Rüya gibi uçan, uçan yıllar
Biraz durun, durun biraz
Bu akılsız garip başa
Biraz vurun, vurun biraz…
Haberlerde günler öncesinden duyurulduk. Gelişimizi dört gözle bekleyenlerle birlikte vardığımızda kabusları başlayacak olanların korkusu, şen çığlıkların, açılmış kolların heyecanı olacağız. Hazırlıklar yapılıyor. Aynı anda hem hüznün, hem acının hem de sevincin yüklenmesi kütlemizden de ağır. Neyse ki yalnız değiliz. Diğerleri de öyle. Biraz kızıllaşsa, belki biraz parlasa sarı sarı ortalık. Biz yokuz mesela… Griden sonra var. Cemre de küstü bize kendisi ile aynı güne denk geldi diye ziyaretimiz oysa her şey vaktiyle güzeldi. Anlatamadım akışın dışında planlanana dahil olduğumuzu söyleyemedim. Gizlemedim de biliyorum bildiğini ve onun gibi diğerlerinin de öyle. Bizden önce ayaz gelsin ki açılsın barksızlara evler. Çözülsün bürokrasi. Bir toplantıya denk geldim “gidelim buradan” diyorlardı. “Gidelim, aç kalacağız.” Onlar da kaldılar çabuk olamadılar. Biz geldik. Geldi vakit artık usulca süzülelim. Her yere biraz. Bazen coşkuyla. Çabuk kalkalım ama buza tutmadan hayaller. Kayıp düşmeden, yara almadan, kırmızıya boyanmadan…
MEB izliyor, herkes temkinliyiz diyor. Çocuklar heyecanlı. Aşıklar da öyle planlar çoktan yapıldı. Şömine, Kayak. Yangın. 3:30. 78 can. Patili canlar sığındı. Sığınamayana da affola. Öyle ya daha cemreler bekliyor. Her şey sırayla… Yazıldığı gibi. Okunduğu gibi. Düşündüğün gibi. Bazen de dillendiremediklerimizi gibi.
Bir kadın var. Bağdaş kurmuş, iki ayak tahta masasını çekmiş bir şeyler yapıyor. Sıcacık evinde. Gözü hep dışarıda bize bakıyor. Fotoğraflıyor. Siliyor. Olmuyor tekrar, tekrar. Beğenmiyor. Yavaşlıyor. Sanıyor ki o ağırlaştırdığında biz hızımızı kesiyoruz. Yanılıyor. Herkes gibi. Sen gibi. Bir sarı taş geliyor. Usul usulgizlediğimi görmüş olacak. Nermin hanımın üzerimize fırlattığı artıkları. Al aşağı ediyor bizi. Tıktık, tık, tık. Oysa onu da uyardılar daha önce komşuları. Yapma dediler. Atma ulu orta dışarı. Dinlemedi. Tekrar, tekrar, tekrar… Neyse ki üzerime sinen izler kayboldu. Atıklar yok. Taş havalandı. Uzaklaştı. Kadın martıyı sığdırdı, kadrajda görüntüledi. Cıks.
Ne hoş, diye düşündü. Sonra bir huzursuzluk hali. Ya evi olmayanlar…
Oysa o da biz iner inmez atmıştı kendini sokağa. Yanaklarını, ellerini ısıran ayaza rağmen. Adımlarını saymadan. Hızlıca sıcacık kahve montu, botlarıyla bastıkça üzerimize keyifliydi her adımda… Kırç, kırç, kırç. Sokak ışıklarından yansıyan görüntümüzü merak etmişti. Caminin önüne kadar inmişti. Avludan seyir sefası.. Öyle camiyle falan da çok işi olmazdı oysa ki. Hevesi miydi ? Huzursuzluğu da, hüznü de ikircikli. Parmaklıkların ardından gözünü ayırmadan bizi izlerken bir yandan da kolları sürekli kıpırdıyor. Bir şeyler yazıyor. Hızlanıp aklını bulandırıyoruz, bazen usulca süzülüyor çoğu zaman durarak.
“Off. Saçma. Olmadı. Yazma. Ahmak. Oldu, oldu. Yaz sen.”
-Yazmak pratik işi. Yazdıkça gelişecek. Yetenek beceriye dönüşmeli…
“Dönüşecek mi? Sabırlı olmalıyım ama deli sabreder mi? Yazı. Delilik işi…”
Haliç’ten geçen sürünün sesleri. Hüzünlü vedalar gibi. Köpekler de yuvarlanıyordur. Bahçede misafirlerini bekleyen geline çok yakıştı duvağı. Yeşiline aklar düştü.
Birkaç kara taş daha süzüldü üzerimize. Diğerlerinden geriye kalanlar için. Tıktık, tık, tık. Hızlandıkça her yeri kapladık. Kapadık. Ah şu insanların sonsuzlaştırma çabası. Kadın tekrar baktı. Durduk. Hoşumuza gitmeye başladı bu saklambaç. O da karıştıkça, karıştı.
Dinggg !!
Son dakika; Yoğun fırtına nedeniyle, yarın okullar tatil.
Ne çok severdim çocukken dışarıda oynamayı. Annemlere -salçalı ekmek- için seslenmesek bakmazlardı bile. Üstümüz başımız sırıl sıklam. Çığlık çığlığa eller, ayaklar buz. Tek kural; akşam yemeğinde evde olunacak. Herkes aynı anda oturacak sofraya. Büyükler kalkmadan kalkılmazdı o sofradan.“Fırçala. Diş. Yıka. Soba. Sıcak. Leğende yıkan. Yerine yenisi yaptılar. Kentsel dönüşüm. Belediye. Ne paralar…”
Biz yasaklara, kurallara rağmen özgürdük. Şarj bitiyor yarım kalacak yazı.
Şimdiler de çocukları sevemiyoruz bile. Milletçe delirmiş gibiyiz. Çoluk çocuk, hayvan, damacana. Binalar yenilse de senelere. Üzerlerine su atılıp kovulan çocukların yerinde şimdiler de park kavgası derdiyle koca koca yetişkinler.
Bazıları görünmüyor bile. Bembeyaz. Bir kısmının izinde boşluketrafı beyaz.
Okullar da tatil edildi çocuklarda tablet sevinci. Anneleri Trendyol, Beymen alışverişini bitirirse onların da hevesleri yeşerecek. Elleri buz kesecek.. Sonra peteğe yaklaşacaklar. Cızzz! Bir şey daha öğrenecekler.
……
Okudunuz mu? Ne yazmış biz saklanırken.
Kaptırdı kendini yazıya. Hızla bastı tuşlara. Üşüdü. Battaniyesini aldı. Ara sıra çevirdi başını dışarı. Pencereden sızan ışıkla, çatıdan akan suları fark etti.
“Eriyor,” diye düşündü.
Her güzel şeyin bir sonu var. Bir döngü. Dışarıda kalanlar…
Dinggg!
– Napıyosun.
Telefonu aldı. Video… Önce yazdığı yazıyı ekranı sonra sağa doğru pencereyi…
– Yazıyorum. Sen nasılsın? Ne yaptın, gittin mi?
– Selam söyleseydin. Özledim onları.
…..
Bıraktı telefonu. Başladı yazmaya.
Bu yıl biraz daha anlamsızlaştı doğanın döngüsü tam havaya düştü derken ilk cemre. Altay geldi fırtına gibi. Bekledik ya uzunca süre. Değdi mi? Nerden bakarsak oraya göre değişecek. Hayattaki her soru ve seçim gibi. Kargalar ile martıların yiyecek mücadelesi gibi…
Yine sosyal medyayı salladı geçti. Haberler de hep aynı görüntüler. Trafik. Kartopu yapan gençler. Servisten inip çocuklarla savaş yapan koca insanlar yada Bolu’ da okul müdürünün sıcacık anonsunda içimizin ısınması kısa sürdü. Yıl 2025 çatısına duvak etmek yerine titreyen bedeniyle ortada kalanları gördükçe.
Kar.
Kime keyif, kime eziyet?
Şıp, şıp, şıp
Şıp, şıp
Şıp
Şşşt!

Belgin Ulutay
20 yılı aşkın süredir çeşitli sektörlerde orta düzey yönetici olarak görev yapmıştır. Son 3 yıldır da Londra ve Türkiye merkezli aydınlatma tasarımı üzerine hizmet gösteren özel bir firmanın Genel Koordinatörlüğünü yürütmektedir. Yazmaya ve seslendirmeye şiirler ile başlayan Belgin Ulutay çeşitli eğitimlerin ardından edebiyat yolculuğunu öyküler ile devam ettirmektedir. Instagramda seslendirmelerini ve özgün içeriklerini yayınlamakla birlikte iki kollektif kitapta öyküleri yer almıştır. Tiyatro, seslendirme, kitaplar, seyahatler ve yazı ile kendine bir dünya kuran Belgin Ulutay. Anlamlandırmaya dair yolculuğunda varılmak istenilenden ziyade yolculuğun kendisinin kıymetli olduğuna inanmaktadır.
YAZARLARIMIZDAN ÖYKÜLER


