Zeynep Pınarbaşı
“Sizin hiç babanız öldü mü?” diye sorar Cemal Süreya şiirinde, sonra uzun uzun yazar bir babanın ardından yaşanan acıları. Düşlerim soldu, yeni yılın girişinin ardından. Düşlerin çoğulluğunu düşünmeden kucağımda taşıdıklarımı onunla gömdüm. Aslında babamı toprağa konarken göremedim bile.
Göremezseniz toprağın içinde babanızı, ölmüş olur mu?
Mezarlıkta gönülden yanımızda duranlarla yalandan gelenlerin arasına karıştığımızda sırf gelmek için gelmiş birinin nazını çekerken indiriverdiler babamı toprağın içine. Neredeydi babam? Adamın biri tabutu taşıyordu taze ölü mezarlarının üzerinden. Toprak kaygan, kışın ayazına güneş düşmüş. Daha gitmemizi beklemeden talkını veriyor hoca.
Artık babam yok. Onun ardından kalanlarla ben varım. Bitecek bir hayatın içinde birlikteliklere sonsuz hayaller kuruyoruz. Şimdi annem, onunla yaşanmış kırk yedi yılın varlığına bakmadan, belki de kırk yedi yıl daha bekliyor hayattan. Babamla yaşadığım kırk üç yıla aldırmadan ellili, altmışlı yaşlarında babalarını kaybeden kişilerin neden babasıyla daha fazlasını yaşadıklarını sorguluyorum. Düşlerim bir haset çekmecesinin içine saklanmış, bende olmayanları sorguluyor.
Avutmanın kelimeleri diziliyor yan yana. Mukadderat diyor, şükür diyor, Allah’ın gücüne gider, diyor. Hayatın, bizim gücümüze giden kısmını kimse sorgulamıyor.
Ne gelirse gelsin bu da benimmiş, diyerek heybesine atan insanların huşusu içinde; ben de bana yazılan kaderin o günkü sayfasını sıkıştırıveriyorum çantamın bir gözüne ve tam altmış sekiz gündür çıkarıp çıkarıp bakıyorum.
Yazılanları okuyorum. Gitti… Geri dönüşü olmayan bir yolda… Ağlarsan acı çekecek… Unutman gerek… Unutmak insana mahsus bir duyguyken; unutulmadığını ispatlayan yine de insanın yaşamı oluyor. Yaşananlar unutturmuş gibi yapsa da gecenin karanlığında, kafanı yastığına koyduğun anda, yatak odanın duvarında siyah beyaz bir yansıma ve sessizliğe karışan fısıltılarla geri geliyor. Son nefesini vermiş bir insanın varlığını hissederek sen de nefes almakta zorlanıyorsun. Kasılıyor bedenin, ânı ve günü terk edercesine. Kalbin son kez atar gibi ya da varış noktasını hedeflemiş bir maratoncunun kalp hızında atıyor.
Düşlerimin bir kısmını gömerken uyanışlarım aydınlandı.
Öncesi bitti. Şimdi, sonrasını yaşıyoruz. Miladın değişimi gibi babaların ölümü insanlar için. Eskiler hep derlerdi, baban ölürse büyürsün. Büyüdüm. Bir gecede yaşlandı hayat, hatta ölmüş olduğunu bile söyleyebilirim.
Ölüm yeniden uyanışsa eğer şimdi uyanışlarımın başlangıcındayım. Her geçen gün biraz daha sorguladım yaşamı. İnsan birini kaybedince neden üzülür? Geceler boyu uykusuzluk halleri, çarpıntılar ve dinmeyen göz yaşlarının sebebi nedir?
Babamın olmaması yanıtı uzun bir süre kağıdımın bir köşesinde kaldı. Sevdiğin birini kaybetmek, artık onun yanında olmadığını bilmek başka bir cevaptı. Yürürken yanlış attığım bir adım sonrasında bileğimi burktuğumda, babamın bana verdiği bir tavsiyeyle kendimi iyileştirdim. Susmak konulu bir yazı yazarken babama bolca atıfta bulundum. Sıcak bir yemeği yerken onun bana öğrettiği şekilde yemeğimi soğuttum. Dikiş dikmeyi öğreten kişi yine oydu. Aslında babam yanımdaydı. Konuştuğum her cümlenin bir kelimesi ona aitti. Yaptığım işlerin yol göstericisi oydu. Anladım ki sevdiklerinizi düşündüğünüz ve varlığını hissettiğiniz sürece ölümsüzler.
Beni anksiyeteye sürükleyen derin düşüncelerden biri de şu ölürse bu ölürse onun çocukları ne yapar, eşi ne düşünür gibi kendime ait olmayan kayıpların, hâlâ yaşamalarına rağmen onların kaygısını taşımak oldu. Kendime ait olan acıyı kabullenemeyiş bana başkaları adına gereğinden fazla düşünmeyi yükledi. Benim acım bana aitti onlar yaşadığında onlara ait olacaktı.
Sonbaharı babamla hastanede geçirdik. En sevdiğim mevsim, görmek isterdim, dedi bir gün. Bu sene sonbaharı kaçırdık, diyerek üzülmüştü. O zamanki hüznünün aslında ölüme yaklaştığını bilmek olduğunu şimdilerde anlıyorum. Kışa girdiğimiz gün bilincini kaybetti. Ve yeni senenin başlangıcında da dünyayla olan ilişkisini kesti. Onun ölüme dair uyanışları bizim yaşama dair uyanışlarımıza denk geliyor artık. Bu sene benim için bahar bambaşka geldi. Önceleri hüzünlüydü, onsuz bir yeni yıla başlamak. Baharı yaşamanın suçluluk duygusunu taşırken onun bize öğrettikleriyle bir yaşam bahşettiğini hatırladım yeniden. Hayattan zevk almayı, sevdikleriyle birlikteyken hayatın tadının daha güzel olduğunu hatta bunun cennet olarak tasvir edilebileceğini anlattı gitmeden.
Kaybettiklerimiz aslında bizimle yaşıyor. Varlıklarının sadece bir düşünceye ait olması demek, onların olmadığı anlamına gelmez.
Ben hayatım boyunca canı gönülden babama sarılamadım. Bu onu kabul etmeyeceği için değil maalesef böyle bir karaktere sahip olamadığım içindi. Keşke olsa da sarılsam diyemiyorum, biliyorum olsaydı yine sarılamazdım. Sarılıp babasını öpebilen, ona şımarıklık yapıp, sevdiğini söyleyebilen bir kız çocuğu olamadım. Bunları yapmadığım için babamla sevgiyi paylaşmadım diye düşünülebilir ama öyle değil. Sevgiyi göstermenin binbir yolunun olduğunu ondan öğrendim. Yüzünüze bakarken, küçük, bıyık altı bir gülümsenin; bir babanın taşıdığı büyük bir gurur olduğunu gördüm. On yaşında yoğun bakımda yatarken ya da hasta odasına geçtiğimde bana dokunmayışından hatta çok sık ziyaret etmemesinden beni sevmemesini çıkarmadım. Çünkü ameliyata girmeden önce siyah olan saçları hasta odasında gördüğümde bembeyazdı. O gün anlamasam da bugün beni çok sevdiğini biliyorum. Keşke böyle olmasaydı diyorsunuz belki içinizden, belki de başka türlü olsa daha güzel olurdu ama biz sessizce sevgimizi paylaşmayı öğrenmiştik. Bunu istemsizce yapıyorduk farkında olduğumuzu bilmeden. Şimdi gidişinin ardındaki iki ayda düşünerek bunları aslında adımız kadar iyi bildiğimizi anladım. Hayatın şifrelerini çözmenin yollarından biri oldu onun kaybı. Giderken benim kendimi tanımamı sağladı.
Ben şimdi onun ardından kendime uyandım. Her kayıp, bir uyanışmış, onu anladım. Düşlerim, yeniden canlandı kucağımda şimdi onların peşinden koşuyorum.

Zeynep Pınarbaşı için her şey mektuplarla başladı. Sonra şiirler geldi. Ardından iç dökmeler… Yıllar kelimeleri kovaladı, o da peşinden gitti. Şimdi sırada öyküler var. Yazdı, yazıyor.

