Selcen Gezgin
Küçük kız, bahçedeki taşlara takılıp düşünce dizleri yeniden kanadı. Avuçları yere sürtünmüş, incecik derisinin altından kırmızı sızıvermişti. Gözleri doldu ama ağlamadı; sadece yarasına baktı. Sanki acı, dizinde değil de göğsünün tam ortasında bir yerdeydi.
Evin açık penceresinden annesinin sesi geliyordu. Tencerelerin kapakları gürültüyle kapanıyor, bir şeylerden şikâyet eden sözcükler arada kulağına çarpıyordu. Ama kimse onun bahçede kanayan dizine koşmadı. O da, inatla yarasının kabuğunu kopardı; kan biraz daha aksın, belki biri fark eder diye. İçten içe, kanayan yaranın değil, yalnızlığının görülmesini istiyordu.
O günden sonra, ne zaman düşse ya da dizini yaralasa aynı şeyi yaptı. Kabuk bağlayan yarasını koparıp yeniden kanattı. Çocuk aklıyla bilmediği şey şuydu: Aslında dizinden çok ruhu kanıyordu. Ve bunu ifade edecek kelimeleri zihninde henüz olgunlaşmamıştı.
***
Zaman geçti, küçük kız büyüdü. Çocukken dizlerinden akan kan, yerini görünmeyen yaralara bıraktı. Artık canı, kelimelerle, suskunluklarla, terk edilişlerle acıyordu. Bir gün sevdiği birine güvenmişti; ona sırrını açtı, içindeki boşluğu gösterdi. Ama aldığı tek karşılık sessizlik oldu. İşte o an, yıllar önceki düşüşünü hatırladı: Dizindeki kabuğu kopardığında nasıl kanıyorsa, ruhu da aynı yerden kanıyordu.
Ne zaman iyileştiğini sansa, hayat aynı noktadan vuruyordu. Hep aynı cümleler, aynı suskunluklar, aynı terk edilişler… Sanki kader, onun yaralarını taze tutmak için fırsat kolluyordu.
Bir gün aynanın karşısında uzun uzun kendine baktı. Yüzünde hiçbir iz yoktu ama sırtında görünmez bir dövme taşıyormuş gibi hissediyordu. O dövme, geçmişin bütün çığlıklarını, bütün yalnızlıklarını kazımıştı derisine. Nereye gitse, kime sığınsa, peşinden geliyordu.
Merhemler sürdü, kitaplara gömüldü, zamanın şifasına inandı. Ama hiçbir şey işe yaramadı. Yaraları kabuk tutmuyor, sadece şekil değiştiriyordu. Bazen öfkesinde, bazen en saf sevgisinin tam ortasında yeniden kanıyordu. Çirkef bir arsızlığı vardı bu kabukların, tuttuğunu sandıkça tekrar tekrar kanıyordu.
***
Gecelerin birinde, pencereden yıldızlara bakarken şunu düşündü: Belki de insanı büyüten şey, kapanmayan yaralardı. Çünkü acı, iz bırakıyordu; izler de insana kim olduğunu hatırlatıyordu. Eğer hiç düşmeseydi, hiç sevilmediğini hissetmeseydi, hiç yalnız kalmasaydı… Belki de kendini bu kadar iyi tanımayacaktı.
Artık yaralarından kaçmıyordu. Onları saklamıyordu da. Kanaya kanaya hayatta kalmayı öğrenmişti.
Ve o gece, kendi kendine fısıldadı:
“Benim kabuk tutmayan yaralarım var. Onlar beni eksiltmiyor, var ediyor.”
Var oluşum için… Ve onlar benim en kalıcı imzam.


