Figen Günlü
Yine aynı saatte gözlerini açtı. Her sabah rutin aynıydı. Uyanır uyanmaz aklına düştü yine… Yanında olsaydı, sımsıkı sarılsaydı, kokusunu içine çekip saçlarını sevebilseydi keşke.
İlk evlendikleri günü hatırladı. Daha da geriye gitti nişan yüzüklerini taktıkları pastaneyi, sonra daha da daha da… Yataktan fırladı mutfağın camını araladı. Sabah sabah caddenin karşı tarafından yürüyen adamı kocasına benzetti. Adamın uzun bacaklarının attığı adımlar, tıpkı onunkiler gibi önce sağa sola gidiyor sonra zemine değiyordu. Bir an kendine geldi, bir sigara yaktı, daldı uzaklara…
Kalbinde başlayıp tüm vücuduna yayılan sızılar geçmek bilmiyordu bir türlü. Ne yaparsa yapsın, gülmek, gezmek, sohbet etmek azaltmıyordu acılarını. Çevresindekiler “İyisin, iyisin, toparladın!” deseler de kabuğun altındaki yaranın nasıl canını acıttığını sadece kendisi biliyordu. Sert yalıtkan katmanın altındaki çiğ acı bedenini dürtüyor, her saniye kocasını hatırlatıyordu. Gardıroptaki birkaç gömleğini saklamıştı, kıyamamıştı atmaya. En sevdikleriydi Yaman’ın o gömlekler. Gömleklere sarılırken içinde sevdiği adamın hayalini yaşar, sıkı sıkı sarılır, zor ayrılırdı mavi gömlekten. Ama en çok, en çok kabuğunu çatlatıp kanatan, dolabın en derin köşesinde sakladığı siyah şişedeki parfümdü. Ne zaman kapağını açıp koklasa, vücuduna yayılan sancılar çoğalır, o koku taşlaşmış kabuğu yerinden oynatır, buradan sızan anılar tüm vücudunu uyuştururdu.
Kabuğun ağrılarına alışmıştı aslında, acı çekeceğini bile bile kanatıyordu her seferinde. Korkuyordu… Unutmaktan, yılların bu acıyı örtüp yok etmesinden korkuyordu. Yıllar sonra yaşlanıp beynindeki her şey silinse de, kalbinden başlayıp kollarına, bacaklarına, beynine, tüm organlarına yayılan kabuk sayesinde sevdiceğini unutmayacaktı. Bu kabuk kaybettiği eşinin parçasıydı onun bedeninde. Kanattıkça, unutmadıkça ayakta kalabilmenin gücünü böyle buluyordu belki de…


