Léon ve Taksi serisiyle tanınan Luc Besson’un siyah-beyaz bir masal anlatısı Angel-A. Başrolde, André karakterine hayat veren Jamel Debbouze, çaresizlikle örülü bir adamın kırılma noktasını samimiyetle yansıtıyor. Rie Rasmussen ise gizemli Angela rolünde, hem fiziksel hem ruhsal olarak sarsıcı bir varlıkla izleyiciyi büyülüyor. İkili arasındaki diyaloglar, mizahla derinliği ustaca harmanlıyor. Film, basit bir kurtuluş hikâyesinin çok ötesine geçerek, içsel aydınlanmanın şiirsel bir portresini sunuyor.
ALPERHAN BENLİOĞLU

Luc Besson’un 2005 yapımı siyah-beyaz filmi Angel-A keyifli bir romantik komedi filmi. Leon’dan başlayarak Taşıyıcı, Taksi serisi gibi filmlerini herkesin bildiği keyifli yönetmen Luc Besson’ın benim sevdiğim filmlerinden biri olarak Angel-A hakkında sohbet etmek istiyorum.
Öncelikle filmleri dublajlı olarak izlemektense orijinal dillerinde izlemeyi sevmeme rağmen Angel-A’yı Türkçe olarak izlemiş ve çok keyif almıştım. İlk bakışta bir “melek hikâyesi” gibi görünse de aslında çok daha derin bir içsel dönüşüm anlatısıdır. Paris’in büyüleyici arka planında geçen bu film, borç batağındaki Andre’nin hayatını sonlandırmak üzereyken, gizemli bir kadın olan Angela ile karşılaşmasıyla başlar. Angela, yalnızca onu kurtaran değil; onun ruhunun aynası, vicdanı ve gizli gücüdür. Angel-A pek çok metaforu bir arada tutan, üstüne düşündükçe daha çok anlamak keşfedebileceğiniz bir film bana göre.
Angela gerçek bir melek midir, yoksa Andre’nin hayal gücünün bir yansıması mı? Bu belirsizlik, aslında Angela’nın vicdan, özgüven ve içsel iyileşme gibi soyut kavramları temsil ettiğini düşündürür. Melek burada gökyüzünden gelen bir varlık değil, kendi iç sesimizin bizi kurtaran biçimidir. Andre’nin hayatındaki boşluğu dolduran bu figür, onun kendi iç ışığını hatırlamasına vesile olur.
Filmde renk kullanılmaması, karakterlerin duygusal durumu ile şehrin estetik donukluğunu örtüştürür. Bu tercih, hayatın “siyah” ve “beyaz” kutuplarında sıkışmış Andre’nin, “gri alanlarla” barışmasını metaforlaştırır. Görsel kontrast, karakterin zihinsel çatışmalarıyla doğrudan ilişkilidir: yaşam mı ölüm mü, kaçış mı yüzleşme mi?
Andre’nin kendini atmak üzere olduğu Seine Nehri, ölüm ile yeniden doğum arasında duran sınırdır. Su, klasik anlamda arınmayı simgelerken, burada aynı zamanda teslimiyeti de ifade eder. Angela’nın suya atlayıp Andre’nin onu kurtarması ise rolleri tersine çevirir: artık Andre kendi gücünü fark etmiş ve başkasını kurtarabilecek duruma gelmiştir.
Angela’nın çıplak göründüğü sahneler erotik değil, yalınlık ve savunmasızlık metaforu olarak kullanılır. Bu görüntüler, “birinin önünde tamamen açık ve korunmasız olabilmeyi” simgeler. Andre’nin, Angela’nın ruhsal çıplaklığı karşısında kendini savunmasızca sorgulaması bu metaforu pekiştirir.
Andre’nin borç içinde olması ve peşindeki mafya unsuru, geçmişte yaptığı hataların bugüne yüklediği ağırlığı sembolize eder. Angela’nın gelişiyle bu yükler hafifler; bu da bize “affetme” ve “kendini bırakma” fikrini ima eder.
Angel-A, fiziksel bir kurtarma öyküsü değil, bir ruhun yeniden ayağa kalkma sürecidir. Angela, Tanrı’dan gelen değil, Andre’nin kendi ruhundan çıkan bir cevaptır. Tüm metaforlar bu fikri destekler: kurtuluş yukarıdan değil, içerden gelir. İncelememi İbni Rüşd’ün bir sözü ile bitirmek isterim: “Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur, içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar; Zira sahih dönüşümler hep içten gelir”

Alperhan Benlioğlu
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümleri mezun olduktan sonra kariyerime Hacettepe Üniversitesi’nde MBA ile devam ettim. Aselsan’da 12 yıl Proje Yöneticisi olarak görev yaptıktan sonra, kariyerini Prowin Danışmanlık’ta Genel Müdür Yardımcısı olarak sürdürüyorum. Sinema ve edebiyat ile yakından ilgileniyorum. “Sihirli Maceralar Kitabı”, “Bal Porsuğu Uzaylılara Karşı” ve “Hindistan Cevizine Ne Oldu?” isimli üç çocuk kitabım bulunuyor. Bugüne kadar şiir ve hikayelerim 10’un üzerinde farklı kolektif kitapta yer alırken, yazmaya devam ediyorum.


