Kenan Doğru
Bir reddedişle başlar hep. Tadını alamazsın başka türlü. Çünkü bir çiçeğin kokusunu, onu en çok içine çektiğin yakınlıkta hissedersin. Ama o mesafede, dikenler de vardır. Aramızdaki sınır, kirpi mesafesi dedikleri budur işte: Yaşamak için, öldürmeden acıtmak. O büyük aşkını getiren ısrarcı hakkında bilmen gerek en büyük ders, bu olsa gerek!
Aşk hep arzulanandır, yaşam enerjisi gibi o da aynı nehirden akar dünyaya. Güzel gittiğinde haz yaşarsın ve sana aittir, fakat bir şeyler kötü gittiğinde ise yaşadığın hayal kırıklıklarının faturasını ona kesersin. Oysaki aşk, kendinin masum olduğunu düşünür hep; vasat bir ruhun iftirasına uğramıştır sonunda. Çünkü ona göre, her ruh onu sindiremez, ama o göz koyduğunu anında çarpabilir. Bir platoniğin bile o sessiz iğdiş olma hali, olmayan bir hayalin iç güdüsüne kapılıp gitmek. Ya da mazoşist bir aklın, olasılıkları reddedip, eriştiği acının hazzını yaşamak, “yeni platonikçiler.”(*)
Aşk Tanrının kasasıdır; o her zaman kazanır. Onu görmezden gelen, yokluğunu da birlikte götürmüştür içinde. Onu yaşayan mı? Aşkın hükümdarının pençesindedir kaderi.
Eros!
O, tarafları karşılıklı olarak terazinin üzerine koyar. Bu adalet ölçeğinin altından, kızgın bir nehir vardır akan. Yüreklerde atan aksi bir kıvılcımın, gün aşırı çıkardığı yangın ve ondan geriye kalan küller. Sonunda kimselerin pek gönüllü olmadığı, o Hades’in sonu gelemeyen alevinde kayboluş.
Aşk ile aşık atılmaz.
Hep böyle başlar: Mavi bir denizde kulaç atarak. Ve şöyle biter: Dalgaların hatıralarda kaldığı, o unutulmaz fırtınalı gece.
“Onun yokluğunda üşüyüp, varlığında yanman; aydınlıkta her yerin kararması, karanlıklarda ise uyuyamaman. Onsuz hiç yapamayacakmışsın gibi, kendi yerini hiç dolduramaman. İşte böyle şeyler: Aşk semptomları.
Aşk hakkında sadece söz etmek değil, akla gelemeyecek hayaller de kurarız. Ama bunun karşısında, boşluğu anımsamayı dahi istemeyiz. Çünkü boşlukta ayakların yere basmaz. Aslında aşk da öyledir, esas sihri de budur. Öncelikle seni, alışık olduğun o yerden bir anda uzaklaştırır. Hiç anlamazsın! Nereden gelip nereye gittiğini bile şaşırırsın. Hatta bazen kaybedersin yolunu. Ve o yolda içinden mektuplar yazanı, yanından geçen kimseler duymaz; bir seyyah bile bilmez, nedir derdi, o adresi olmayan sevinçlerinin.
Aşk yüzünden zamanla yalnızlaşırız, buna “yeni platonikçiler” de dahil. Bu yalnızlaşma, uzaklaşmanın aksine bir yakınlaşmadır. Seni nereye götüreceğini bilir aşk, fakat uyur gezerdir o kendi başına bırakıldığında. Bir kalbin heyecanıdır onu uyandıran. Sözleri hiçe sayıp, hislere sızan o şey o kadar güçlüdür ki: Bir aslanı deve, bir deveyi de aslan yapabilir sonunda. Ayak atmaya gör onun toprağına, insanın aklını yitirdiği yerdedir onun bahçesi. Ve zehirli sarmaşıkları!
Yok sayıldığında aksidir aşk. İnkârcının hemen karşısında biter, arandığındaysa yoktur ortalıkta. Hatıralarda bir mürekkep lekesi gibi iz bırakmıştır sadece. Vay haline o zaman, o içi bulanmış ruhun. Çünkü aşkın yargıcı, taraflardan biri gittiğinde, geriye kalanın boşluğunu koymuştur terazinin öbür ucuna. O saatten sonra yanan her bahtiyar fani, karanlığın dümenine kaptırır kendini içten içe.
“Bir gün uyandığında toynaklarını savuran bir deve, onun yaralarını taşıyacak bir aslan arar sonunda…”
Böylece söz konusu aşk olduğunda, her sona gereğinden fazla üzülmemek gerektiği gibi, her başlangıca da hemen sevinmemek gerekir.
Eğer onun cennetinde doğmamışsa ruhlarımız, yani ona öykünerek yaşıyorsak; aşk, öyle de böyle de birgün seni geldiğin cehenneme geri gönderecektir. Ama o sıradan dünya eskisi kadar sıradan değildir artık. Kalbindeki boşluk ile onun sayesinde yüzleşirsin. O kadar soğuktur ki onun yokluğu, ateşli kalpler bile buz kesebilir zamanla. Sonunda içgüdülerine itaat eden vasat bir varoluş; gizemini yitirmiş bir ruh, sıradan bir beden, bir de onun sahibesi çıkar ortaya.
Bir balık, mürekkep şişesinde yaşayamaz!
Aşkın verdiği ders açıktır: Toz olmuş hayallerden geriye kalan buhranda, tırnaklarınla kazıyıp, rüzgârda onun heykelini çizebilmektir boşluğa. İşte o zaman bu yalancı cehennem köpeği, bir iyilik yapmış olur çöplüğüne bıraktığı soğan için.
Aşk, hakkında çok konuşulan ama o hep son sözü söyleyendir. Bitiş ile başlangıcın arasını yapar. Şöyle söylenir sınamak istediği kulaklara: “Önemli olan ona kavuşman değil, onunla vedalaştığında, yanan içinin huzuru var mı, ona bak!”
Onu yaşayanın gözünden, aşk acısı çeken bir insan için keder, bu dünyadaki en büyük huzurdur. Çünkü o gittiğinde, hep bir boşluk çıkacaktır karşısına. Oysaki o, yani aşk, her şeyin bir olduğunu anlatmıştır eskiden. Ama içimizdeki o tekilliği ikiye bölen yalnızlığı, o da saklamıştır bizden. Çünkü aşk dünyanın mutlu olduğunu söyleyen, görünmez bir mezarcıdır. Tek derdi: Senden saklanmış bir yalnızlığı kazarak ortaya çıkarmaktır, hepsi bu.
Aşka kızarsan şunu bilmen gerekir: Bu adi hokkabazın önden tartamadığımız bir kütlesi vardır; hafifi uçurur, ağırı batırır. Ruhsal bir gravitedir bu.
Ne kadar ağırsa, işler ters gittiğinde, seni o kadar aşağıya çekecektir. Karanlık dünyanın kulaç atan mahlukatları ile tanışabilirsin o zaman. Ne kadar hafifse de o kadar yükseğe çıkabilirsin. Fakat üst dünyada dümeni kaybedip, olur da merkezini onunki zanneder isen; ışıkta kamaşan gözlerin, kanatlarından akan mum damlalarını fark ettiğinde, konacak bir yer ararsın düşmeye giderken.
Böylece en iyi aşk: Ölümünü izleyebildiğin, birlikte ölebildiğin aşktır!
Çünkü onu hiç kaybetmezsin o zaman, onu öldürsen de fark etmez. Hatta o kendisini gömse, bilirsin hangi mezarda saklandığını. Ölümsüz bir ölüdür o artık. Bir zamanlar iki yakanın arasını yaptığı için, ona da evrenin bilinmeyen bir yerinde göz yumulmuştur. Kimse bilmez adresini, bir anda kendi çıkıverir ortaya.
Onu anımsamak, onun ile karşılaşmaktan hep daha çok acıvermiştir. Çünkü o gittiğinde değil, sana geldiğinde hissedilmiştir yokluğu.
Aşk işte… Zamanı değiştiremeyeceğin bir yerde, onun adını kulaklara haykırmanı ister. Çünkü bize gerçeği en başta söyleyen bir yalancıdır o, bir başlangıcın sonu.
- Merak edenlere; ‘yeni platonikçiler’ diye bir kavram henüz kaynaklarda yok. Günümüz aşıklarına bir atıfta bulunan yazarımız, literatüre yeni bir kavram kazandırmış olabilir.

Kenan Doğru, Ardahan’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor. Uluslararası bir firmada yönetici olarak çalışmakla birlikte, küçük yaşta tutku edindiği yazı alanında üretmeye devam ediyor. “Sapien Hislerim” adlı deneme aforizmalar kitabının yazarı olan Doğru’nun çeşitli mecralarda yayımlanmış pekçok öyküsü bulunuyor. Mühendislik eğitiminin ardından yüksek lisansını tamamlayan Doğru, şimdilerde İstanbul Üniversitesi “Felsefe” bölümünde eğitimine devam ediyor. Aynı zamanda ilk romanı ile okurlarıyla buluşmaya hazırlanıyor.

