Yeni hayata geçen Kitap Kulübü’müzün bu ayki gündeminde Kırmızı Pazartesi vardı. Nobel ödüllü Kolombiyalı usta yazar Gabriel Garcia Marquez’in unutulmaz eserlerinden biri olan Kırmızı Pazartesi, “İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin Öyküsü”nü anlatır. Konuyu farklı yönleriyle ele alan kulüp üyelerimiz, ortak saptamaların yanı sıra birbirinden farklı detaylara dikkat çektiler. Bakalım sizin düşündüklerinizle örtüşüyor mu?

Nobel ödüllü Kolombiyalı büyük yazar Gabriel Garcia Marquez’in (1927-2014) yedinci romanı olarak 1981’de yayımlanan Kırmızı Pazartesi, bugün hala en çok okunan kitaplardan biri. İlk buluşmasını eylül ayında yapan Kitap Kulübü de, ilk kitap olarak bu romanı seçerken, katılımcılarımız ortak saptamaların yanı sıra kitabın detaylarında saklı olan bazı yönlerini de irdeledi. Öncelikle, kitap hakkında bilinen ve hemen herkesin hemfikir olduğu bazı yönler şöyle:
- Orijinali “Crónica de una muerte anunciada”, İngilizcesi “Chronicle of a Death Foretold”, Türkçe çevirisiyle adı “Önceden Bildirilen Bir Ölümün Tarihi” olan kitap, dünyanın en çok satılan romanlarından biri. Ülkemizde “Kırmızı Pazartesi” adıyla okura sunulsa da, roman işleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsünü aktarıyor.
- Novella (kısa roman) türünün en iyi örneklerinden biri olarak gösterilen bu eser, Santiago Nasar’ın öldürüldüğü günü konu alıyor. “Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30’da kalkmıştı” diye başlayan romanda, yazar, kimin öldürüleceğini en başında söylüyor, hemen ardından kimler tarafından öldürüleceğini belirtiyor. Buna karşın birbirinin tekrarı gibi gelen ahenkli cümleleriyle, okuru sonuna kadar “neden, nasıl” sorularının peşinde koşturuyor. Üstelik sadece okur değil, olayın geçtiği kasabadaki herkes, kimin, ne zaman, niçin ve nasıl öldürüleceğini biliyor.
- Bu kitaba ilişkin bilinen gerçeklerden biri şu; bu cinayet Marquez’in çocukluğunun geçtiği kasabada işlenmiş ve yazarın aile fertleri dışındaki isimler değiştirilmiş. Yazar, annesine söz verdiği için bu olayı yazmak için, yıllarca olaya karışan çoğu kişinin ölmesini beklemiş.
- Bir büyülü gerçeklik ustası olan Marquez, bu sanatını bu eserinde de sergiliyor. Yazar kendi tanıklık ettiği bir olay olmasına karşın, bir anlatıcı üzerinden okura aktardığı 107 sayfalık romanda, okuru 60’a yakın karakterle tanıştırıyor. Bu karakterlerin çoğu bir cümle ya da gözlemle katılıyor romana ve böylece ana karakterlerin, aynı anları defalarca anlatılıyor.
- Özünde, “bir namus cinayeti hikayesi” gibi algılansa da eser, aslında daha büyük bir hikayeyi anlatıyor. Bu kitabı pek seven sanatçı Zülfü Livaneli’nin dediği gibi; roman sıradan bir namus cinayetini anlatmıyor, evrensel bir olguya dikkat çekiyor. Romanda, gelenekler yüzünden bu cinayeti işlemeye mecbur olan katillerin aslında durdurulmayı istediği, ancak toplumun üzerine düşeni yapmamasını gayet net bir şekilde okuruna gösteriliyor.
Bu ortak saptamaların yanı sıra Kitap Kulübü katılımcılarımız, bazı saptamaları ile birbirlerini şaşırtmayı da başardı. Bu buluşmaya katılamayan kulüp üyelerinin yanı sıra kitabı okuyanlara ve okumayı düşünenlere farklı bakış açıları sunan bu saptamaların bazıları şöyle:
BERİL BOZDOĞAN:
OLAYIN AKTARICILARI GÜVENİLMEZ!
Kırmızı Pazartesi’de güvenilir bir aktarıcı bulmak çok zor. Kitabın ana anlatıcısına, olayı aktaranların subjektif bakış açılarına sahip olduğunu gözlemliyoruz. Bu savımın en büyük kanıtı; kitap boyunca her bir aktarıcının hava durumuna ilişkin farklı bilgiler vermesi. Kimisi o sabah yağmur yağdığını iddia ederken, kimisi havanın tam olarak nasıl olduğunu hatırlamıyor. Bazıları ise havanın o mevsime göre olmaması gerektiği kadar sıcak ve güneşli olduğunu söylüyor.
Aynı günün aynı saatinde, tek bir kasabanın hava durumunun bu kadar değişken olması elbette mümkün değil. Buradan yola çıkarak, aynı günün, aynı havasının nasıl olduğunu aktardıkları gibi, Santiago Nasar’ın ölümüne giden süreci de algılama, hatırlama ve aktarmalarında da farklılıklar olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.
NİLGÜN KARATAŞ:
TOPLUMUN SUÇU BİREYLERİ AKLAR MI?
Marquez’in gazetecilik ile edebiyat arasında müthiş bir bağ kurarak kaleme aldığı bu kitapta, asıl suçlunun toplum olduğu konusunda hemfikiriz. Kiminde sonu cinayette olsa geleneklere olan bağlılık, kiminde ise “yapabileceklerine inanmadım, biri nasılsa engellerdi” gibi boş vermişlik hali olarak ortaya çıkan toplumsal zaaflar bu kitap üzerinden çok güzel sorgulanıyor. Ancak, Santiago Nasar’ın ölümüne engel olabilecekken, bilerek ve isteyerek olmayanların da ayrıca ele alınması gerekiyor.
“Toplumun suçu bireyleri aklar mı?” sorusunu ortaya atmama neden olan karakterlerden en belirgini Nasar ailesinin aşçısı olan Victoria Guzmán. Santiago Nasar’dan hiç hoşlanmıyor. Bu konuda haklı bir gerekçesi de var; zengin bir züppe gibi davranan Santiago’nun kızını taciz etmesi. Bu konudaki endişesinin altında yatan neden ise; vakti zamanında baba İbrahim Nasar ile bir ilişkisi olması. Olay sırasında hayatta olmayan Baba İbrahim’in Santiago’nun annesi Plácida Linero ile evlenmesinden sonra evde çalışmaya başlayan Victoria Guzmán, sanıldığı gibi sessiz, ezik bir kadın profili çizmiyor. İşvereni konumundaki Santiago’ya “Ben yaşadığım sürece o sudan içemeyeceksin” diye meydan okuyabilen Victoria, öldürüleceğini bilmesine karşın Santiago’yu bilerek ve isteyerek uyarmıyor. Çünkü kızı Divina’nın da dediği gibi “kalbinin derinliklerinde onun öldürülmesini istiyordu.” Bunu intikam duygusuna bağlıyor ve her ne olursa olsun 21 yaşındaki bir gencin ölümüne engel olmayanların da suçun iştirakçisi olduğunu savunuyorum.
YÜCEL CÜRE:
İSA’NIN ÇARMIHA GERİLMESİNE ATIF YAPILMIŞ
Marquez’in Arap asıllı Santiago Nasar’ın trajik ölümünü anlatırken, İsa’nın çarmıha gerilmesine atıfta bulunduğunu düşünüyorum. Santiago’nun Nasar adı bilinçli bir seçim; İsa’nın doğduğu yer Nasıra’ya gönderme yapıyor.
FATMA CANİK
MEKTUPLAR AŞKIN DEĞİL, SUÇLULUĞUN İŞARETİ
Hikayenin ana karakterlerinden biri olan Angela Vicario, evlendiği ancak bakire olmadığı için kendisini babasının evine gönderen Bayardo San Roman’a yıllarca aşk mektubu yazıyor. Bunu gerçek bir aşk olarak okuyamayız diye düşünüyorum. Tam 17 yıl boyunca süren bu takıntılı ritüeli; San Roman’a olan aşkının işareti olarak değil de Angela’nın suçluluk duygusunun bir dışavurumu olarak ele alabiliriz.
FEYZA ÖZDİNÇ:
KADER VE KABULLEŞİNİ ÇOK GÜZEL ANLATIYOR
Tüm kasabanın cinayeti bilmesi, ancak engellemek için bir şey yapmaması insanların kadere olan inançlarını da yansıtıyor. Karakterlerin çoğu kadere boyun eğmiş bir şekilde, bir cinayet işlenecekse onun gerçekleşmesini bekliyor. Hatta Santiago Nasar öldürüleceğini bir süre sonra duymasına rağmen, buna engel olmak adına hiç çaba harcamıyor. Karakterin aptalca kibrini de yansıtan bu davranış, kadere inancının simgesi olarak da değerlendirilebilir.
DEYYAN ALTINSOY:
AKRONİK ZAMAN, ANLATIMI GÜÇLENDİRİYOR
Romanda zaman, kronolojik olarak değil de geçmiş ve geleceği de kapsayan bir şekilde akronik olarak akıyor. Olayın geçtiği tek bir gün ele alınmasına karşın, anlatacı ve aktarıcıların söyledikleri farklı zaman kipleri ile okura ulaşıyor. Numaralandırılmadan beş farklı bölümde anlatılan hikaye, doğrusal değil de dairesel olarak ilerliyor ve başladığı yerde bitiyor.
FARAH NASSER
İNSAN OLMANIN TRAJEDİSİNİ SORGULATIYOR
Gabriel García Márquez ‘in, okurken zaman zaman kafanızın yanacağı, zaman zaman da insan olmayı sorgulayacağınız nefis kitabı; işleneceğini herkesin bildiği bir cinayeti konu ediyor. Hatta okurların bile daha kitabın en başında cinayetten ve kimin işleyeceğinden haberdar olması, aslında hikayeden çok insan olmanın trajedisini sorgulamamızı sağlıyor. Márquez, hikayede karakterleri ve zaman kavramını ustalıkla kurgulamış. Akronik zaman tekniğinin en güzel örneklerinden. Kurgulanan zaman dilimi, tek değil; karaktere, karakterin konumuna, Santiago Nasar ile olan ilişkisine göre göreceli işlenmiş. Tek gün, tek cinayet. Ancak onlarca karakterden, aynı olayın onlarca farklı anlatımı.
Márquez, Santiago’nun masum olup olmadığıyla ilgili sonucu açık bırakıyor. Her okurun eminim buna bir cevabı, yorumu olacaktır. Bana göre hiçbir önemi yok. Yargılanmadı bile. İnsan olmayı zorlaştıran, vahşileştiren önyargı, kuşku, korku ve atıllık onun ölümüne sebep oldu. Vicario kardeşler durdurulmak istese de bu atıllık altında gizlenmiş önyargı, korku ve kuşku, onları bu cinayeti işlemelerine mecbur kıldı.
SANTİAGO MASUM MUYDU, SUÇLU MU?

Farah’ın da değindiği gibi romanda ucu açık bırakıldığı için belki de en çok merak edilen soru; Santiago’nun masum olup olmadığı. Santiago Nassar’ın, kendisine atfedilen ve ikizler tarafından öldürülmesine neden olan “suçu” işleyip işlemediği konusu Kitap Kulübü’nde de tartışıldı. Santiago’nun Angela ile birlikte olup olmadığı konusunda tüm ipuçlarını değerlendiren Kitap Kulübü üyeleri, bu konuda farklı görüşler dile getirdi. Gerçeği sadece Angela Vicario biliyor olsa da, belli ki okurları “Santiago masum muydu?” sorusuna yanıt aramaya devam edecek.


