Saliha Demir
Şairler de dahil.
Şiir,
Çünkü ben seninle
Kendimi harcarken,
Beni yavaş yavaş toprağa çeviren zaman
Şarkımın sularını sonsuza dek akıtacakmış gibi
Sağlam tazeliğini,
Kristalimsi dürtünü
Gelişmeyi sürdürdün.
(Pablo Neruda)
Bir akşam üzeri ölü şairleri uyandıran bir ses duyuldu. Toprak hareketlendi. Bir şair yüz yıllık meşenin köklerinin arasından, ağaçla kucaklaştığı yerden çıkıyordu yüzeye. Başka bir şair silüetleri bozan bir gökdelenin temelinin altından sızıyordu yukarı doğru. “Yukarı doğru sızmak” yalnızca bir şairin yapabileceği bir eylemdi çünkü. Az ötede birlikte ölmüş üç şair kalemlerden yaptıkları merdivenleriyle kayaların arasından tırmanıyorlardı zemine. Saçları kırlaşmış, elbiseleri tozlanmıştı ama fazla bir şey kaybetmemişlerdi bedenlerinden. Ölümleri eskitememişti onları. Yaşamaktı dertleri bir zamanlar ya da yaşayamamak. Geçmişe bıraktıkları şiirleri almaya geliyorlardı büyük bir öfkeyle.
İlk şiiri, eski bir kitapçının “hiç satılmayanlar” rafında buldular.
Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.
(Orhan Veli)
Geleceğim, bekle dedi, gitti…
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu…
Ama kimse ölmedi…
(Özdemir Asaf)
Geçti, istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme artık, neye yarar?
(Necip Fazıl)
Ey güzeller güzeli beklediğim
Kaç saatim, kaç dakikam ya da saniyem
Artık ne gelmek ne de gitmek
Yaşamın en zor yanı beklemek
Hiçbirimiz beklemedik doğmayı,
Doğduğumuzdan beri beklediğimiz
Ölmek.
(Aziz Nesin)
Akşam karanlığı çökmeden yola devam etmeye karar verdiler. Hiçbir filmde bu kadar şık bir zombi topluluğu görülmemiştir.
Dar sokaklardan geçtiler. İşportacı tezgahlarını süzdüler. İkinci şiiri bir kese kağıdının ortasından yırtıp aldılar.
Tekinsiz caddelerden geçtiler. Kaldırıma park etmiş hasarı bol arabalara sürtündüler. Üçüncü şiiri bir kâğıt toplayıcısının düşürdüğü tomardan çekip çıkardılar.
Eski bir sinemaya girdiler. Seyircisi az bir seansta biraz uyukladılar. Tanıdık mısralar uyandırdı onları. Perdeyi yırttılar. Filmi sonlandırdılar. Mısraları aldılar. Koşar adım terk ettiler orayı.
Öfkeleri dinmedi. Hediyelik eşya dükkanının önünden geçerken kupaların üzerine, defter kapaklarına takıldı gözleri. Mısralar tanıdıktı burada da. Fiyat etiketleri ile yan yana duran mısraları. Hızla tırmanıp kepenklere, kapattılar dükkânı. Kimse anlamadı bu insanları.
Koşarak ağaçlık bir parka girdiler. Banklarda oturan sevgililere kulak kabarttılar. Burada şiir yoktu. Yola devam ettiler.
Reklam tabelalarını okudular yol boyunca. Yalanların içinde gördüler mısralarını. Sözcüklerinin can çekişmesine tanık oldular bir süre. Dev ekranlarda kayan harflerin geçişini seyrettiler çaresiz. Yoruldular.
Umutları, bir kâğıdın üzerinde, bir kitap rafının en güzel köşesinde kalmasıydı şiirlerinin. Ölümü kabullenmek kolay olmuştu giderken. Mısralarını emanet etmişlerdi çünkü yaşayanlara. Son bir şiir yazdılar sonra onlara.
Kalan bütün şiirleri emdiler dünyadan.
Ve “yaşayanlar” kalan tek şiiri aradı durdu sonsuza kadar. Lanet buydu işte.

Saliha Demir, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Ana Bilim Dalı mezunudur. Gazi Üniversitesi’nde Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi; Hacettepe Üniversitesinde Uzaktan Eğitimde Bilişim Teknolojileri alanlarında yüksek lisans yaptı. TED Ankara Kolejinde sınıf öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Hacettepe Üniversitesi Temel Eğitim Bölümü Sınıf Eğitimi alanında doktora çalışmalarının tez dönemindedir. Sanal Gerçeklik Defteri, Tersyüz ve Salyangoz, Yaman’ın Tarhana Kavanozu, İnsanın İçinde Ne Var, Şiirlerle Öykülerle Cumhuriyet (Bölüm yazarlığı: Begonvil öyküsü) kitaplarının yazarıdır. Yetişkinlere yönelik şiirleri, öyküleri Dil Derneği Çağdaş Türk Dili, Distopya Dergi gibi yayınlarda yayımlanmaktadır. Verdiği yüz yüze ve çevrim içi eğitimlerin yanı sıra Kapadokya Edebiyat Buluşmalarının kurucusu ve koordinatörüdür. Evli ve iki çocuk annesidir.


