Sinan Cem Çamözü
“Bir gün, sevdiğin birinin hafızasını izleyebilseydin… Ne görürdün?” Ya da… “Bir gün belleğim silinse hala ben, ben olur muyum?”
“After Yang – Yang’tan Sonra” böyle bir sürü sormanıza neden olacak bir film. After Yang, bir bilimkurgu olsa da özünde zamana, hafızaya ve kayba dair bir yapım.
Alexander Weinstein’ın Goodbye to Yang (Yang’a Veda Etmek) isimli kısa öyküsünden esinlenerek Kogonada’nın hem senaryosunu kaleme aldığı hem de yönettiği film, izleyicisini bir iç yolculuğa ve felsefi bir sorgulamaya davet ediyor. Geleceğin teknolojisiyle bugünün insani sorunlarını bir araya getiren film, yas, aidiyet, kimlik ve unutma korkusu gibi pek çok noktaya değiniyor.
2021 yapımı After Yang, belirsiz bir gelecekte geçiyor: Teknolojinin hayatın her alanına entegre olduğu bir çağda, Jake (Colin Farrell) ve Kyra (Jodie Turner-Smith) adındaki bir çiftin etrafında şekilleniyor.
Jake bir çay dükkânı işletiyor; Kyra ise yoğun çalışan bir iş insanı. Birlikte küçük kızları Mika’yı (Malea Emma Tjandrawidjaja) Çin’den evlat edinmişler. Mika’nın uzak doğu kökenleriyle duygusal bir bağ kurabilmesi için, ona bir “kardeş” figürü sunmak istiyorlar. Bu amaçla Yang (Justin H Min) adını verdikleri, insan görünümünde ve Asya kökenli tasarlanmış bir android satın alıyorlar. Yang sadece Mika’ya eşlik etmekle kalmıyor, ona Çin dili, kültürü, tarihi ve gelenekleri hakkında bilgiler aktararak, küçük kızın aidiyet duygusunu besliyor.
Mika ve Yang arasında zamanla güçlü, gerçek bir kardeşlik bağı oluşuyor. Ancak film, Yang’in bir gün beklenmedik şekilde arızalanmasıyla kırılmaya başlıyor. Mika için Yang yalnızca bir “robot” değil; onun en yakın arkadaşı, abisi, güven kaynağı. Dolayısıyla Yang’in tamir edilemeyeceğini ve bir anlamda “ölmekte” olduğunu öğrenmek, küçük kız için yıkıcı bir kayba dönüşüyor.
Jake, bir çözüm umuduyla Yang’in tamir edilip edilemeyeceğini araştırıyor. Ancak karşılaştığı prosedürler, ikinci el bir “Technosapien”olduğu için Yang’ın sisteminin sıfırlanmasını -yani hafızasının tamamen silinmesini- zorunlu kılıyor. Asıl kırılma da burada yaşanıyor. Jake ve Kyra, Yang’n sadece bir ev eşyası değil, bir hafıza taşıyıcısı olduğunu, geçmişten gelen kimliği ve deneyimleri olduğunu fark ediyorlar.
Üstelik Yang’ın hafızasında yalnızca Mika ile yaşadıkları değil, kendisine ait, daha önceki hayatından kalma parçalar da yer alıyor. Böylece Ada karakteri filme dahil oluyor.
Ada, Yang’in belleğinde yer alan bir kadın. Mika’nın ailesi, Yang’in hafıza kayıtlarını incelerken, sürekli Ada’nın görüntülerine rastlıyor: Bir kafede otururken, bir ağacın altında beklerken, sokakta yürürken… Yang, Ada’yı belli ki çok sık gözlemlemiş ve onunla ilgili birçok anı kaydetmiş.
Başta Ada’nın kim olduğu tam olarak anlaşılmıyor. Mika’nın ailesi de tıpkı izleyici gibi şüpheye düşüyor.
Ada eski sahip mi? Bir arkadaş mı? Yoksa bir aşk mı?
Jake: Anıları miras olarak kabullenmek
Filmin başında Jake, hayatın akışı içinde neredeyse otomatik bir halde yaşayan bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Mika’yı seviyor ama ona derin bir duygusal temas kurarak yaklaşmıyor; Yang’in varlığına ise bir tür pratiklik gözüyle bakıyor: Mika’yla ilgilenen, ona kültürünü aktaran bir yardımcı. Yani Jake için Yang başlangıçta bir “işlevsel bir makine” gibi.
Fakat Yang bozulduktan sonra Jake’in bütün bakış açısı değişmeye başlıyor. Önceleri Yang’i tamir ettirmenin yollarını daha çok Mika’nın üzüntüsünü hafifletmek için ararken, zamanla kendi içinde bastırdığı bir boşlukla yüzleşiyor. Yang’ın belleğini araştırdıkça, onun dünyayı nasıl gözlemlediğini, nasıl hissettiğini, hatta nasıl sevdiğini görüyor. Bu süreçte Jake’in teknolojiye ve insan ilişkilerine dair mesafeli tavrı değişiyor.
Jake’in dönüşümü, sadece Yang’a değil, kendi hayatına da temas etmeye başlamasıyla gerçekleşiyor. Filmin sonunda Mika’ya, Kyra’ya ve kendi duygularına karşı çok daha açık, kırılgan ama gerçek bir hale geliyor. Yang’ın anılarını sadece bir veri değil, bir miras olarak sahipleniyor.
Mika: Sevgiyi, kaybı ve hatırlamayı anlamak
Mika, Yang’ı bir abi, bir arkadaş, bir sırdaş olarak görüyor. Yang’ın bozulması, Mika’nın çocuk dünyasında ilk büyük kayıp deneyimi oluyor.
Başlangıçta Mika, her çocuk gibi çözüm arıyor: “Neden tamir edilmiyor?”, “Bir şey yapamaz mıyız?” diye soruyor. Ama zamanla, istemeden de olsa, kaybı kabullenmenin ne demek olduğunu öğreniyor. Mika için Yang’n ölümünü anlamak, sadece bir robottan vazgeçmek değildir; sevgiyi, kaybı ve hatırlamayı da anlamak demek.
Mika’nın dönüşümü, kaybın acısına rağmen sevgiyi koruyabileceğini öğrenmesi oluyor. Yang artık onun yanında olmayacak ama onunla kurduğu bağ Mika’nın belleğinde sonsuza kadar yaşayacak. Küçük bir çocuğun bu kadar büyük bir duygusal yükü taşıma şekli, filmde son derece incelikli ve etkileyici bir şekilde işleniyor.
Kyra: Uzaklıktan yeniden bağlanmaya
Kyra karakteri, hikâyenin başlarında duygusal olarak daha mesafeli, daha soğukkanlı biri gibi çiziliyor. İş odaklı, planlı. Yang’ın bozulması onu da etkiler ama ilk başta bunun duygusal boyutuna derinlemesine inmekten kaçınıyor.
Fakat özellikle Jake’in Yang’in belleğiyle kurduğu ilişkiye tanıklık ettikçe, Kyra da kendi donukluğunu sorgulamaya başlıyor. Mika’yla daha sahici bir bağ kurmaya çalışıyor. Film boyunca Kyra’nın bir anne olarak dönüşümünü de izliyoruz. O da Yang’n kaybını sadece bir kayıp değil, bir yeniden bağlanma fırsatı olarak yaşamaya başlıyor.
Yang: Varoluştan Hafızaya
Ve tabii ki Yang. Filmde fiziksel anlamda aktif olduğu sahneler az olsa da, hafızası üzerinden onun da bir dönüşüm yaşadığını hissediyoruz. O, sadece bir “program” değil; zamanla dünyayı duygusal bir varlık gibi algılamaya başlamış! İnsanları, ilişkileri, kültürü öğrenmeye çalışmış; aşık olmuş; kendine özgü bir varoluş biçimi geliştirmiş!
Yang’in hafızalarına bir makinenin teknik kayıtları demek haksızlık olur. Onlar, bir bilincin evrilme sürecinin sessiz belgeleri olarak yorumlamak mümkün. Yang’in ölümü bu yüzden sadece bir mekanik arıza değil; yarım kalmış bir hayatın vedası denilebilir.
Sonuçta After Yang karakterlerinin her birine içsel bir yolculuk yaptırırken, izleyicisini de bu yolculuğa ortak ediyor. Hem karakterler hem de izleyici bir veda sürecini, bir hafıza yolculuğu, bir hatırlama ve yeniden temas kurma fırsatı gibi hissediyor. Filmde yas meselesi bir belleğe tutunma biçimi olarak resmediliyor.
Yang’dan Sonra çok katmanlı ve incelikle işlenmiş bilimkurgu öğeleri taşıyan bir dram aslında.
Bu ağır akan film, sessiz sessiz çok şey anlatıyor.
Diğer detayların keşfini size bırakarak bu yazıyı Yang’tan bir alıntı ile bitirelim:
“Eski Çin filozofu Lao Tzu bir keresinde şöyle demişti: Tırtılın sonu denilen şeye, dünyanın geri kalanı kelebek diyor.”