Sahilde Kafka, Haruki Murakami’nin eserleri arasında belki de en önemlilerinden biri . 15 yaşındaki Kafka Tamura ile Satoru Nakata adındaki yaşlı adamı iki ana karakter olarak merkezine alan roman; bireysel yolculuk, kader ve kimlik arayışı gibi temalar üzerinden okuruna da kendini sorgulatıyor. Acaba iki karakter sandığımız hayatın başka evrelerini yaşayan tek bir kişi olabilir mi? Roman daha birçok soruyla okurunu düşünmeye yönlendiriyor.
TUBA AYŞE ÖZGÜR

Sahilde Kafka romanı hakkındaki düşüncelerime başlamadan önce, aslında Kafka’nın anlamını aktarmak isterim. Kafka ismini, Çek kökenli ünlü yazar Franz Kafka’nın soyadı olarak biliriz. İsmin kökeni, Çekçede “kavka” yani “karga” kelimesine dayanır. Karganın etimolojik altyapısına baktığımızda, bilgelik ve zekânın sembolü olarak karşımıza çıkar. Hem gerçek dünyada hem de edebiyat ve mitolojide anlam taşıyan bir sembol olduğunun altını çizmek gerekir.
Bunları cebimizde tutarak, kitap hakkında kelimelerimi dökmeye başlayayım. Dolayısıyla Haruki Murakami’nin bu ismi seçmesinin rastlantısal olmadığını söylemek gerekir. İki ana karakterimizden biri olan Kafka Tamura’nın bilinçaltını ve içsel yolculuğunu bilgelik üzerinden yorumladığını görebiliriz.
Sahilde Kafka (Kafka on the Shore) romanı, hem edebiyat dünyasında hem de okuyucuları arasında çok katmanlı anlatımı ve felsefi derinliğiyle dikkat çeken bir başyapıttır bence.
Roman boyunca yazar, okuyucusuna çok cömert davranarak rüyayla gerçek arasındaki ince çizgide ilerleyen, mitolojik ve metafizik unsurlarla dolu etkileyici bir hikâye sunmakla kalmıyor, görsel olarak da içine alıyor.
Bireysel yolculuk, kader ve kimlik arayışı gibi temaları merkeze alırken, okuyucu hem zihinsel hem de duygusal bir maceraya çıkarken, kelimelerin arasında kendi yüzleşmeleri için de fırsatlar yakalıyor.
Roman, iki ana hikâye çizgisi etrafında şekilleniyor demek doğru olacaktır. Birincisi, 15 yaşındaki Kafka Tamura adında bir çocuğun babasından kaçışıyla başlayan, evi terk edişle yol alan bir hikâyeyle bizi kavrıyor. Kafka, özgürlüğünü ve kimliğini bulma amacıyla evini terk ediyor, babasının laneti ve annesi ile ablasının ortadan kayboluşuyla ilgili bir kaygıyla yola çıkıyor. İlerleyen zamanda ise Kafka’nın hikâyesi, fiziksel bir yolculuğun ötesine geçerek ruhsal bir savaşı da yansıtır hale geliyor.
Diğer yanda, Satoru Nakata adında yaşlı bir adamın hikâyesi ile karşılaşıyoruz. Nakata, çocukluğunda geçirdiği gizemli bir kazadan sonra zihinsel bir gerileme yaşamış, ancak kedilerle konuşma gibi doğaüstü yetenekler kazanmış bir karakter. Onun hikâyesi, Kafka’nın hikâyesiyle paralel bir şekilde ilerlerken, ikisi arasındaki gizemli bağlantı, romanın en büyük merak unsurlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu arada küçük bir parantez açmak isterim iki karakterin de aynı yollardan geçmesi acaba birbirlerinin devam eden hayatları olarak tek bir kişi oldukları düşünülebilir mi? Bu da bence okurken küçük bir not olarak cebinizde dursun.
Roman boyunca kimlik ve kader kavramlarının sorgulandığını görüyoruz. Kafka, kendini tanımlamak ve babasının lanetinden kurtulmak isterken, Nakata ise kendi geçmişini ve varoluşunun amacını anlamaya çalışıyor. Her iki karakter de kendi iç dünyalarıyla hesaplaşırken, kaderin kaçınılmaz doğasıyla hem kendilerini hem de okuyucuyu yüzleştiriyor.
Rüyaların ve gerçekliğin iç içe geçtiği bir dünyada geçen romanda, Nakata’nın rüyamsı deneyimleri ve Kafka’nın metafizik karşılaşmaları, okuyucunun düşüncelerini gerçekliğin sınırlarını sorgulamaya itiyor. Başta da dediğim gibi, satır araları felsefi anlamlar barındıran roman, kendimizi sorgulamak adına oldukça güzel bir çerçeve sunuyor.
Romanın ilerleyen yolculuğunda kedilerle konuşan Nakata ve yağan balık gibi doğaüstü olaylar, Murakami’nin mitolojik ve fantastik unsurlara olan ilgisini ortaya koyuyor. Ayrıca bu unsurlar, romanın kurgusunu daha da yoğun hale getirerek canlanan görüntülerle hayal dünyamıza eşsiz bir atmosfer yaratıyor.
Bütün bu büyülü ve belki de karmaşık denebilecek örgünün içinde Murakami’nin sade, akıcı ama bir o kadar da gizemli anlatımı, sorgusuz sualsiz okuyucuyu içine alıyor.
Çok katmanlı yapısı hem fiziksel hem de metafiziksel bir yolculuk hissi yaratıyor. Romanın büyük bir bölümü, okuyucunun anlamlandırması için bilerek muğlak bırakılan olaylardan oluşurken, bu Sahilde Kafka’yı biraz da şiirsel bir yapıya sokuyor.
Sahilde Kafka, Haruki Murakami’nin eserleri arasında belki de en önemli eserlerindendir demek çok iddialı olmaz sanırım. Roman, bireysel yolculukların evrensel çağrışımlarını, mitolojiyle modern çağı birleştiren zengin çıkarımlar sunarken hem felsefi hem de sanatsal bir deneyim arayan okuyucular için büyüleyici bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Herkesin farklı anlamlar çıkarabileceği, sınırsız bir anlatı düzlemi sunan bu romanı, tekrar tekrar okunmaya değer bir başyapıt olarak adlandırmayı kendi adıma uygun buluyorum.
Zekâ ve bilgeliğin, birçok metne göndermeler ve alıntılarla bezendiği; bir eser okurken birçok eserin arasına girmeyi de garanti eden bir kitap istiyorsanız mutlaka okuyun. Şimdiden herkese keyifli yolculuklar dilerim.

Tuba Ayşe Özgür
Communication Art’s Studio adlı akademide yaratıcı yazarlık eğitimi aldı. Çisenti Sanat Topluluğu ve Postüla adlı özel tiyatro gruplarında oyunculuk, drama, sosyoloji ve yazarlık alanında eğitimler alarak, çalışmalar yaptı. Ajans yöneticiliğinden içerik yazarlığına, çeşitli dergilerde içerik yazarlığından yayın koordinatörlüğüne kadar pek çok görev üstlendi. Halen “Atölye Bütünsel Edebiyat” adlı yazma atölyesinin kurucusu ve yöneticiliğini yapıyor ve çeşitli dergilerde yazıları yayımlanıyor. Pek çok kolektif kitapta öytüleri ile yer aldı. İlk romanı “Büyü Bozumu” 2022, “Benim Kalbim Dikdörtgen” adlı romanı 2023, “İçime Karga Uçuştu” adlı öykü kitabı da 2024 yılında yayımlandı.