. Yani duyguyu normalleştirmek önemli. Duyguyu isimlendirip kabul etmek negatif enerjisini düşürür. Romantik ilişkilerde hafif kıskançlık cilve, çekim ve cinselliği teşvik edebilir.
- Kitabınızda rekabet kavramının üzerinde duruyorsunuz. Kıskançlık ve haset açısından baktığımızda; rekabet neden midir, sonuç mudur? Bir psikolog olarak rekabeti nasıl tanımlarsınız?
Rekabet temelde daha iyi performans göstermeye doğru itekleyen bir duygudur. Yanındakinin daha iyi olduğunu deneyimlemek kişinin kendini aşma motivasyonunu güdümler. Rekabetin temel amacı performansın daha üst seviyeye çıkmasını sağlamaktır. Rekabet hem neden hem de sonuç olabilir.
- Hocam rekabeti; doğamızdaki rekabet ve dayatılan rekabet olarak ayrıştırmak mümkün olabilir mi? Günümüzde rekabet duygusu çok körükleniyor ve başarının anahtarlarından biri gibi sunuluyor. Bu yaklaşımı nasıl buluyorsunuz?
Evet doğamızda kıyas oldukça rekabet de oluşur. Bu doğaldır. Ancak dayatılan rekabet çoğunlukla ebeveynlerin kendi rekabet duyguları nedeniyle, adeta kıyaslayarak motive edecekleri yanılgısıyla oluşur.
Kapitalist sistem öncelikle eril rekabet temelinde kurulmuş olduğundan, acımasız rekabet bir değer mertebesine yükseltildi. ‘Kazan/kaybet’ yöntemi bir başarı anahtarı gibi sunuluyor.
Araştırmalar rekabetin erkeklerde testosteronu (erkeklik hormonu) yükselttiğine işaret ediyor. Kadınların iş hayatına daha çok dahil olmasıyla ‘kazan/kazan’ yaklaşımı, yani ‘hep birlikte kazanalım’ yaklaşımı değer kazanmaya başladı nihayet.
- Leyla Hocam özellikle çocuklarını yarış atı gibi gören aileler, kıskançlık, haset, rekabet gibi duyguları körüklerken, bilmeden çocuklarını sakatlıyor diye düşünüyorum. Yetişkinlik döneminde insanı yakan bu duyguların kökeninde çocukluk dönemi ne kadar etkili?
Evet haklısınız, son derece etkili. Ebeveynler maalesef kendi içlerinde halletmemiş oldukları kıskançlık, haset ve rekabet duygularını çocukları üzerinden halletmeye çalışıyor ve bu çocuklarda gereksiz sorunlara yol açıyor.
- Kitabınızda özel olarak bir başlık açtığınız “kıyas” meselesi var bir de. Çocukluğumuzdan itibaren çoğumuzun maruz kaldığı kıyas, ebeveynler tarafından bir motivasyon aracı gibi kullanılıyor. Bu konuda özellikle ebeveynleri bilgilendirir misiniz; kıyas çocuk gelişiminde nasıl bir faktördür?
Çocuk gelişiminde kıyas çok sağlıksız bir tutumdur. Çocuğun kendini yeterli, biricik hissetmesine engel olur. Kıyası motivasyon, yani güdüm için kullanmak çocuğun özgüvenini zedeler, o da kendini sürekli kıyaslamayı öğrenir, biriciklik duygusunu ve özgüvenini yitirir.

- Hocam hasetle ilgili çok da sevdiğim bir tanımınız var: Ha(s)ret. Hasreti, haset ve arzunun bilinçaltı tangosu olarak adlandırıyor, kitabınızda çok güzel anlatıyorsunuz. Kitabı henüz okumamış okurlarımız için ‘has(r)et’ duygusunu açar mısınız?
İyi bakıldığında haset, aslında hasret ettiğimiz bir duruma işaret etmekte… ‘Aslında haset duygum neyi işaret ediyor?’ sorusunun arayışı bizim kendimizde geliştireceğimiz yönlerimize ışık tutar. Enerjimizi haset ettiğimize öfkelenmek yerine, kendimizde gerçekleştirmek istediğimiz yola yöneltebiliriz. Haset aslında bir gelişim mesajıdır, yapmayı, elde etmeyi çok arzu ettiğimizi bize işaret eden duygudur. Haset duygusunun ivmesini daha ileri gitmek, arzu ettiğimizi başarmak, kendimizi geliştirmek için kullanabiliriz. Kimi zaman daha ileri gitmek için haset etmeyi özlerim.
- Kitabınızda çok sevdiğim bir bölümde haset ve kıskançlık konusundaki çifte standartlara dikkat çekiyor olmanız. Kıskançlık denilince, haset denilince akla daha çok kadınlar rekabet denilince de erkekler geliyor. Kıskançlık, haset, rekabet açısından bu cinsiyetçi yaklaşımları nasıl değerlendirmek gerekir?
Ataerkil kültürde tüm duygularımız ‘erile ve dişile yakışır’ zihniyetiyle bölüştürüldü. Yıkıcı rekabet erkeklere mahsus görüldüğü gibi (örneğin; savaşçı, agresif kadınlara kültürümüzde ‘Erkek Fatma’ denilmesi) zayıf, ezik hissettiren, küçük düşürücü kıskançlık ve haset kadınlara atfedildi. Kıskançlık ve haset karşı tarafın sanki göreceli üstünlüğünü çağırıştırdığı için erkeklere yakıştırılmıyor, oysaki kültürümüzde taşkınlık, saldırganlık ve cinayetlerin çoğu erkeklerin kıskançlık ve hasetinden kaynaklanıyor. Kaldı ki günümüze dek cinsiyet eşitsizliğinde kavrulan bir toplumda kadınlar neden erkeklerin ‘doğuştan gelen, kendinden menkul’ üstünlüğüne özgürlüğüne haset etmesin ki?
SOSYAL MEDYA HASET VE REKABETİ KIŞKIRTIYOR
- Modern toplumda haset ve rekabetin daha yaygın hale geldiğini düşünüyor musunuz? Bu noktada konuyu sosyal medyaya da getirmek istiyorum, bu konudaki gözlemlerinizi ve saptamalarınızı merak ediyorum. Sosyal medyanın haset ve rekabet duygularını artırdığını düşünüyor musunuz?
Evet, kesinlikle düşünüyorum. Sosyal medya haset ve rekabet duygularını kışkırtarak ivme ve para kazanıyor. Sadece güzellik, mutluluk, ulaşılması güç ortamların sahnelendiği sahte bir evren sunulmakta… Ne yazık ki bu kısıtlı ve yapmacık dünyayı gerçek zannedip hayıflanan, kendini eksik ve kötü hisseden pek çok insan var. Haliyle yetersizlik ve haset duygularının kabarması, rekabetin ivme kazanması, sonuçta daha fazla tüketime yönelme amaçlanıyor.
- Hocam sosyal medyada yansıtılan ‘mükemmel’ hayatlar, ‘süper insanlar’ bir yandan seyir keyfi veriyor ancak bir yandan da eksiklik, yoksunluk duygularını besliyor. Özellikle gençler ve sosyal medya açısından konuyu biraz daha açarsak; sosyal medya bu noktada gençlerdeki haset gibi duygusunu tetikler mi? Bu durumun gençlerin mutsuzluğunu artırıp, sorunları büyütmemesi için nasıl bir yaklaşım izlenebilir?
Evet, biraz önce açıkladığım gibi sadece gelir düzeyi yüksek kitlenin gidebildiği mekanlar, yiyip içilenler, kusursuz yüz ve bedenler, aşklar ve mutluluklarla bezeli bir daracık dünyanın adeta tek gerçekmiş gibi sergilenmesi buna erişemeyenlerin mutsuzluk, yoksunluk, yetersizlik, hırs, öfke, haset, eziklik duygularını haliyle besler. Bu duyguların denetlenememesi kolaylıkla saldırganlığa dönüşür ki bu saldırganlık dışa ve içe (bedene) dönük olabilir. Genç kızlarda yeme bozuklukları, kendini yetersiz görme, özgüven eksikliği gibi ruhsal zorluklar, erkeklerde başarısızlık duygusu, özgüven düşüklüğü, aşırı hırs, saldırganlık, zorbalık gibi sorunlara sebep oluyor. 10 yaş altı küçük kızların makyaj malzemelerine düşkünlükleri yine kapitalist düzenin kendine yeni müşteri kitleleri aramasının hazin sonucudur.
Sağlıklı yaklaşım aileler, okullar ve eğitimciler kadar sorumlu medya kurumlarının bu konuda bilgi ve bilinç içinde olması, çocuklara ve gençlere dünyanın ve hayatın sadece bu minik ekranlarda teşhir edilenlerden ibaret olmadığını anlatabilmesi, aile bireylerinin de kendilerine bu konuda çeki düzen vermesi gibi önleyici ve bilinçli tutumlar olabilir.
- Hocam dediğiniz gibi; duygular bizi iyi veya kötü insan yapmaz, sadece insan yapar. Duygularımızı tanımanın, farkındalığın önemi nedir bu noktada? Hocam bir de duyguların enerjisinden söz ediyorsunuz. Gerçi günümüzde enerji denilince çok farklı kişiler, bilimdışı kanallar anlaşılabiliyor. Siz diyorsunuz ki; tüm duygular gibi, haset ve rekabet de güçlü bir duygusal enerjiyle yüklüdür. Bu enerjiyi yönetmek, kontrol etmek, olumlu bir alana yönlendirmek mümkün mü?
Tabii ki mümkün! Öncelikle duyguyu tanımlamak, anlamak, ve kabul etmek gerekiyor.
Duygular bizi iyi veya kötü insan yapmaz, sadece insan yapar. Yaşanmakta olan duyguyu tanımlamak, anlamak, kabul etmek insanı rahatlatır, zihin ve bedendeki duygusal enerji, stres hafifler, sonrasında duyguyu denetlemek, yönetmek daha mümkün olur.
Mesela kızgınlık ve öfkenin ham hali ilkel saldırganlıktır. Oysaki niçin ve neye kızdığımızı anlar, kızgınlığın altındaki temel duyguyu (örneğin; sıkıntı, küçük düşme, eziklik, çaresizlik, vb.) tanımlarsak, çözümüne yönelebilir, öfkenin ham enerjisini daha sağlıklı yönetmemizin yolu açılır. Bunu da gelişimimiz için kullanabiliriz: kendimizi, yaşamımızda veya ilişkide iyi gitmeyen bir şeyleri değiştirmek gibi. Unutmayalım değişim ve devrimler kızgınlık enerjisi ile gerçekleşirler.
OUROBOROS KENDİ GÜCÜNÜ YİYEREK GÜÇSÜZLEŞİR
Hocam, kitabınızın adında ve kapağında yer alan ‘Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan’ mitine değinmek isterim. Neden Ouroboros simgesini seçtiniz?
Ouroboros mitolojide kendi kuyruğunu sürekli yemekte olan yılanı simgeliyor. Aslında yılan kendi kuyruğunu yemese ilerleyip yoluna devam edecek. Kuyruk psikolojide gücü (penis) simgeliyor. Yani Ouroboros kendi gücünü yiyerek güçsüzleşiyor. Bence kıskançlık ve haset duyguları da insanda kendini kemirme, yaşam gücünü sadece bu konuya odaklayarak boşa harcama, yanlış yerde kullanma, saldırganlıkla tüketme potansiyeline sahip. Yani haset ve rekabet yaşayan insan Ouroboros gibi kendi kendini yer ve gücünü doğru yerde, yani kişisel gelişiminde kullanamaz.
- Hocam, bana göre bu kitabınızı herkes okumalı, kendi duygularımızı tanımak açısından çok iyi bir kaynak. Siz bu kitabı kimler için yazdınız, özellikle kimler okumalı?
Vallahi kıskançlık, haset ve rekabetten acı çeken ya da bilinçlenmek isteyen okurlar için yazdım…
LEYLA NAVARO KİMDİR?
Leyla Navaro, İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde Psikoloji bölümünde, yüksek lisansını ise Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesinde öğretim üyeliği yapan yazar, kişisel gelişim ve bireysel potansiyel oluşumu konusunda çalışmalar yaptı. Navaro, ilk kitabını 1987 yılında yazdı. IAGP Uluslararası Grup Psikoterapileri Derneği yönetim kurulu üyeliği ve Türk Psikologlar Derneği Akademik kurul üyeliği gibi, ulusal ve uluslararası pek çok görevde bulunmuştur.
Leyla Navaro’nun Kitapları
- Gerçekten Beni Duyuyor musun?
- Tapınağın Öbür Yüzü: Bağlılık ve Bağımlılık Üzerine
- Bir Cadı Masalı: Kızgınlık ve Güç Üzerine
- Haset ve Rekabet – Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan
- İki Boy Ufak Pabuç, Depresyonda Kadın ve Erkek Farkları
- Dile ki Uzun Sürsün Yolun
- Başka Bir Anne

H. Nilgün Karataş
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden “gazetecilik yapmayacağım” diyerek mezun oldum ve yıllarca Milliyet, Dünya, Günaydın, Akşam, BusinessWeek Dergisi, Para Dergisi ve Hürriyet Gazetesi’nde “çok severek” çalıştım. Uzmanlık alanım ekonomi gazeteciliği olmasına karşın kitaplar ve filmler beni her zaman büyüledi, hayatı onlar üzerinden çözümlemeyi sevdim. Hep yazdım, çok yazdım; ilk yayımlanan romanım Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar oldu, Halen Suare Dergi, Bianet, Distopya ve Yeni Sinema Dergisi için yazarken öykü, roman ve senaryo çalışmalarımı da sürdürüyorum. Bu arada ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü öğrencisiyim.



1 Yorum
Pingback: Dar Zamanlar: Kendi cennetinden kendini kovanların hikayesi - Suare Dergi - Film - Kitap - Sanat - Hayat ve Dahası