Sevin Bayrı
-Prometheus’un gözünden insanlık üzerine bir mitolojik anlatı-
Yanıyoruz, diri diri yanıyoruz. İçten içe yanıyoruz, göz göre göre yanıyoruz. Prometheus’un cezası bitmedi. Zincirlendiği yerde asıl cezası insanlığı izlemekti, cezasını çekmeye devam ediyor.
Mitolojik anlatılar hep ilgimi çekmiştir. Hangi topraklarda köklendiğinden bağımsız, anlatıların ortak yönlerini keşfetmek mitin kendisinden daha büyüleyici gelmekte. İnsanlığın yarattığı bu ortak anlatılar aslında ne kadar da aynı olduğumuzu bize söylerken, mitlerdeki olayların geçtiği mekanlar, karakterler ve ilişki ağları da bir o kadar farklılığımızı anlatıyor bize. Bugün mitoloji diye okuduklarımızın; varoldukları zamanlar için o toplumların dini inanışları, tanrıları ise; bu bağlam bir soruyu da peşine takmaktadır. Mitolojiler geçmiş zamanın dinleri ise bugünün dinleri de yarının mitolojileri olmayacak mı? Bu soruyu buraya yavaşça bıraktıktan sonra Hesidos’un Theogonia’sının kapılarını aralıyorum.
Titan soyundan bir tanrı, sevgi için karşı geldi tanrılara.
Sinsice bir oyun ile başladı her şey,
Tanrıları ilk kandırışıydı ama son olmayacaktı bu kemik ve et oyunu.
Azra Erhat’a göre Zeus’un İapetos oğullarına özel bir hıncı vardı. Titan soyundan olan bu dört oğulun hepsinde akıl yürütme ve aklını kullanma gücü baskındı. Akıl yönünden kuvvetli olduklarını biliyor ve bununla da Zeus’a kafa tutabiliyorlardı. Prometheus sivri aklı geleceği öngörmekteydi ve Zeus’u aldatmakta kullanınca olanlar oldu.
Önceden gören anlamına gelen Prometheus, ismi gibi bir kahindi ve Zeus’un bir gün tahtından düşeceğini biliyordu. Bu sebeple başlangıçtan beri hep insanlardan yana oldu. İnsanlara dayanarak Titanların öcünü almak istedi ve Olymposluların yerine insanların egemenliğinin gelmesine çalıştı. Aklıyla önceZeus’u törende paylaşılan kurban ile kandırdı. Kandırılan ve küçük düşen bir tanrı olarak Zeus elbette cezasız bırakmayacaktı Prometheus’u ama Zeus’ta biliyordu önemsenenin insanlar olduğunu, cezayı insana verecekti;
“Ah İapetos oğlu, bilmişlerin en bilmişi seni,
Sinsi kurnazlığında inat ediyorsun demek, dostum.”
Böyle konuştu öfkeyle, hiç yanılmayan Zeus,
Ve o günden sonra, unutmayıp bu oyunu
Kayın ağaçlarının üstüne salmaz oldu
Dünyalıların işine yarayan ateşi.(Hesiodos,Theogonia – İşler ve Günler, İş Bankası Yayınları, 2016)
Ateşin bulunması, insanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Yaklaşık 1,5 milyon yıl önce Homo Erectus’un ateşi kontrollü bir şekilde kullanmaya başlamasıyla birlikte, insanlık evrimsel, toplumsal ve kültürel olarak büyük bir sıçrama yaşamıştır. Eğer ateş hiç bulunmasaydı, insanlık tarihi çok daha farklı ve muhtemelen çok daha yavaş gelişen bir seyir izlerdi.
Insanlığın gelişimine ve hatta evrendeki hakim canlı sınıfına geçmesine yardımcı olan ateşi, elbette insana vermek istemeyecekti tanrı Zeus.
Ama İapetus’un yaman oğlu bir oyun daha etti:
Bir kamışın içinde aldı kaçırdı
Çoşkun ateşin pırıl pırıl kıvılcımını
(Hesiodos,Theogonia – İşler ve Günler, İş Bankası Yayınları, 2016)
Azra Erhat, Prometheus için; “bir ayaklanmanın bir direnmenin simgesidir,” diye bahseder Theogonia – İşler ve Günler kitap çevirisindeki inceleme yazılarında ve devam eder; “Kurnazdır, sivri akıllıdır ve tanrılar düzenine boyun eğmeyip başka bir düzenin savunucusu olarak dikilir karşımıza.”
Ateşin armağan edilmesi; yani bilginin armağanı insanın evrimleşmesinde etkin rol oynamıştır. Tarih sahnesine oldukça geç evrimleşmiş bir tür olarak çıkan insan, ateşi bilinçli olarak kontrol altına alabilmiş tek türdür. Bu da ateşi bizler için daha anlamlı yapmaktadır. Beslenme şeklimizden, gece hayatın devamlılığı sayesinde sosyalleşip dil gelişimini sağlamaktan, barınma ve korunma becerilerimizin gelişmesinden, madenleri işlemeye kadar bir çok konuda hızlı gelişme gösterdik insan türü olarak diğer canlılar arasında. Ateş bizim varoluşumuza hizmet etti.
Prometheus biliyor muydu acaba ateşi armağan ederken insanlığa; insansoyunun o ateş ile yıkımı da beraberinde getireceğini? Mesela kaç tane kütüphanenin yakılacağını biliyor muydu? Tarihte yakıldığı bilinen kütüphanelerden biri MÖ. 75 ‘te Appollon Tarikatı Rahipleri tarafınan yakılan, İtalya’nın antik dönemine ait bir kütüphanedir. Apollon’a inanan ve yolundan giden rahipler; Sibilli (Sibylla) Yazıtları’nı, Roma’da yok etmeyi tercih etmişlerdir. Yazıtlardaki bilgilerin gerekmediğine hüküm vermiş olmalılar, hem de ironik bir biçimde Apollon’a inananlar olarak onun yolundan giderlerken. Armağan edilen ateşin bilgisi ile yok edilmek istenen kütüphane, şehir hatta yakın tarihimizde otel yangınları ne kadar da çoktur. Ateş; aydınlığı varolmayı devrimi simgelerken ne kadar çok yıkımı da beraberinde getirmiştir. İnsanlık evrimleşip gelişip medeniyetler kurarken bir taraftan da gaddarlaşmış,kibirlenmiştir, bu yanıyla Olympos dağındaki tanrılara benzemiştir.
Ateşi bir kamışın içinde Olimpos’tan çalarken Prometheus bu ateş ile karanlıktaki insanın aydınlığını amaçlamıştı. Gücü tanrılardan insanlara armağan etmişti ve şöyle seslenmişti:
Evet, ben kara bahtlı ben, başımı bu dertlere soktum
İnsanlara iyilik edeyim derken.
Bir gün bir narthex kamışı içinde
Çaldım götürdüm insanlara ateşin tohumunu.
Bu tohum bütün sanatların anahtarı oldu,
Bütün yolları açtı insanlara.
Suçum bu benim tanrılara karşı,
Bu yüzden zincire vuruldum bu göklerin altında.
(Hesiodos,Theogonia – İşler ve Günler, İş Bankası Yayınları, 2016)
Ateşi çalmak, öncesinde tanrıları kandırmak bütün bunlar bir cezayı hak ediyordu. Öyle bir ceza olmalıydı ki hiç bitmemeli ve her gün yeniden başlamalıydı. Böylece Zeus, her gün bir kartalın ciğerini yemesi icin Prometheus’u bir dağa zincirleyecekti. Gündüz kartalın yemeği olan ciğer, her gece kendini yenileyecek ve aynı işkence ertesi gün devam edecekti. Prometheus bir dağın başına zincirlenmiş ve her gün cezasını çekmekteydi. Bugün bulunduğumuz yerden ona baktığımızda asıl cezanın ateşin bilgeliğine ermiş insanlığın geldiği yeri her gün tekrar izlemek olduğunu anlayabiliyoruz.
Yalnız ölüm kurtarabilirdi beni,
Oysa benim işkencelerimin sonu yok
Zeus tahtından düşmedikçe
(Hesiodos,Theogonia – İşler ve Günler, İş Bankası Yayınları, 2016)
Tahtından düşmesi gereken Zeus’u insanlığın bencilliği olarak yorumlayabiliriz. Evrenin tek hakimi gibi davranan insanlık çılgın zamanlar geçirmiş ve geçirmeye devam ediyor.
Ateşin yanan alevine yeteri kadar kulak verirsek yükselen çığlıkları duyabiliriz. İskenderiye kütüphanesinden, Bağdat’taki Beytül Hikme’de yanan kitaplardan ve belki de Nazi Almanya’sında yanan insanlardan yükselen çığlıkları duyabiliriz. Daha dikkatli dinlersek Engizisyon’da yargılanıp yakılan kadınların çığlıkları bize ulaşabilir ya da Madımak’ta yakılan sanatçıların hatta Kartalkaya’da yanan çoçukların çığlıkları bile bize ulaşabilir.
Prometheus bilgiyi, aydınlığı gelişmeyi varoluşu armağan etmek istemişti; tanrıların kibrini, bencilliğini ve iktidarını yok etmeyi amaçlayarak. Ancak tanrılarını yaratan insan da aynı özden gelmekteydi. Elbette aydınlanma yerine cehaleti seçecek, iktidar hırsına kapılacak, doğrunun mutlak olmadığını unutup tek doğru olarak kendininkini tanıyacaktı. Herkesi zincire vuracak, hapse atacak itiraz edeni susturacaktı. Kendi mitolojisini yazmaya devam edecekti ve biliyoruz ki mevcut düzene boyun eğmeyip başka bir düzenin savunucusu olarak dikilecek Prometheuslar da hep olacak.
Aynı bu tragedyada oldugu gibi her ne kadar iktidar sahibi Zeus özgür, yenilikçi aydın Prometheus zincire vurulmuş bir köle gibi gözükse de aslında olan tam tersidir. Zeus köle, Prometheus özgürdür. Azra Erhat bu tregadya’nın incelemesinde şöyle der; “ Yönetimi ele geçirmiş nice iktidar sahibi kişiler vardır ki, karşılarına dikilip direnen tek tük düşünce sahiplerini susturup yok edebileceklerini sanırlar, oysa sonuç umduklarının tersine çıkar; iktidar sahipleri devrilip gider, düşünce sahipleri yener ve kalır.”
Belli ki mesele ateşte değil, ona hangi gözle baktığımızda. Prometheus’un yaktığı ateş bilgiye, sanata, düşünceye uzanırken; insanın yaktığı ateş çoğu zaman korkuya, susturmaya ve yok etmeye yönelmiştir. Bu yüzden her kıvılcıma şüpheyle değil, bilinçle yaklaşmak, ateşin hem başlatıcı hem yok edici oluşunu fark etmek, belki de o çığlıkları duymak, sadece geçmişin değil, bugünün de sesi olduğunu anlamak gerekir.
Prometheus’un cezası hala devam ediyor ta ki Zeus tahtından düşene kadar.

Sevin Bayrı, İşletme Fakültesi’nden mezun olup, üzerine sosyoloji okusa ve özel sektörde çalışan bir beyaz yakalı olsa da aslında hep sanata dolaşık yaşadı. İlk önce kitaplara aşık oldu, sonra tiyatroya. Resim ve fotoğraf sanatına sevdalı bir gezgin oldu. Dormen Akademi sahnesinde sahne tozuna bulandı. Yazmak ve okumak; ilk aşkını hiç terk etmedi. Bir seyahat blogunda metin editörlüğü yaptı, iki kollektif kitapta öyküleri yayımlandı. Halen yazıyor. Deliliğin sınırsız evreninin doğal sınırlarını ararken kelimelerden yol arayarak.

