Öykücü, romancı, denemeci ve filozof Bilge Karasu, kitaplarında her biri bizi uzun uzun düşündüren cümlelerle karşılar. Bunlardan bazılarını Suare Dergi okurları için derledik.
Önce deniz var çünkü. İçinde orfinozu, yüzünde balıkçıyı taşıyan. Sayısız parmaklı oluduğu için, orfinozu da, balıkçıyı da, istediği yere sürükleyen, balıkla balıkçıyı ayrı ayrı yeden, kimi zaman birine, kimi zaman da öbürüne yüz verir gözüken.

Korkumuzu azaltmalıyız. Azaltmak için de dolaşıp gezmeli, gerçek tehlikelerle karşılaşıp bu tehlikelerden kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Yola çıkarken, yalnız düşmanla karşılaşacağımı düşünüyordum, dostlar da çıktı karşıma. Dostu tanımak için gerekli vakti her zaman bulabilir miyiz? Bende biliyorum: Yok o kadar vaktimiz.

Yoksa bu adamları, anaları dövülsün diye mi doğurmuştu, bu çocuklar, ölmek için, kurşunlanmak için mi gelmişlerdi dünyaya? Alanda yürüyenler, şarkı söyleyenler, günün bütün haberlerini ağız gazetesiyle yayanlar, polisin kovaladığı, dövdüğü, yakalayıp götürdüğü insanlar çoğaldıkça, bugün bütün gazeteleri, dergileri sütun sütun dolduran öyküler oluştukça, birtakım adamlar gitgide köstebekleşiyor, dut yapraklarını yeyip bitiren kurtlar, tırtıllar, kupkuru kalmış dalların ilkyaz sonlarında büsbütün göze batan güdüklüğünden tel tel sarkıyor, yere yaklaşıyordu.

Anılardan başka bir şey değiliz. Meğer ki bir başka anı yumağı, yani bir çocuk, bir oğul ya da bir kız doğurmuş, doğurtmuş, büyütmüş olalım, ya da, bir yapıt bırakmış olalım ardımızda. Eylemlerimiz, zaten, anı olacaktır.

Yüzleşme…
Her kitap, bir çekirdeğe ulaşma çabasıyla başlar sanıyorum. Henüz, etinin dokusu bilinmeyen, tadına bakılmamış bir düş yemişinin, henüz olmayan, oluşmamış yüzeyinden -rengi bile görülmeyen yüzeyinden- içeri bir toplu iğneyle girer gibisinizdir. Sert kabuğunu delip, delinmeyeceğini umduğunuz, size karşı koyacak güçte olmasını beklediğiniz bir çekirdeğe ulaşasıya.
Çekirdeğin içi, toprağa düştüğünde hiç bilmediğiniz bir bitkiyi, bir ağacı doğurup büyütecek o çekirdek içi, sizin kaygılarınızın dışında kalır. Siz ancak bir sapın ucunda o çekirdeğin ilk düğümü çevresinde oluşacak etin yapıcısı olacaksınız. Çekirdeği bulduktan sonra, sabırla, kat kat et, tat, renk giydireceksiniz o çekirdeğe. Öyle ki kitabınız bittiğinde artık -hiç değilse sizin açınızdan- tadı, dokusu, rengi bilinen bir yemiş tutarsınız elinizde. Sonra da o yemişi atarsınız ortaya, ısıracak, gagalayacak, kemirecek birileri çıkar diye umarak.
Her kitap, sanırım, kör, kısa bir inişle uzun, zahmetli, çekirdeğin çevresinde dönenip harfe harf, sözcüğe sözcük, katmana katman katan, çekirdekten uzaklaştıkça anlam yüklenen bir çıkışın öyküsüdür. Bir yokluk içindeki yolun bittiği yerden geriye dönerek o yolu uydurmaktır.
Yüzleşme, yüz yüze gelme… Neyle? Kiminle?



