Cannes Film Festivali 78’inci yılında politik cesareti ve özgün anlatımıyla öne çıkan filmleri ödüllendirdi. Altın Palmiye bu yıl, İranlı yönetmen Jafar Panahi’nin olurken festival, sinemanın hem estetik hem de etik bir güç olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Sevin Bayrı

Dünyanın en prestijli sinema etkinliklerinden biri olan Cannes Film Festivali, bu yıl 78. kez Fransa’nın güney sahillerinde sinemaseverleri ağırladı. Açıklanan sonuçlara bakılırsa 2025, sinema dünyasında derin izler bırakan ve politik cesaretiyle öne çıkan filmlerin ödüllendirildiği bir yıl oldu.
1946’dan beri Fransa’nın güneyindeki Cannes kentinde her yıl Mayıs ayında düzenlenen festival; hem sinema sanatını kutlamak hem de yeni yapımları uluslararası sahneye taşımak amacıyla organize edilen Cannes Film Festivali, önceki akşam düzenlenen törende açıklanan sonuçlarla, sinema sanatının politik ve etik derinliğini tartışmaya açan bir platform olduğunu da hatırlattı. Bu yılki etkinlik, cesur anlatıları, otoriteyle hesaplaşan yönetmenleri ve sade ama sarsıcı filmleriyle iz bırakmayı başardı.
Bu yılki festivalin jüri başkanlığını Juliette Binoche üstlenirken diğer jüri üyeleri arasında; Halle Berry, Jeremy Strong, Alba Rohrwacher, Payal Kapadia, Leïla Slimani, Hong Sangsoo, Carlos Reygadas ve Dieudo Hamadi yer aldı.
Ana yarışmada 22 film yer aldı ve etkinlik, Amélie Bonnin’in yönettiği Fransız komedisi Leave One Day ile açıldı.
Altın Palmiye’nin Kazananı ‘It Was Just an Accident’ ve Jafar Panahi
Festivalin en prestijli ödülü olan Altın Palmiye, İranlı yönetmen Jafar Panahi’nin It Was Just an Accident adlı filmine verildi. Bu film, Panahi’nin İran’daki rejimle yaşadığı kişisel deneyimlere dayanan, sade ama derin bir anlatımla bireysel özgürlük ve adalet temasını işliyor. Yönetmenin, kendi deneyiminden ilham alarak çektiği bu film, politik baskı ve adalet arayışını kara mizah ve psikolojik dramla harmanlıyor. Panahi’nin bu yaratıcı direnişi, Cannes’da büyük ilgi gördü.
Jafar Panahi, İran sinemasının en cesur, politik ve yenilikçi yönetmenlerinden biri. Sinematografisi, sade ama etkileyici bir gerçeklik anlayışı üzerine kurulu; sessiz direnişin ve gündelik hayatın içindeki dramatik çelişkileri filmlerinde bolca işlemekte.
Panahi’nin sinematografisi üç temel üzerine oturttuğunu söyleyebiliriz; minimalizm , toplumsal eleştiri & bireyin direnişi ve otobiyografik anlatım. Şüphesiz filmlerindeki belgesel estetiğiyle kurmaca sinema arasında ince bir çizgide yürütmesinde en büyük esin kaynağı Abbas Kiarostami olduğu gözlerden kaçmıyor. Panahi, İran Yeni Dalgası’nın kurucu kuşak yönetmenlerinden. Abbas Kiyarüstemi’nin de zamanında asistanlığını yapmış bir isim. İlk filmi ‘The White Balloon’, Kiarostami tarafından yazılmıştı.
Kiarostami’nin “açık uçlu anlatım” ve “gerçekliğe sadakat” anlayışı Panahi’nin temel taşlarını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Filmlerindeki güç sokaktaki insanın hikayesini anlatırken kurduğu sadelik, sahip olduğu gelenekten beslenmekte. İlk filmi White Balloon’da sıradan bir olaydan etkileyici bir anlatı yaratması yönetmenin mahareti hakkında bize bilgiler vermişti. Jafar Panahi, İran sinemasında hem içerik hem tavır olarak ayrıksı bir konumda.
Politik cesaretiyle öncü bir isim, rejim tarafından defalarca yargılanmış. 2010’da 20 yıl boyunca film yapma yasağı almış ama buna rağmen üretmeye devam etmiş. Kendi yaşamındaki durumları da sinema yapma mücadelesini de doğrudan filme dönüştüren yönetmen; “This is Not a Film” (2011) belgesel filminde; yasaklı bir yönetmenin film yapma arzusunun içsel bir portresini konu alıyor.
İranlı yönetmenin Altın Palmiye ödülüne layık görülmesinde en büyük payın Juliette Binoche’den kaynaklı olduğu düşünülebilir. Elbette Binoche’nin İran sinemasına uzak olmaması ve Abbas Kiarostami ile çalışmış olmasının bunda etkisi büyük olabilir. Ancak yönetmenin yaptığı işlerle kendini bu ödülden çok önce ispatladığı da bir gerçek.
Gecenin Diğer Kazananları
Büyük Ödül (Grand Prix): Norveçli yönetmen Joachim Trier’in Sentimental Value adlı filmi, baba-kız ilişkisi ve sanatın aile içindeki kırılgan dengeleri üzerine düşündüren anlatımıyla Büyük Jüri Ödülü’ne değer görüldü.
En İyi Yönetmen: Brezilyalı yönetmen Kleber Mendonça Filho, The Secret Agent ile bu ödülün sahibi oldu. Aynı filmdeki performansıyla Wagner Moura, En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı.
En İyi Kadın Oyuncu ödülü ise, Little Sister filmindeki rolüyle Nadia Melliti‘ye gitti.
Jüri Ödülleri, Olivier Laxe’in Sirat ve Mascha Schilinski’nin Sound of Falling adlı yapımlarına verilirken, Özel Ödül, Bi Gan’ın atmosferik anlatımıyla öne çıkan filmi Resurrection’a gitti.
En İyi Senaryo: Dardenne kardeşlerin yönettiği Young Mothers, güçlü senaryosuyla bu dalda ödüle layık görüldü.
Onur Altın Palmiye: De Niro ve Washington’a
Festivalde iki usta oyuncuya daha özel bir selam vardı. Robert De Niro ve Denzel Washington, sinema sanatına yıllardır verdikleri katkılar dolayısıyla Onur Altın Palmiye ödülüyle taçlandırıldılar. Bu ödül, yalnızca kariyerlerine değil, aynı zamanda sinema tarihine bıraktıkları etkiye de bir övgü niteliğindeydi.

Usta oyuncuya ödülünü Leonardo DiCaprio takdim etti.



SEVİN BAYRI
Sevin Bayrı, İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, üzerine sosyoloji okusa ve özel sektörde çalışan bir beyaz yakalı olsa da aslında hep sanata dolaşık yaşadı. İlk önce kitaplara aşık oldu, sonra tiyatroya. Resim ve fotoğraf sanatına sevdalı bir gezgin oldu. Dormen Akademi sahnesinde sahne tozuna bulandı. Yazmak ve okumak; ilk aşkını hiç terk etmeyen Bayrı’nın çeşitli kollektif kitaplarda öyküleri yayımlandı. Halen SuareMag’da Yıldız Tozu adlı köşesinden okura seslenen Bayrı, kitap, müzik, film seçkileri de hazırlıyor.


