Betül Çakıroğlu
Nehirden gelen azgın dalgalar, şelale olup indikleri durgun havuzda toplanıyordu. Şelale bir değil iki taneydi. Arasındaki boşluktan mağaranın duvarları gözüküyordu. Tüm ömrünü burayı bulamaya harcayan korsan derin bir nefes aldı. Sırayla tüm ejderleri bulup buranın haritasını tamamlamıştı. Sonunda gelmişti. Şelalenin önünde durdu. Kendine baktı. Uzamış sarı sakalı ile artık genç olmadığı kesindi. Peki yaşlı mıydı?
Birkaç adımda akan suyun altından geçti. Karanlık mağarada bir şey göremiyordu. Çantasından meşaleyi çıkardı. Birden ayaklarının altında yer sallandı. Dört ejderin ona sunduğu kâğıt parçası artık elinde bir çöptü. Yine de ona bir kez daha baktı. Burasıydı. Ama neredeydi? Yer bir kez daha sallandı. Kocaman bir kaya yukarı doğru yükselmeye başladı. Sallanma bitince meşaleyi oraya tuttu. Bu bir kaya değildi. Aradığını bulmuştu ama kendi gözlerindeki korkuyu görebilse bir adım daha atmazdı. Karşındaki tüm ömrünü bulmaya adadığı Kuzeyin Kara Savaşçısı bilge dev kaplumbağa idi.
Meşaleyi yavaşça yere bıraktı. Adımlarını yan yan ve hafif eğilerek attı. Bir adım ve bir tane daha. Korkutmak istemediği şey aslında kendi korkusuydu. Yıllardır düşlediği konuşmayı yapmak için ağzından tek kelime çıkamadı. İlk söz bilgeden geldi. Davudi bir sesi vardı. Mağaranın duvarlarında yankılandı.
“Yıllarını beni bulmaya harcadın. Şimdi ne yapacaksın? Hayatının anlamı bitti mi?”
Ses korsanı yerine mıhlamıştı.
“Burası çok karanlık,” diyebildi.
“İçimin aydınlığı bana yetiyor. Herkes içindeki görür karanlıkta. Bundandır karanlık korkusu. İstediğin nedir?”
“Sen her şeyi bilensin. Ne istediğimi bilmiyor musun?”
“Yüreğindekinin dilinden nasıl döküleceğini duymak istedim.”
“Bilgelik, uzun ömür ve dünyanın en iyi savaşçısı olmak istiyorum senin gibi.”
Kaplumbağa konuşmak için acele etmedi. Korsan sabırsızlanmadı. Kalbinin atışlarını şelalenin dalgalarının sesine ekledi.
“Tek bir amaca takılan düşünce benden bilgelik istiyor, ömrünü buna harcayan ömür istiyor, savaşmayıp kaçan benden savaşçı olur mu diyor? Ne için korsan? Bütün bunlar ne için?”
Yer sallandı ve kaplumbağa yerin altına girdi. Korsan bekledi. Tam yedi gün yedi gece sonunda kaplumbağa tekrar yerin altından ve kabuğundan çıktı.
“Beklemiş olman sabrı değil inadın işareti. Sinirli gözlerinden belli. Zaman yaranı örtmedi mi? Niye burada olduğunu hatırlıyor musun? İçine bak. Belki alev sandıkların küldür.”
“Bilge neden buradayım biliyorsun. Annemi alıp dünyanın sonuna götürdüklerinde çocuktum. Savaşamadım. Ömürde geçirdiğim otuz üç yıl. Onu da bana yaşam verene bulmaya harcadıysam çok mu?”
“Bazıları için bir ömür. Bazıları için bir an. Canavarlarla dövüşürken içindeki canavarı besledin mi korsan?”
“Ejderlerle savaşmadım. Ben iyi bir savaşçı değilim. Kandırdım ve haritayı çaldım. Dünyanın sonun haritası yerine seni buldum. İçimde sadece çocuk var. Canavar yok. Yardım et!”
“Sırtıma bin.”
Bu bir emirdi. Sert ve hızlı söylenmiş olsa da korsanı mutlu etti.
Duvarlar bittiğinde suları yarıp, şelalelerin altından geçtiler. Açık denize çıktıklarında koydaki gemisine gözden kayboluncaya kadar baktı. Kaplumbağa ile açık denizde gemisinden de hızlı yol aldılar. Dev pençeleri ile kaplumbağa suyu çektiğinde gemisi Gümüş İstiridye’nin hiç gidemeyeceği hıza ulaşıyorlardı. Konuşmadılar. Korsan kaplumbağanın doğruca dünyanın sonuna gittiğini düşündüğünden mutluydu. Sadece mutluydu. Böylece giderlerken yanlarında bir balık atladı. Balık mıydı? Hayır bu bir denizkızı idi. “Merhaba Korsan,” diye bir fısıltı duydu. Ama sanki içinden geliyordu ses. Denizkızı kıkırdadı. Yanlarında yunus gibi atlaya devam ediyordu. Oluşturduğu dalgalar renkliydi.
“Adım Aurum. Yolculuk nereye,” dedi. Tüm bu sesler korsana içinden geliyormuş gibiydi. “Adım Mercury. Dünyanın sonuna gidiyoruz,” dedi korsan. Ama sadece düşüncesinde. Aurum anladı. Ben de seninle geleceğim. Korsan sen bilirsin dedi. Yine düşünerek.
Kaplumbağa bir sahile çıktığında burası dünyanın sonuna değil, daha çok başlangıca benziyordu. Bir metrelik sahil şeridinden hemen sonra başlayan sık orman insana böyle düşündürüyordu. Uzun bir aradan sonra son sözlerini söyledi kaplumbağa.
“Görüşürüz Korsan.”
“Nereye?”
“Evime.”
“Dünyanın sonu nerede?”
“Kaplan sizi korur,” dedi ve kaplumbağa sulara gömülüp, uzaklaştı.
Ormanla sahil arasında duran gölge sahile doğru bir adım attı.
“Korsan gel.”
Korsan önündeki yaratığa dehşetle karışık saygı ile baktı. Tam bir adım attığında arkasında birinin dalgalarla sudan çıkmakta olduğunu fark etti. Bu Aurum idi. Bu sefer sesi duyulacak şekilde konuştu.
“Seninleyim,” dedi.
Korsan devam etti. Birlikte kaplanı izlediler. Hiç görmediği ağaç türleri, hayvanlar ve dev böceklerle kaplı ormanda kaplan ilerledikçe herkes, her şey yol veriyor gibiydi. Kaplan bir daha hiç konuşmadı. Denizkızı arada çıplak ayaklarına batan şeyler oldukça “ıyy, of, ay” gibi ünlemler kullanıyordu. Yedi gün yedi gece sonunda orman bitti. Kaplan durdu. Devasa bir kanyona bakıyorlardı. Kaplan arkasını dönüp giderken son defa konuştu.
“Bu dünyaya nasıl gelirsek gelelim, güneşin şafak vakti doğuşu ve dünyayı aydınlatışı da batarken ki o kızıllığı da hep aşktan.”
Kaplan gittiğinde korsan ve denizkızı kanyonda gün batımındaki kızıllıkla yalnız kaldıklarını düşündüler. Ama birden o kızıllıktan bir parça koptu ve üzerlerine geldi. Bu dev bir kuştu. Simurg, Zümrüdü Anka, Güneyin kızıl kuşu. Her dilde mutlaka bir adı vardı.
“Korsan bin.”
Denizkızı baktı. Simurg onu almadı. Korsanı dünyanın sonuna doğru giderken Aurum’un yanaklarından iki tane gözyaşı yuvarlandı. Denizkızı onları eliyle tuttu ve sımsıkı kapadı ellerini.
Simurg’un üzerinde korsan geçtikleri tüm yerleri seyretti. Ve tanıdı. Sonunda Altın İstiridyeyi görünce yavaşça Simurg’a dokundu.
“Kaybolduk. Tekrar aynı yere geldik.”
“Kaybolmak kendini bulmanın eşiğidir.”
“Aynı yerdeyiz. Kaplumbağanın evinde.”
“İşte korsan dünyanın sonu, buranın üzeri. Gözünle göremeyeceğin yerde. Bulutların içinde; dedi. Simurg dimdik şekilde yukarıya çıktı, çıktı ve çıktı. Bir anda alev aldı. Korsan düşmeden Simurg şöyle dedi.
“Küllerimden doğacağım. Geç kalma.”
Korsan ufak bir düşüşten sonra hareket eden bir şeyin üzerinde idi. Buluttan duvarları olan bir odadaydı.
“Ben Mavi Ejderim. Bulutların içindeki dünyanın sonunda, bulutlarla ve gidenlerle yaşarım.”
“Annemi arıyorum.”
“Bunu bilmediğimi nasıl düşünürsün? İşte annen.”
Bir buluta benziyordu. Ama annesiydi. Korsan ağladı. Annesinin karşında orada ne kadar ağladı bilmiyordu.
“Ölümün kıyısında, ölü olan tarafınla bittiyse hesabın git ve yaşama izin ver. Kızıllığa doğru git. O güneşin doğuşudur.”
Hiçbir şey demedi korsan. Pişmanlığı, acısı, nefreti bulut hepsini alıp yok etmişti.
Simurg onu kanyona bıraktığında kızıllığa bakan Aurum’un kızıl saçları dev duvarlardan esen rüzgarla savruldu. Aurum elini açtı. Gözyaşları toprağa düştü.

Betül Çakıroğlu, Gelibolu’da doğdu. Mimarlık eğitimi için geldiği İstanbul’da kızıyla birlikte yaşıyor. Mimarlık bir yana edebiyat sevgisi bir yana diyen yazar her zaman çantasında taşıdığı kitaplarından vazgeçmiyor. Çocuk kitapları yazma, çocuk kitapları editörlüğü, çocuk ve gençlik edebiyatı başlıklı çeşitli atölyelere katıldı. Yazarın ilk kitabı Kumdan Hayaller olsa da kollektif kitaplarda öyküleri ile ve editörlük yaptığı kitaplarla da okuyucu ile buluştu.

