Zeynep Pınarbaşı
Hevesle başladığımız her işin bir sonu var, yaşamak da buna dahil. Gün gün gelecek sonu bekliyoruz. Hayat telaşesinin içinde farkında olmadan zaman akıp gidiyor. Bir buluşma fotoğrafı çıkıyor karşıma gözlerimin içindeki gülümsemeyi hissederek bakarken geçen zamanın yirmi yıl olduğunu fark ediyorum. Onca yılda bir ömür saklı. Geçenlerde bir arkadaşım mesaj attı, babam için üzüntüsünü yazdı. Ne yazacağımı bilemedim önce, dün gibiydi her şey acısı tazeyken yazamadığım gibi hissettim içimde ama üstünden sekiz ay geçmiş. Arkadaşımın hesabına girip baktım takipleşmiyoruz, zaman içinde varlığımızı unuttuk belki de onu en son gördüğüm anı düşündüm o da yirmi yıla yakın olmuş. Sanki yirmi yıl öncesinde asılı kalmış zaman.
Bittiğini sandığımız her yaşanmışlık başka bir zamanda yeniden canlanıyor. Zamanda asılı kalan anları gerçek anlamda kafanda bitirmeden başlangıçlar yapamıyorsun. Kırgınlıklar zamanın en acımasız zehirleri, kırgınlıkları içinizde büyüttüğünüz sürece onlar balon gibi şişip sizi içine hapsediyor, ardından pişmanlıklar, hayıflanmalar, kendinle hesaplaşmalara dönüşüyor.
Uzun zamandır polisiye ve suç dizilerine merakım var. Dizilerin hepsinde geçmişle hesaplaşması bitmemiş karakterlerin patlayan öfkelerini izliyoruz. Dönüp baktığımda ben dahil çevremde birçok insanın içinde sakladığı patlamayan öfkeleri hayatın içindeki akışına yansıyor. Anlamsız bir olay için verdiğimiz tepkiler bunların habercisi.
Bitişlerin en acı verenleri hayatım boyunca sırtımızdan inmeyen aile kırgınlıkları. Babam ve kardeşleri, arkadaşlarımın ailelerinde amca, hala, teyzelerle olan küslükler o kadar fazla ki baktığınızda belki de çoğu incir çekirdeğini doldurmayacak kadar ufak olaylar.
Bu konuda beni en çok etkileyen Tolga Karaçelik’in Kelebekler filmiydi. Sadece sinemada üç defa izledik. Sonrasında kaç kere izledim bilemiyorum. Her seferinde başka bir kelime, cümle, sahne aklımın içine kazındı.
Duygusal bağ kuramamış üç kardeşin babalarının ölümüyle köye gidişini anlatıyor. Bir yol hikayesi. Tüm bağlar yolda açılmaya başlıyor, konuşuyorlar, kısa hesaplaşmalar yaşıyorlar bir yerde soğuk duvarlar ısınmaya başlıyor. Yemek sahnesi buzları çözüyor. Köye geldiklerinde kara komik sahnelerle devam ediyor. Eve girdikleri anda geçmiş zihinlerinde dökülmeye başlıyor. Bir ninni, bir yatak, patlayan bir çeşme, bahçedeki divan hepsinde izler var. Filmin sonunda kardeşlerin kurduğu bağı görüyoruz. Hepsi takılı kaldığı anda çözülüyor, geçmişin aslında öyle olmadığını anlıyorlar, bittiğini sandığınız zamanlar yeni başlangıçla gülümsüyor.
Babam vefat etmeden önce ailesine kızgındı. Hesaplaşmadı, yüzleşmedi. Son ana kadar anne ve babasının hatalarını, hayatına müdahalelerini anlattı hep, o kadar kızgındı ki son günlerinde bunları düşünüyor olmasına çok üzüldüm. Artık değiştiremeyeceğimiz şeyler için konuşmaya gerek olmadığını söyleyip durdum, babam son günlerinde olduğunun farkındaydı, aslında tüm öfkesi de içinde ölecekti ve hiçbiriyle yüzleşip hesaplaşamamıştı.
Hesaplaşılmamış her öfke son ana kadar insanın içinde büyüyüp çoğalıyor ve hayatın başlangıç ihtimallerine dair tüm kapıları kapatıyor.
Kelebekler filminde de buna dair bir şeyler aradım. Babanın çocuklar için duyduğu bir pişmanlık, suçluluk duygusu var mı, diye. Sonunda babalarının isteği üzerine bir adamı görmeye gidiyorlar, hepsinin aklında aynı soru. Babanın pişmanlıkları sadece inandığı öbür dünyaya maddi anlamda borçlu gitmemeye dairdi, manevi borçların tamamından sıyrılmıştı.
Babam kendiyle alakalı pişmanlıklarını düşünürken onun da maddi olanlara takıldığını hatırlardım. Birilerine kalan üç beş lira ufak miktarlardı. O kadar uzun kaldık ki hastanede yanımızdaki hastalar sürekli değişiyordu. Bir akşam bir çiftçi ve ailesi geldi, kızıyla tüm hesap kitap işlerini konuştular. Riskli bir ameliyata girecekti, kızına kimlere borcu olduğunu ve kimlerden alacağı olduğunu anlattı. Belki kızının kalbini kırmıştı, belki oğlunu haksız yere dövmüştü, eşini herkesin içinde rencide ettiği için üzmüştü. Düşündükleri asla bu olmadı. Ne o adamın ne babamın ne de Kelebekler’deki kardeşlerin babasının.
Asıl varlığımız manevi duygular aslında. Bu bitişleri yeniden canlandırmak için ihtiyacımız olan tek şey manevi duygularımızla yüzleşip, hesaplaşmamız. Kime ne kadar borcumuz olduğundan çok kimin kalbini ne kadar kırdığımızı anlarsak iç dünyamızdaki savaşı biraz daha dindirebiliriz.
Yaşama dair hevesimiz kursağımızda kalmadan bitişlerin yeni başlangıçlara gebe olduğunu unutmamalı. Yeni başlangıçlar için paraya değil huzurlu bir kalbe ihtiyacımız var. Huzurunuz çok olsun.

Zeynep Pınarbaşı için her şey mektuplarla başladı. Sonra şiirler geldi. Ardından iç dökmeler… Yıllar kelimeleri kovaladı, o da peşinden gitti. Şimdi sırada öyküler var. Yazdı, yazıyor.


