Betül Çakıroğlu
Ne Anne gitti. Kimsenin bilmediği o yerde artık. Ben de elimde ondan kalan notla oturuyorum.
Bir günlük bir izin. Sadece uğurlamak için. Benden başka herkes çalışıyor. O kutuları yapmak zorundayız. Beş senedir kazıcıyım. On beş yaşındaki diğer tüm çocuklar gibi. Yapıcı olmam için daha çok çalışmam lazım. Ba Dağı’nın yamacını bu kutularla dolduruyoruz. Yeşili artık göremiyorum. Her yer beyaz kutularla doldu. Dağa doğru çıktıkça kazma işinde zorlanıyoruz. Yapıcılar beyaz panelleri koymakta ustalar. Sonra da bu kutuların içine girip yaşıyoruz. Çalışma saatleri boyunca bitmeyen gürültü, akşamları yerini solgun bir sessizliğe bırakıyor. Benim için bu gece daha da sessiz.
Ne Anne bir gece kutunun dışına çıkmıştı. Bunu yapmaması gerekiyordu. Onu durdurmak için ben de arkasından fırlamıştım. Bir şey vardı dışarıda çok küçüktü. Kutuların beyaz panellerinin ışıkları o kadar fazlaydı ki tam görememiştim. O küçük şeyin içinden bir ses yükseliyordu. Gürültüye benzemiyordu.
Sonra gürültü kendini hatırlattı. Kutuların cephelerinden yükselerek her yanımızı sardı. Hemen eve girdik. Gürültü olamayan bir sesin varlığını ilk o zaman fark etmiştim. Ne Anne bir kâğıda “Kuş” yazdı. Gülümsedi. Ba Dağı’nın yamacında ondan başka kimse gülümsemezdi. Dudaklarımızı oynatmak yemek ve su içmek dışında pek hoş karşılanmazdı.
Düşüncelerim kafamı karıştırırken aynaya baktım. Kırmızı saçlarımdan bir ışıltı geçti.
“Seni bulduğum gün,” not böyle başlıyordu.
Kazıcılardan arkadaşlarım uğradı. Yulaf lapası getirmişler. Ben yedim onlar baktı. Kazıcı olduğum ilk günü hatırladım. Herkesin katıldığı bir törendi. On yaşına basan herkes kazıcı olacaktı. Büyük bir şeyin parçası oluyordum. Şimdi düşününce aklıma neden sorusu geliyor. Yemeğim bitince başlarını eğerek çıktılar. Benden başka kimsenin saçları kırmızı değildi. Ne Anne toprak kokardı. Saçları bembeyazdı.
“Dağ kekikleri arasında emekliyordun. Beni görünce gülümsedin.”
Hatırladığım hiçbir gülümsemem yoktu. Ses çıkarma ihtimaline karşı dudaklarımızı oynatmanız tam bir yasak değilse de doğru değildi. Gündüz gürültüsünden sonra dinlenmenin tek yolu buydu. Kesin sessizlik. Ne Annede kimsede olmayan bir şey vardı. Adı Kitap’tı. Yasakları yazdığımız deftere hiç benzemiyordu. Gözüm beyaz paneldeki yasaklar listesine takıldı.
Gürültü kesildikten sonra dışarı çıkmak yasaktır.
Panellere zarar vermek yasaktır.
Dağın diğer tarafına geçmek yasaktır.
Hayvan beslemek yasaktır.
Dağdan ot toplamak yasaktır.
Sabah 06.00 dan sonra kutuda olmak yasaktır.
Daha fazla yasaklara bakmak istemedim. Kafamı çevirdiğimde yatağın üzerindeki kitabı gördüm. Not bu kitabın arasından çıkmıştı. Kırmızı saçlı insanların ele ele tutuştuğu bir sayfadaydı. Dans etmekmiş bunun adı. Öyle yazıyordu. Hepsi Ba Dağı’nın ötesinde diye yazmıştı Ne Anne. Kitapta yanan kuşlar, ağzından ateş saçan canavarlar vardı. Anka Kuşu ve Ejderha isimleri böyleymiş.
Yalnızlık düşüncelerimi karıştırdı. Ne annenin gidişinin endişesi içimi kaplarken, bir niyeti çatlatıyordu. Dağın öbür tarafına gitme fikri ile yatakta dönüp durdum.
Kazarken hiç düşünmezdim. Düne kadar sadece kürek, toprağa batar ve çıkardı. Yine kazıyorum ama aklımdaki sorulara engel olamıyordum. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm Ba Dağı’nın dorukları beni çağırıyordu. Ya başka bir hayat varsa?
Kitapta şarkı diye bir şeyden bahsediliyordu. Kelimeler ile yazılmıştı. Ama kelime gibi düşünülmediğini yazmıştı Ne anne bana. Başka türlü nasıl düşünülebilirdi, bilmiyorum. Şarkıyı düşüncelerimin arasına koydum.
Uzaklar, ama bu gece daha parlaklar
Göz kırpışları uzaktan
Neşeli, edalı
Sanki gel diyorlar bana
Uzaktan, uzaktan
Bilinmez bir güçle çekiyorlar beni
Uçuyorum onlara doğru
Sadece hayal bu
Ben buradayım, onlar orada
Hep çok uzaklar bana
Yıldızlar uzak olabilirdi ama dağın ötesi bana uzak gelmiyordu. Kazma işine sorduğum tüm soruları gitme fikrine de sordum. Kararımı verdim. Ne anne gitmişti. Ben de tekrar kekiklerin arasına dönmeliydim.
Sabah altıda kazma yerim olan dağın yamacının sınırına çıktım. Kazıcılar hep sınırlarda çalışır. Kazmam gereken yere vardığım halde yürümeye devam ettim. Akranlarım bana baktı. İşlerine devam ettiler. Ben arkama baktım. Kutuların beyaz panellerinden gürültü yükseldiğinde ben sınırdan uzaklaşmıştım. Arkamdan kimse gelmedi. Öylece yürüyüp gitmiştim işte. Çantamda öğle yemeğim ve suyum vardı. Hayatımı o kutuda bırakmıştım. Ne Anne’nin notu yanımdaydı.
“Seni bulduğum gün dağ kekikleri arasında emekliyordun. Beni görünce gülümsedin. Saçların alev rengiydi. Dağın öte tarafından geldiğini biliyordum ama nasıl geldiğini anlamadım. Bıraksam ve seni başkası bulursa ne olur bilmedim. Aldım. Pervasızca burnumu sıktın. Sonra da bırakamadım.”
Dağın ayak basılan eğimli kayalık kısmı yavaşça zeminden kayarken ben yükseliyordum. Ellerimle bedenimi yukarı çektiğim duruma geldiğimde dudaklarımın arasından bir şey çıktı. Kulaklarımı tıkamak istedim. Tutunduğum için yapamadım. Ses buydu demek, sevmemiştim. Gürültüden pek farkı yoktu. Dudaklarımı oynatmamaya dikkat ederek tırmandım.
İnmek çıkmaktan zordu. Çantam sırtıma yapışmıştı. Kazmaktan nasır tutan ellerim patlamıştı. Dağdaki tek sorun ne kadar tutunabildiğindi. O yüzden kayalar ellerimle bütünleşene kadar sarılıyordum. Zemin basabileceğim hale geldiğinde ellerime acıdım. Oturup biraz yulaf yedim.
Dağın öte tarafındaydım. Beyaz kutular yoktu. Topraktan çıkan yeşil şeylerden vardı. Köklerini kazarken buluyorduk. Adı ağaçtı. Rüzgâr dalların arasında dolandıkça bir ses çıkıyordu. Bir de devam eden bir ses vardı. Daha önce duyduğum kuşun sesine benziyordu. Ağaca doğru yürüdüm. Kırmızı saçlı bir kız bana bakıyordu. Kafamı ağaca çevirdim.
“O bir çalıkuşu. Sabahı müjdeliyor. Sesi ne kadar tiz değil mi?”
Ellerimi iki yana açtım. Boğazımdan yükselecek şeye hazır değildim. Bu sesti. Gürültü değil.
“Adın ne,” diye sordu. Cevap vermeyince; “Sanırım anlıyorum,” dedi. Elimdeki kitaba uzandı ve aldı. Sayfaların arasından şarkıyı açtı. Oradaki kelimeleri sese dönüştürdü. Gözümle takip edebildiğim bir yazı olan cümleler canlandı kulağıma doldu.
Uzaklar, ama bu gece daha parlaklar
Göz kırpışları uzaktan
Neşeli, edalı
Sanki gel diyorlar bana
Uzaktan, uzaktan
Bilinmez bir güçle çekiyorlar beni
Uçuyorum onlara doğru
Sadece hayal bu
Ben buradayım, onlar orada
Hep çok uzaklar bana
Sesin bu kadar güzel bir şey olabileceğini hiç tahmin etmezdim.

Betül Çakıroğlu, Gelibolu’da doğdu. Mimarlık eğitimi için geldiği İstanbul’da kızıyla birlikte yaşıyor. Mimarlık bir yana edebiyat sevgisi bir yana diyen yazar her zaman çantasında taşıdığı kitaplarından vazgeçmiyor. Çocuk kitapları yazma, çocuk kitapları editörlüğü, çocuk ve gençlik edebiyatı başlıklı çeşitli atölyelere katıldı. Yazarın ilk kitabı Kumdan Hayaller olsa da kollektif kitaplarda öyküleri ile ve editörlük yaptığı kitaplarla da okuyucu ile buluştu.