Tuba Ayşe Özgür
Bazen yalnızca bir kare istersin, değil mi? Bir otobüsün içinde ya da odanın köşesinde, herkesin dokunamayacağı, kimsenin seninle temas edemeyeceği küçücük bir alan… Bir kişisel alan. Sonra bir otobüse biniyorsun. Kalabalığın içine düşüyorsun. Sırtın başkalarının sırtına, kolların yabancı kollarla sürtünüyor. Herkesin nefesi, kokusu, varlığı senin üzerine çöküyor. Bu yalnızca fiziksel bir çarpışma değil, bu bir ruhsal temas.
Derin bir sızıntı. Kalabalığın ortasında bir sessizlik alanı arıyorsun kendine. Dokunulmamış, kimseyle paylaşılmamış, sadece sana ait bir “kare”. Ama o alan bile bir çocuğun ayağıyla çiğneniyor. Dışarıdan bakınca kimse fark etmiyor bunu. Ama içeride, derinlerinde işleyen bir çatlak var. Bir tek ayak, bir tek bakış, bir tek nefes bile o çatlağı büyütmeye yetiyor.
“Sırtım sırtlarına, kollarım kollarına sürtünüyordu… Benim olan tek bir kareye tecavüz. Fütursuzca, gülümseyerek olduğum hâlime tecavüz.”
Gürültü sadece sesle olmaz. Gürültü bazen bir çocuğun ayak izidir, bazen tüküren bir yaşlının mendili. Bazen gözlerini senin bacaklarına diken bir adamın bakışıdır. Kalabalıkta yalnızlık, bedenlerin değil, zihinlerin birbirine sürtünmesidir. Psikolojik gürültü, sessizliğin içinde yankılanır.
“Sanki her biri nefes alışıyla birlikte usulca zihnime, oradan boğazıma sızıyor. Etrafımı sessizce sararken içimi de dikizliyorlar.”
Bu bir ses değil, bir hâl. Sızıntı gibi… Zihninin, ruhunun içine dolan gizli bir istila. Gürültü, o çocuğun tekrar tekrar kare çizgine uzattığı ayaktır. Senin sınırlarına, öz varlığına yapılan, masum görünen ama derinlemesine işleyen bir sınır ihlali.
“Çocuk tekrar uzatıyor ayağını benim kareme, tekrar basıyor. Sonra yerden kafasını kaldırıp gözlerimin içine baka baka sırıtıyor.”
Metropolde bir otobüs, sadece bir ulaşım aracı değil, bir varoluş arenasıdır. İnsanlar birbirine çarpar, yoklar, gözleriyle didikler. Ve sen, sadece bir sessizlik ararsın. Bir iç huzur. Gürültünün ve kokunun sızamadığı bir yer. Ama gürültü niyetten de sızar. Senin zihinsel sınırlarını, geçmişini, hatıralarını delip geçer.
“Biliyorum, duvarı benim için yapmışlar. Bilmediğim bir şey var: Ben içindeyken mi örülmüş, yoksa dışındayken mi?”
Ferit Edgü / Devam
Bu sorularla başlar senin için büyülü gerçekçilik. Otobüs artık sadece otobüs değildir. Her durak, senin için varoluşun başka bir yüzüdür. Cam bir şişeye dönüşür karşındaki insan, yansıması senin iç boşluğuna düşer. O yansıma bile tehdit gibi gelir. Çünkü her bakış, bir dokunuştur. Sen yalnızca fiziksel temastan değil, ruhun görünür hâle gelmesinden de korkarsın.
“Pencerelerin kenarlarına sıkıştırılmış kumaşlardan biri yere düştü, içeri hava sızdı.”
Sessizlik senin görünmez duvarındır. Gürültü ise görünmeyen ellerle o duvara vurur. Bazen bir bakışla, bazen bir anıyla, bazen de sadece var olarak. Ve sen, o dar karede, kendin olmaya çalışırsın. Ama o “sen” kimdir? İçsel boşluk ne zaman başladı?
“Aklımın ipliklerini tutmak zor geliyor. Hareket etmek, kıpırdamak ve hatta yaşamak…”
İçindeki boşluk belki de bir ülke. Hayali bir coğrafya. Gürültüyle sessizlik arasında kurulmuş bir sınır. Her temas, biraz daha ses getiriyor. Ve sen, kırılmış aynaların ortasında kendine bakarken, gerçekten kim olduğunu soruyorsun. Ama sessizlik çoğu zaman bir kaçıştır. Kendinden bile.
“Göğsümün tam ortasını ikiye ayırdı, içinden kalbimi gördüm.”
Sessizlik, senin kendini korumak için ördüğün bir duvar. Gürültüden yapılmış taşlardan. Ama o duvar, seni nefessiz bırakır. Çünkü hava bile bir sızıntıdır. Sen, pencerenin kenarlarını tıkarsın. Mutfak tezgâhını kürdanla kazırsın. Banyoyu çitilersin. Oysa sessizlik, sadece bir yankıdır. Gürültü ise cevabın yokluğudur.
“Çıkmak mı? Yoksa bir daha dönmemek mi?”
Gürültü bazen evin içindedir. Bazen kendi tenindedir. Bazen bir cam şişenin yansımasında. Kimi zaman birinin bakışı, kimi zaman bir söz… Hatta söylenmemiş bir söz.
“Çünkü izlemek bile dokunmak senin için.”
İçinde büyüyen boşluk, aslında bir tür içsel gürültüdür. Derinden gelen, uğultulu, görünmeyen bir ses. Kalabalığın ortasında da yalnızken de susmaz. Ve sen, otobüsün durağına geldiğinde bile bitmez.
“Tam tamına dokuz ay beş gün sonra cehennemdeyim. Bir el zorla iki bacağımı kavrayıp çekiyor beni. Her yer kan…”
Sessizlik, bir hayaldir. Gürültü ise hakikat. Belki de en büyük sessizlik, bu gürültüye katlanarak başlar. Ama belki de gerçek sessizlik, bu çabanın ta kendisidir. Çünkü en büyük gürültü, bazen bir çocuğun ayağı, bazen bir cam şişe, bazen de içinden gelen o sorudur:
“Sen kimsin?”

Tuba Ayşe Özgür. 1993’te Communication Art’s Studio’da yaratıcı yazarlık eğitimi, 1994-1998 yılları arasında Çisenti Sanat Topluluğu ve Postüla adlı tiyatro gruplarında oyunculuk ve oyun yazarlığı eğitimi aldı. Kurucusu olduğu Komite Reklam Ajansı’nın yanı sıra çeşitli ajanslarda reklam yazarlığı yaptı. Bu süreç boyunca çeşitli dergilerde de görev aldı. İçerik yazarlığı, yazı işleri müdürlüğü, yayın koordinatörlüğü gibi pozisyonlarda, yazıları yayınlandı. Kurucusu olduğu Atölye Bütünsel Edebiyat’ta koordinatörlük yapıyor. Büyü Bozumu, Benim Kalbim Dikdörtgen adlı romanlarının, İçime Karga Uçuştu öykü kitaplarının yazarı.