BİR ZAMANLAR SEVDİKLERİMİZ: BİR AYRILIK HİKAYESİ
Mehmet Erduğan

Her defasında belki umduğumdan daha güzel geçer dediğim yaz mevsimleri çoğu zaman bir başlangıcın değil, yarım kalmış bir hikayenin son perdesidir. Güneşin en çok parladığı günlerde bile, ayrılıklar gölgeleriyle peşimize düşer. Celine Song’un ilk uzun metraj filmi “Başka Bir Hayatta (Past Lives)”; işte tam da bu gölgelerin izini sürüyor. Göç, kader, zaman ve aşkın ince hatlarında yürüyen film “yaşamamış olsak da hissettiğimiz” ilişkileri, geçmişle bugünün sessiz diyaloğunu anlatıyor. Bir sahil kasabasının kederli gün batımı gibi içimize işleyen bu film hem kendi geçmişimize hem de hiç yaşanmamış ihtimallerimize bakma cesareti veriyor.
“In-Yun”: Sessizce Biriken Kaderler

“Başka Bir Hayatta” yüzeyde basit görünen ama ruhen katman katman açılan bir hikayeyi anlatıyor: Nora ve Hae Sung’un yolları çocuklukta kesişir ama bu kesişme çok uzun sürmez ve ardından yolları ayrılır. Yine de birbirlerinin hayatında görünmeyen ama hissedilen izler olarak kalırlar. Bu izlerin anlamını Kore kültüründen gelen bir kavram şekillendirir: In-Yun.
In-Yun, iki insanın geçmiş yaşamlar boyunca birbirine temas etmiş olmasıdır. Bir omuz çarpışması, bir bakış ya da bir suskunluk, binlerce yıl önce başlamış bir ilişkinin yankısıdır. Film, bu kavramı romantik bir klişeye indirgemez. Aksine, kaderin çizgilerini bugünün gerçeklikleriyle çatıştırır. Birbirine “ait gibi” hisseden ama bir türlü aynı hikayeye sığamayan iki insanın sessiz çatışmasıdır izlediğimiz.
Göçmenlik, kimlik, yer değiştirme, diller arasında kaybolma… Tüm bunlar Nora’nın karakterinde iç içe geçer. Hae Sung’la Korece, Arthur’la İngilizce konuşur. Ama hiçbir dili tam anlamıyla “aşkın dili” olarak kullanamaz. Sessizlikleri, göz göze gelişleri ve tereddütleri, kelimelerden daha fazla şey anlatır.

Aşkın Sessizliği ve Zamanın Tahakkümü
Aşkı yalnızca karşılıklı bir duygulanım olarak değil, zamanla yarışamayan bir biçim olarak resmeden filmde Nora ve Hae Sung birbirlerine “geç kalmış” değillerdir. Aksine tam zamanında karşılaşmış, ama “doğru hayatın” içinde olamamışlardır. Bu yönüyle “Başka Bir Hayatta”, bize aşkın tek bir biçimi olmadığını; bazen sevmenin, birlikte olmaktan çok anlamakta ve uğurlamakta saklı olduğunu fısıldar.
Tüm bu süreç boyunca Celine Song’un kamerası duygulara yaklaşırken acele etmez. Seyirciyi “hissetmeye zorlayan” bir sessizlik dili kullanır. En çok da son sahnede; Nora, Hae Sung’u uğurlarken bir kadının hayatındaki iki erkeği değil, iki ihtimali; birini seçerken diğerinden vazgeçmenin değil, ikisini de anlayıp taşımanın hüznünü yaşar.
Yönetmenin Sessizliği: Kelimeler Değil, Bakışlar Konuşur

“Başka Bir Hayatta”, ilk bakışta diyaloglara yaslanan bir aşk hikayesi gibi görünse de aslında sessizliklerin ve duraklamaların filmidir. Celine Song’un yönetmenliği tam da bu noktada öne çıkar. Onun kamerası, karakterlerine fazla yaklaşmaz. Arada bir mesafe bırakır; tıpkı onların arasında kalan mesafe gibi. Bu mesafe, duyguları büyütür, izleyiciyi tanık olmaya değil, hatırlamaya davet eder.
Özellikler son sahnelerdeki plan-sekanslar, tiyatro kökenli bir duyarlılıkla işlenmiştir. Celine Song’un tiyatro geçmişi, filmin ritmine ve mizansenine açıkça yansıyor. Karakterlerin arasındaki mesafe, tıpkı bir sahne dekoru gibi ölçülüp biçilmiş. Diyaloglar fazla söze ihtiyaç duymadan ilerliyor, suskunluklar, bir tiyatro oyuncusunun yüz ifadesiyle doldurduğu boşluklar gibi anlam taşıyor. Zaman zaman kamera sabit kalıyor, karakterler kadrajın içinde ileri geri hareket ediyorlar ki bu seyirciyi neredeyse bir tiyatro sahnesini izliyormuş gibi konumlandırıyor.

Bunun yanı sıra film boyunca bir iç denge hakım: Tıpkı bir tiyatro oyununda olduğu gibi her hareketin, her duruşun bir anlamı var. Özellikle de hem zamanın donduğu hem de içimizde bir şeylerin yavaşça kırıldığı, Nora’nın Hae Sung’u uğurladığı o birkaç dakikalık son sahnedeki an, tiyatrodaki uzun suskunluklara benzer bir şekilde işliyor. O sahnede sadece kelimeler değil, oyuncuların beden dili, göz teması ve hatta sessizlik bile replik haline geliyor. Sanki bir “final perdesi” kapanıyor ama kimse sahneden inmiyor. Kamera ise bu sırada onları yalnız bırakmaz ama müdahale de etmez. Sanki kader, kenarda durmuş onları izliyordur. Bu sinematografik tiyatrosallık, filmi sade ama yankılı bir duygu haline dönüştürüyor.
Film boyunca kullanılan ışık ve renkler, sezgisel bir atmosfer yaratır. New York’un gri ama huzurlu sokakları, Seul’ün hareketli geçmiş zamanlarıyla tezat oluşturur. Mekanlar, karakterlerin iç dünyası kadar belirleyicidir. Zira “Başka Bir Hayatta”, aşkın mekânsal bir hafızası olduğunu da fısıldar; bazı duygular sadece bazı şehirlerde yaşanır.
Bir Zamanlar Sevdiklerimiz
Filmi izledikten sonra insan, kaçınılmaz olarak kendi “geçmiş yaşamını” ve “başka bir hayat” olasılıklarını düşünmeye başlıyor. Zamanında dokunup geçtiğimiz ama derinlerde iz bırakan insanları. Ya birlikte olsaydık, ya o kararı vermeseydik, ya o şehirden hiç ayrılmasaydık…
Nora’nın hikayesi, yalnızca Koreli bir göçmenin değil, modern çağın bütün “parçalanmış” kimliklerinin hikayesi. Hem ait olduğu yeri arıyor hem de çoktan ait olamayacağı bildiği şeylere dönüp bakıyor. Bizle de öyle değil miyiz? Bazen en derin bağlarımızı yaşamadıklarımızla kurarız. Bu yüzden “bir zamanlar sevdiklerimiz”, hala içimizde yaşar. Tıpkı filmdeki gibi; sessiz, nazik ve vedaya hazır.
Bir Yazın Ardından

Bazı filmler izlenmek için değil, yaşanmak içindir. Seyirci koltuğunda değil, sanki bir zamanlar yaşanmış ama unutulmuş bir hikayenin içinde kendisini bulan izleyicisi için tam da böyle bir deneyim sağlayan “Başka Bir Hayatta”, büyük olayların değil, küçük anıların filmi. Belki bir yaz akşamı düşünülmeden söylenmiş bir cümle, belki yıllar sonra hala kapanmayan bir parantez… Bir bakışın, bir sokakta yürüyüşün, bir “hoşça kal”ın içindeki devasa yükü anlatıyor. Celine Song, bu ilk filmiyle bize aşkın bazen birlikte yaşamak değil; anlayarak, kabullenerek ve sessizce vedalaşarak da mümkün olabileceğini hatırlatıyor.

Kavurucu sıcak yaz günlerinin güneşli bir öğleden sonrasında iz bırakmış bir aşkı, yarım kalmış bir cümleyi ya da yalnızca göz göze gelinmiş bir anı hatırlarken, “bir zamanlar sevdiklerini” düşünmek isteyen herkes için bu film bir tetikleyici olacaktır. Çünkü bazı duygular, zamanın ötesinde bir yerde, hâlâ bizimle, içimizde yaşamaya devam eder.
*Bu yazı ilk olarak Yeni Tiyatro Dergisi – Yeni Sinema Dergisi’nde Ağustos – Eylül sayısında yayımlanmıştır.


