Emel Altuntaş
Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir,
Yeni bir başlangıç için her şeyi yıkmanın vakti.
Sabahattin Ali
Dediler ki; senin amacın bozgunculuk çıkaracak bir yenilik mi? Şimdi durup dururken böyle, yeni bir maceraya ne gerek var? Dedi ki; Ben sizin bilmediklerinizi bilirim (Allah’ın sözleri). Yeni olana tutkumuz yaradılıştan gelir. Demek ki geçmişi bitirip takılmadan, yeniden başlamak, kutlu bir yürüyüştür. Yaşamak da böyle bir şey değil midir? Kutlu ve tutkulu bir yürüyüş… Bu süreçte yaşanan; uğursuzluğa, umutsuzluğa, bozgunculuğa rağmen ve bir gün biteceğini bile bile yeniden başlamak, hayatı var etmenin iyi bir yoludur. Başlangıç ve bitiş, yaşam ve ölüm döngüsünde olan tabiat; baharla canlanır, olgunlaşır, sürekli yenilenip tükenir. Renkler parlar, solar ve yeniden ve tekrar. İnsan ki aklın sahibidir, o halde hiç kuşkusuz, süreklilik için yenilenmesi gerektiğini bilir. Durduğunda; rengi, sesi, hareketi de duracaktır. Böyle bir sürü; benzer, renksiz, tekdüze insanla dolu karanlık yeni dünya yaratılır. Onlar artık aynıdır ve aynılaşanın gölgesi hızla genişler, kendileriyle beraber diğerlerini de bu karanlığa hapseder.
Biten ve aklın arşivlerinde kalan şeyler her neyse zaman zaman fısıldar geçmişten, bağları sağlamdır ve ondan kalandan anlam çıkaracak olansa bugünü hevesle var edenin ta kendisidir. Eskinin ortaya koyduğu ortak bilince sıkı sıkı sarılarak yeniyi yaratır insan. Bu ortak kabullenişle anı inşa eder, hatta anın üstünden atlayarak yeni bir başlangıca da sıçrayabilir. İlla bir sonu, bitişi yaşaması da gerekmez.
Uzun ve tekdüze bir hayatın yazarı olmak mı yoksa onu çok katmanlı bölümlerle tekrar tekrar yazıp yaşamak mı? Sonuçta bir hakkı vardır yazarın.
Eğilip bükülen, çürüyen gölgelerden kurtulup yeni başlangıçlarla hayatı bir ressam gibi tekrar boyamak mı? Bir bestenin notalarındaki iniş ve çıkışları takip ederken, sanatçının bunu nasıl bitireceği konusunda merak uyanmaz mı? Bu eser, hangi seslerle bitecek? Neşeli mi hüzünlü mü? Bitişler ve başlangıçlar, sağ el ile sol el gibidir. Döngüsel bir alış veriş içindedirler. Kimi zaman yer değiştirirler. Başlamak için bitirmek ya da bitirmek için başlamak kural değil, nasıl gerekiyorsa öyle olacaktır.
France Hardinge; “Mutlu bir son istemiyorum, daha fazla hikaye istiyorum,” demiştir. Hayata anlam veren; içini dolduran hikayelerdir, bitmesi gereken bir sayfadan diğerine atlamak için cesur olmak, korkmamaktır. Değişen dünya her ne kadar, insanın üstüne saldırsa, ürkütmeye, onu kontrol etmeye çalışsa da kendisiyle sözleşip yolculuğunun hakkını vermeden geçip gitmemeli, etrafında olup bitenlerden ilham alabilmelidir. Bir sonu aramaz insan, yeni bir hikayenin peşindedir hep ve mutluluk denen geçici duyguyu hedef edinmez, kendi yürüyüşünün peşine düşer. O halde onu ne bitişler incitebilir ne de başlangıçların hazzı yanıltabilir.
İzin istemez başlangıçlar, kendiliğinden oluverir. Yeni gün, güneş gözden kaybolana kadar sürer. Sonra gece başlar, ta ki güneş sabahı doğurana kadar.
İnsanın doğumuyla başlayan hayatı ölümle bitecektir. Öncesi nasıldı, sonrası nasıl olacaktır, bilinmez. Bu korkutucu bir meraktır. Korku ise ilerlemenin önünde asılı duran kalın bir perdedir. Uyanık ve meraklı olan, korkularına rağmen geri çekilmez, bitişten az önceki süreci yaşar. Bu cesurca girişimler sayesinde topluluklar, ortak bilinç oluşturur. Büyük medeniyetler doğar. Yepyeni anlayışlar, bilgi birikimi ortaya çıkar fakat insanların olduğu gibi medeniyetlerin ve onların kurduğu şehirlerin, devletlerin de başlangıç ve bitişleri vardır. Yeni başlangıçlar, yepyeni sonları hazırlarken biriken servet; anılar, hikayeler, devredilen ortak bilinç bakiyesidir. Artık ne korkunun ne de sistemin kölesidir insan. Hür adımlarla girdiği kapıdan yine aynı duyguyla çıkmasını bilir.
Üstüne gözyaşı dökülen bitişler, en az yeni başlangıçlar kadar özgürleştirir insanı. Bir kapı kapanırken, yeni biri aralanır ve arzu edilen, bu sürecin devamlılığıdır. Şems-i Tebrizi; “Bırak, hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın,” demiştir. Akış, yadırgamadan bitirir, yadırgamadan başlatır, her hikayeyi. Kusurlu bir başlangıç ya da bitiş de olabilir. Bu, öğrenmenin, anda kalmanın tadının önüne geçemez. Kaybedeceğini bile bile başlar hikayesine insan, yolu önemser, yolculuğu. Yaman bir çelişkidir başlamak, biteceğini bile bile umutlanmaktır. Yeter ki takılıp kalmasın bitiş çizgisinde, yoksa karanlık bir gölge esir eder onu. İnsan, ömrünü kaç hikaye ile doldurabilir? Kaybetme ve tükenme pahasına da olsa devam etmekten vazgeçebilir mi?
Özgürleşmek için unutmak iyidir ya da o her neyse bakıp gülümsemek. Bu, bilgece bir kabulleniş, olgun bir tavırdır. Gabriel Garcia Marquez; “Bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse” der.
Tedirginliğin, şüphenin, heyecanın, sevincin, belki biraz hüznün hatta gözyaşının karıldığı bu devinim, süreklidir. İnsanı, insanlığı öğütür ve yeni olanı yaratır. Genel kanıya göre başlangıçların hep neşeli olduğu söylenemez. Şüpheyle ayaklanır insan. Bitişlerin de rahatlatıcı bir yanı yok değildir. Başlangıçtaki hareketin sonucu her ne olursa olsun, muhakkak insanı başka bir şekle dönüştürür. O artık, o değildir. Doğada da durum böyle değil midir? Genç yılan, sert ve esnemez pulların sınırladığı gövdesini büyütmek ve uzatmak için birkaç haftada bir gömlek değiştirir. Yetişkin olan bile yılda bir kez buna ihtiyaç duyar. Bu hızlı döngünün bakiyesi değişimdir. Bu sebeple, tüm bu döngüselliği büyük bir ağırbaşlılıkla ve ilgiyle karşılamalıdır.
Filistinli yazar Edward Said bir yazısında; “Başlangıç yalnızca bir eylem türü değil, aynı zamanda bir ruh hali, bir çalışma şekli, bir tavır, bir bilinçtir…” der.
İyi bir son için yeni bir bilinç, tavır, anlayış gerekir. İnsan, kendini bitişlerle var eder. O halde bitiş noktası başlangıçta sarf edilenden daha fazla emek ister. Demek ki yeniyi yaratma konusu kişisel tavır ve çaba ile yakından alakalıdır. Başlangıcı ve sonu ile yeniyi hazırlayan kişinin, yarattığı bir tamamlanma döngüsüdür bu ve alışkanlık denen hastalığa yakalanmadan tekrar tekrar başlayıp biter. Korkular da tıpkı alışkanlıklar gibi hayatı perdeler. Birinden vazgeçmek için diğerinden kurtulmak gerekir. Tuhaf bir kapanmadır bu, kabuğuna çekilir insan. Oysa; heyecanlı, sarsıcı, belirsiz bir başlangıç, her şeye değer. Kendini sürekli yenileyen bu döngü hayatın ta kendisidir. Artık sonların ve başlangıçların, korku ve alışkanlıkların önemi yoktur.
Tek bir canımız olması hayatı ciddiye almak için geçerli bir sebeptir. Seneca; “Hayatı komedi sananlar son espriyi iyi düşünsünler” derken ne kadar da haklıdır…

Emel Altuntaş, Bafra’da doğdu. Uludağ Ün. İ.İ.B.F Maliye bölümünden mezun oldu. İkinci üniversite olarak Anadolu Üniversitesi Açık Öğr. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü tamamladı. Uzun yıllardır devam eden profesyonel sigortacılık kariyerinin yanı sıra yapıya gönül verdi. Edebiyat dergilerinde yayınlanan öykülerinin yanı sıra, kolektif olarak yayınlanan Uykunun Gözleri adlı öykü kitabının da yazarlarından biri oldu. Ayrıca müzik alanında çalışmalar yapan Altuntaş, şu an ilk bireysel bir öykü kitabının hazırlıklarını da sürdürüyor.

